Adâlet, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin ifade ettiği gibi sözlükte “istikamet” demektir. Din ıstılahında ise adâlet “dinî emir ve yasaklar doğrultusunda ‘hak’ üzere istikamette olmaktan ibarettir.” İstikamet her konuda ifrat ve tefritten uzak olup İlâhî emirlere uymaktır. Bu sebepledir ki âyet-i kerîmede: “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir” (Hûd 11/112). Ashab-ı kirâmdan rivayet edildiğine göre Kur’ân’da Resûlullah (sas) için bu ayetten daha şiddetli bir âyet inmemiştir. Resulullah buyurmuştur ki: “Hud Sûresi beni ihtiyarlattı!” Çünkü bu âyette Yüce Allah, yalnız ona (sas) değil, müminlere de her hâlükârda istikameti emretmiştir.
Adâlet İslâm hukuk binasının temeli ve kubbesinin kilit taşıdır. Adil halîfe Ömer b. Abdilazîz’in tamimiyle Cuma hutbelerinde en sonunda okunan; “Muhakkak ki Allah, adâleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı/üstünlük taslamayı/başkasının hukukuna tecavüz etmeyi da yasaklar” (Nahl 16/90) meâlindeki âyetle ve “Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adâletle hükmetmenizi emreder” (en-Nisâ, 4/58) gibi âyet-i kerîmeler adâleti emreder.
Hadîs-i şerîflerde her vesile ile âdalet emredilmiş, âdil imâmın/devlet başkanın ( ) fazileti dile getirilmiştir. Zulüm kesin bir dille yasaklanmıştır. Yüce Allah’ın kul hakkını asla ihmal etmeyeceği er veya geç sahibine iade edeceği ve zâlimi cezalandıracağı bildirilmiştir. Yüce Allah’ın zulüm gibi konularda mühlet verebileceği ama cezasını asla ihmal etmeyeceği ifade edilmiştir.
“Kıyamet gününde, haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacaktır” (Müslim, Birr 60; Tirmizî, Kıyâmet 2).
“Her hak sahibine hakkını ver” (Buhârî, Savm, 51).
“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve Müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır” (Müslim, Cennet, 63)
“Verdiği hükümlerde, ailesinin ve halkın yönetiminde adâletli davranan yöneticiler, kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın yanında nurdan yüksek koltuklar üzerinde otururlar.” (Müslim, İmâre 18).
“Üç kişi var ki, duaları geri çevrilmez: Adâletli devlet idarecisi, iftar etmek üzere olan oruçlu ve mazlum… Allah mazlum kimsenin duasını bulutların üzerine kaldırır ve göklerin kapısını ona açar. Büyük ve güçlü olan Rab: ‘Bir süre sonra bile olsa izzetim hakkı için sana mutlaka yardım edeceğim’ buyurur” (Müslim, Tevbe, 27; Tirmîzî, Cennetin Özellikleri, 39; Dârimî, Rikak, 17).
“Yedi kimseyi Allah Teâlâ kendi gölgesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde, gölgesinde barındıracaktır. Bunlar: Adâletli devlet reisi, Rabbine ibadet ederek yetişen genç, gönlü mescitlere bağlı kimse, birbirlerini Allah rızâsı için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince; ‘ben Allah’tan korkarım’ diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenhada Allah’ı anıp gözleri yaşla dolan kişidir” (Buhârî, Ezân 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91).
Kureyşin önde gelen kabilelerinden Mahzumoğulları’na mensup Fatıma adında bir hanımın cezasını kaldırtmak-hafifletmek için elçi olarak gönderilen Resûlullah’ın kendisini çok sevmesi nedeniyle ashâb arasında el-Hubb diye bilinen Zeyd b. Hârise’nin oğlu Redifü Resûlillah (sas) Üsame’ye (ra) Resûl-i Ekrem (sas) şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helak oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar, güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı onun elini de keserdim” (Buhârî, Enbiya, 54).
Hz. Peygamber’in (sas) evden çıkarken, “Bismillâh, Allah’a sığındım. Allah’ım! Hata yapmaktan, yanlış yollara sapmaktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillik etmekten ve cahilliğe mâruz kalmaktan sana sığınırız” şeklinde dua ederdi (Tirmizî, “Daʿavât”, 34).
“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır” (Müslim, Birr 56).
Hz. Ömer (ra), Ebû Mûsâ el-Eş’arî’ye hitâben yazdığı meşhur mektubunda âdil bir yargılamanın genel hükümlerini içeren meşhur mektubu ise meâlen şöyledir:
Yargı, muhkem bir fariza ve tâbi olunan bir sünnettir. Sana bir dava getirildiğinde, onu iyice anla. Mesele senin için açıklığa kavuştuğunda hükmünü ver ve uygula. Çünkü uygulanmayan hakkın konuşulmasında yarar yoktur.
Huzurunda, hükmünde, tavır ve hareketlerinde, insanlara karşı eşit ve adâletli davran ki, zayıf, adâletinden ümidini kesmesin, eşraf da kayırılacağı ümidine kapılmasın.
Delil göstermek davacıya, yemin etmek de davalıya düşer.
Haramı helâl, helâli de haram kılmadıkça, Müslümanlar arasında sulh, caizdir.
Üzerinde düşündükten sonra hatalı olduğunu anladığın eski kararın, doğruya dönmene engel olmasın.
Esas olan haktır. Hakka dönmek, yanlışta devam etmekten daha hayırlıdır.
Kitap ve Sünnet’te olmayan ve tereddüt ettiğin bir meseleyle karşılaştığın zaman iyice düşün, onun benzerlerini (emsâl ve eşbâh) öğren ve onlara kıyas ederek Allah’ın rızasına en uygun ve hakka en benzer olana yönelerek hüküm ver.
Hak iddia edene, delillerini getirmesi için süre ver. Verilen süre içinde delillerini getirirse hakkını alır, aksi takdirde onun aleyhine hüküm ver. Şüphesiz bu şekilde hareket etmek belirsizlikleri açığa kavuşturmak ve mazeret için en uygun yoldur.
Müslümanlar âdildir ve birbirleri hakkındaki şahitlikleri geçerlidir. Ancak had cezasına çarptırılarak kırbaçlanmış olanlar, yalan yere şahitlik yaptığı sabit olanlar ve yalan yere kendisini velayet veya nesep bağıyla birilerine nispet edenler bunun dışındadır.
Allah, gizli kalmış amellerinizi kendi uhdesine almıştır; onları dilerse affeder, dilerse cezalandırır. Şahidi şart koşmakla da cezaları sizden uzaklaştırmıştır.
Allah’ın mükâfatını cömertçe vermeyi üstlendiği hakkı icra görevinde, davanın taraflarına, sabırsızlanma, bıkkınlık göstermekten, sıkıntı ve eziyet vermekten, ters davranmaktan sakın.
Allah ile kendi arasındaki muamelelerinde, kendi aleyhine olsa da niyetini ıslah eden kimseye, kendisiyle insanlar arasında doğabilecek problemlere, Allah yeter ve üstesinden gelir. Allah’ın bildiği ve gerçekte olduğu şekilde değil de insanlara hoş görünmek için gösteriş yapıp kendini farklı gösteren kimseyi, Allah rezil eder. Zira Allah’ın rızık ve rahmet hazinelerinden yüz çevirip başkasından medet umandan ne bekleyebilirsin. Ve’s-selâmu aleykum.”
[ed-Dârekutnî, es-Sünen, Kitâbü’l-Ahkâm ve’l-Akziye ve Gayre Zâlike: 27, hadîs no: 4471].