Adâlet, İslâm’ın önemli ilkelerinden biri olup “herkese kendi hakkı olanı vermek, davranış ve hükümde doğru olmak, hakkı gözetmek, eşit olmak, eşit kılmak” gibi manalara gelen bir kavramdır. Adâlet kayıtsız şartsız eşitlik değil, her hak sahibine hakkını vermektir.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de hem Peygamber’e hem de müminlere adâletle hükmetmelerini emretmiş [Mâide, 5/42; Nisâ, 4/58], hatta kin duyulan bir topluma dahi adâletle muamele edilmesi gerektiğini bildirmiştir [Mâide, 5/8]. Allah Resûlü (sas) de hayatı boyunca adâleti hâkim kılmak için mücadele etmiş ve adâletin en güzel örneklerini sunmuştur.
Hz. Peygamber, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde arşın gölgesinde olacak yedi sınıf insandan bahsederken en başta adâletli davranan idarecileri saymış [Buhârî, Ezân, 36], adil devlet başkanlarından ve yöneticilerinden övgüyle bahsetmiş, ailesine ve emri altındakilere adâletle muamele edenlere Allah tarafından kıyamet gününde büyük mükâfatlar verileceğini bildirmiştir [Müslim, İmâre, 18]. Allah Resûlü âdil yöneticiyi övüp ona müjdeler verirken, zalim yöneticiyi ise yermiş ve onu Allah’ın kendilerine öfke duyduğu dört kişi arasında saymıştır [Nesâî, Zekât, 77].
Allah Resûlü (sas) adâleti uygularken din, ırk, soy veya toplumsal statü farkı gözetmemiş, adâleti temel hak ve özgürlüklerin korunması, toplumsal huzurun ve barışın sağlanmasının teminatı olarak görmüştür.
Adâlet güçlü olanın gücünü sınırlayan, güçsüz olanın da hakkını teslim eden bir kurumdur. Adâlet mülkün/devletin ve huzurun temeli, zulüm ise huzursuzluk ve anarşinin kaynağıdır.
Hukukta eşitlik olmadığı takdirde insanların adâlete olan güveninin sarsılacağını ve zulme kapı aralanacağını bilen Sevgili Peygamberimiz, özellikle cezaların uygulanmasında iltimasa, adam kayırmaya veya yakınları gözetmeye asla müsaade etmemiş, ister yakın ister uzak olsun, hukukun herkese eşit şekilde uygulanacağını bildirmiştir.
Nitekim Mahzûmoğulları kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının affedilmesi için Kureyşlilerin talebi üzerine aracılık yapmak üzere gelen Üsâme b. Zeyd’e:
“Sen, Allah’ın koyduğu cezalardan birinin affı için aracılık mı ediyorsun?” diyerek kızmış ve sonrasında halka hitap ederek şöyle buyurmuştur:
“Sizden öncekilerin helâk olmalarının sebebi şuydu: Onlardan soylu bir kimse hırsızlık yaparsa onu cezalandırmazlar, zayıf bir kimse hırsızlık yaptığında ise ona ceza uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapmış olsaydı mutlaka onun da elini keserdim.”[Tirmizî, Hudûd, 6. Ayrıca bkz., Buhârî, Hudûd, 11-12]. Buna göre hiç kimse -Peygamberin kızı dahi olsa- hukuk önünde ayrıcalıklı değildir ve hukuk herkese eşit şekilde uygulanacaktır.
Her hak sahibine hakkının verilmesini isteyen [Buhârî, Savm, 51] ve bütün insanları tarağın dişleri gibi eşit kabul eden Sevgili Peygamberimiz [Kudâî, Müsnedü’ş-şihâb, I, 145], hayatın her alanında; aile hayatında, insanlar arası münasebetlerde, mahkemede, şahitlikte, görevlendirmede, evlatlara olan muamelede adâlet ilkesine göre davranılmasını öğütlemiş, her türlü ayrımcılığı ise yasaklamıştır.
Toplumsal düzenin tesisinde adâleti temel olarak gören Allah Resûlü (sas), fethedilen bölgelere valilerini gönderirken onları öncelikle adâlet konusunda uyarmış, adâlet duygusunda zafiyet meydana getirebilecek konularda dikkatli olmalarını istemiştir.
Sonuç olarak adâlet kişinin hem kendine hem de toplumun bütün bireylerine karşı her zaman ve her şart altında gözetmek durumunda olduğu yüce bir erdemdir. Toplumun huzuru adâlette, eşitlikte ve haklara saygıda; huzursuzluğu ise zulümde, ayrımcılıkta ve hakların çiğnenmesindedir.
Ejder OKUMUŞ