Menü
Muhammed Emin Yıldırım
Muhammed Emin Yıldırım
İnsan Alet Değil Âyettir
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

İnsan Alet Değil Âyettir

Muhammed Emin YILDIRIM
Siyer Vakfı Kurucusu, Araştırmacı-Yazar

Eşya dediğimiz, kâinatta insan dışında yaratılan her şey dağ, taş, ağaç, çiçek, böcek, hayvan… ve tüm şuurlu-şuursuz varlıklar teshîr yasası gereği insanın hizmetine sunulmuştur. Teshîr, yaratılan tüm varlıkların insan için ve ona fayda vermesi için yaratılmasıdır. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm içerisinde onlarca âyet vardır. Sadece iki tanesini burada aktaralım:

“O’dur ki gökten yağmur indirir. Hem içeceğiniz su ondan oluşur hem de hayvanlarınızı içinde otlattığınız ot ve ağaçlar! Allah o su sayesinde sizin için ekinler, zeytinlikler, hurmalıklar, üzüm bağları ve çeşit çeşit meyveler yetiştirir. Elbette burada düşünen kimseler için alınacak bir ders var. Hem geceyi ve gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da O’nun emriyle size ram edildi. Elbette aklını çalıştıran kimseler için bunda alınacak nice ibretler var. Yeryüzünde türlü türlü renklerle, her çeşitten bitki ve hayvan olarak sizin için yarattığı daha neler neler var. Yine O’dur ki denizi sizin hizmetinize verdi ki taptaze et yiyesiniz ve takınıp kuşanacağınız ziynet eşyası çıkarasınız.” (Nahl 16/10-14).

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lütfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir (hizmetinize vermiştir). Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Câsiye 45/13).

İnsanı Tanımanın Faydaları

Bugün çoğunluğun zihninde var olan insan tasavvuru yaratanın vazettiği şekilde değildir. Genel itibari ile çok ciddi farklar olsa da biz yanlış insan algısını iki uç düşünce akımının üzerinden değerlendirebiliriz. Bu akımlardan birisi Hümanizm, diğeri ise Misantropizmdir.

Hümanizme şöyle bir tanım verilir: “Akıllı insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâkî gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirilebileceğini belirten ve bu çerçeve içinde, insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkartan felsefî bir akımdır.” (Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, 431).

Bu tanım üzerinden birçok hususa değinilebilinir ama en temelde bu tanım şu üç mesajı içermektedir:

  • Kutsalı yok sayma
  • İnsanı olduğundan fazla yüceltme
  • Sevgiyi değil etiği öne çıkartma

Hümanizmin karşında olan bir yönü ile onun zıttı gibi ortaya çıkan akım ise Misantropizmdir. Misantropizm ise genel olarak şunları iddia eder: “İnsanoğlu doğası gereği kötüdür. O, istemsiz bile olsa her daim kötülük yapacaktır. Sadece kendisi kötülük yapmayacak başkalarına da yaptıracaktır veya yapılan kötülüklere göz yumacaktır. Dolayısı ile insanın dünyaya tek katkısı kötülüktür. Böyle olduğu için tüm insanlardan nefret edilmelidir ve hepsinin ölmesi için çalışılmalıdır.”

Bu anlayışın bir gereği olarak Misantroplar, dünyanın insanlar olmadan daha güzel ve daha temiz kalacağını düşünürler. Onlarda insanlığa karşı en ufak bir umut kırıntısı bile yoktur. Onlar umut etmeyi bırakıp sorunun kökü olan insandan kurtulmanın gereğine inanırlar. Ne kadar az insan, o kadar güzel dünya fikrini benimserler ve bunun olabilmesi için çalışırlar. İçlerinde insana karşı nefret, öfke ve düşmanlık beslerler ve bu bir müddet sonra kendileri ile de çatışmanın ortaya çıkmasına sebep olur.

Görüldüğü üzere bir düşünce akımı insanı melekleştirmekte, bir diğer akım insanı deyim yerinde olursa şeytanlaştırmakta, onu aletleştirmektedir. Her alanda olduğu gibi insan algısında da ifrat oluştuğunda hemen onun karşısında tefritte oluşmaktadır. İnsanı alet gibi görmenin sahibini nerelere savuracağını anlayabilmemiz için psikoloji alanında yaptığı çalışmalarla tanınan ve bu alanda ciddi bir ağırlığı olan Amerikalı ruhbilimci, Burrhus Frederic Skinner’in (1904-1990) şu sözlerine bakabiliriz. Diyor ki: “Bizler insanın melek ya da melekler üstü bir varlık olduğunu sanıyorduk. Oysa şu bizim için kesinlik kazandı ki insan düpedüz köpek veya köpek gibi hatta ondan daha düşük bir varlıktır.” (Cevdet Said, Ademin Oğlu Habil Gibi Ol, 283).

Her ifrat, karşısında bir tefrit çizgisi oluşturduğu gibi insan konusunda oluşan ifrat çizgisine karşı işte böyle bir tefrit çizgisi oluşmuştur. Bir taraf, insanı melek veya melek üstü görürken, diğer taraf insanı hayvan veya hayvandan daha aşağı görmektedir. Ancak İslâm, insanı ne melek olarak ne de alet olarak görmemekte, insanı bir âyet olarak kabul edip ona göre değerlendirmelerini yapmaktadır.

Elbette insan denilen varlığı, tüm varlığı yaratan Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc) yaratmıştır ve onu en iyi yaratan bilmektedir. Âyette buyrulduğu gibi: “Yaratan (yarattığını hiç) bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” (Mülk 67/14).  İnsanı yaratan Allah (cc), yarattığını çok iyi bildiği için her yönü ile insanı bize anlatmıştır. Ama insan bu şekilde tanınmadığı için ya melekleştirilmiş ya da aletleştirilmiştir. Böyle olunca da zihinlerde kırılan insan algısı onun doğru anlaşılmasına ve tanınmasına engel olmuştur.

İnsanı alet gibi gören zihniyet ise onu nesneleştirmiştir. İnsanı rüzgârın önünde savrulup giden çer-çöpe indirgeyerek anlamaya çalışmış, onu olay ve olguların gidişatında etkin ve önemli bir rol sahibi/faili olarak bir türlü görememiştir. Bu zihniyet özellikle İslâm toplumlarını, insan iradesini yok sayan, kaderciliğe insanı mahkûm eden, tarihte olan bazı elem verici hadiselerde “insanın suçu yok, kader böyle” diyecek bir mantığa düşürmüştür.

İfrat ve tefrit çizgilerine kapılan bu zihinler, ne yazık ki hadiseleri hiçbir zaman doğru okuyamamış ve doğru değerlendirememişlerdir. İslâm ise Kur’ân’ın ışığında insanın nasıl anlaşılması gerektiğini çok net bir şekilde ortaya koymuştur. Bunun nasıl olduğuna geçmeden bazı ilimlerin ve âlimlerin insanı nasıl tarif ettiklerine kısaca bir bakalım.

Tarih boyunca insanın yüzlerce tanımı yapılmıştır. Her ilim dalı, filozof, felsefeci, âlim, biraz da kendi durduğu yerden hareketle bazı tanımlar yapmışlardır. Mesela ilim dallarına göre insan kimdir diye sorduğumuzda şöyle cevaplar alırız:

Tıp:Fizyolojik bir yapı

Biyoloji: Konuşabilen tek canlı

Sosyoloji: Toplumun bir üyesi

Psikoloji: Farklı bir benlik sistemi ve yaratıcılığın unsuru

Ekonomi: Sistem içinde bir birim

Antropoloji:Kültürün işlediği bir varlık

Teoloji: Tanrının yarattığı en donanımlı canlı

Diğer ilim dallarının farklı tanımları olsa da bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyoruz.

Batılı filozofların insanı nasıl tanımladıklarına dair birkaç örnek aktaralım:

“İnsan, yer kaplayan, hareket ve durgunluk yasalarına bağlı olan bedene; düşünen ve anlama gücü etkinliği bulunan ruha sahip olan bir varlıktır.” (Spinoza)

“İnsan, hisseden, düşünen, dünya üzerinde özgürce dolaşan, hükmettiği bütün diğer hayvanların başında görünen, toplum içinde yaşayan, sanatı ve bilimi icat eden, kendine özgü iyilik ve kötülüğü olan, kendine efendiler oluşturan ve kanunlar yapan bir varlıktır.” (Diderot)

“İnsan, öğrenen hayvandır.” (Konfüçyüs)

“İnsan, sorgulayan hayvandır.” (Sokrates)

“İnsan, toplumsal bir hayvandır.” (Platon)

“İnsan, düşünen hayvandır.” (Aristoteles)

“İnsan, toplum kurandır.” (Aristoteles)

“İnsan, tartışan bir hayvandır.” (Heraklitos)

“İnsan, eleştiren hayvandır.” (Kant)

“İnsan, bir yönüyle duyular dünyasına ait rasyonel bir varlık, bir yönüyle anlama yetisine sahip rasyonel bir varlıktır.” (Kant)

“İnsan, konuşan hayvandır.” (Descartes)

“İnsan, sistematik hayvandır.” (G. Hegel)

“İnsan, itiraz eden hayvandır.” (Albert Camus)

“İnsan, yalanlayan bir hayvandır.” (K. Popper)

“İnsan, mücadeleci bir hayvandır ve çalışan bir varlıktır.” (Karl Marx)

“İnsan, düpedüz hayvandır.” (Nietzsche)

“İnsan, çıkarını düşünen hayvandır.” (J. Dewey)

“İnsan, her şeye alışan hayvandır.” (Stoikler)

Bu tanımlara dikkatle bakıldığında bir nokta hemen dikkatleri çekecektir; genellikle yapılan tanımların çoğu, aklı merkeze alarak yapılmış ve insanın en önemli özelliğinin akıl olduğu üzerinde durulmuştur. Bütün bu tanımların ortak mesajı Descartes’in (1596-1650) o meşhur önermesidir. Hatırlanacağı üzere o önerme şu idi: “Düşünüyorum, o halde varım!”

İslâm filozoflarının insanı nasıl tarif ettiklerine dair de bazı örnekler aktaralım:

“İnsan akıllı ve ölümlü bir canlıdır.” (Kindî)

“İnsan, iki cevherden (nefis ve ruh veya nefis ve akıl) oluşan bir bileşiktir. İnsan; canlı, düşünen, ölümlü, en yüce kemale ulaşmak için yaratılmış bir varlıktır.” (Fârâbî)

“İnsan düşünen, ölümlü, boyu dik, gülen bir hayvandır.” (Gazzalî)

“İnsan mertebesiyle ilk, varlığıyla son bir canlıdır.” (İbn Arabî)

“İnsan, varlıkların en üstünüdür, bunu sağlayansa aklıdır.” (İbn Sînâ)

“İnsan aklını kullanma özelliğiyle iki âlem arasında biriciktir.” (İbn Rüşd)

“İnsan varoluşu her daim yenilenen bir tecelliyat yekûnudur.” (İbn Tufeyl)

“İnsan, cismiyle varlık, ruhuyla şeref, aklıyla erdem sahibi bir canlıdır.” (İbn Bâcce)

“İnsan, küçük bir âlemdir. Allah’ın sevgi ve rahmetten yarattığı bir canlıdır. İnsan kâinatın yaratılmasında gerçekten bir gaye; onun yapısı âlemin yapısının bir nüshasıdır.” (Sadreddin Konevî)

“İnsan hem âşık hem de maşuktur. Yani hem seven hem de sevilen bir varlıktır.” (Mevlânâ)

“İnsanın hakikati ruh ve nefs olup, beden değildir. Beden sadece onun aletidir. Ruh, latîf bir şey olup, bedene girmiştir. Ruhun kendisinde bir değişiklik veya zıtlık söz konusu olamaz. Ruhun; gücü, kapasitesi, hayatı ve arzusu vardır. Ruh, fiilden önce, kendi kendine bir şey yapma gücüne sahiptir. Buna göre insanın hakikatinin görülmesi imkânsızdır. Görünen; sadece insanın içinde bulunduğu bedendir. Bunun gibi, insan kendi ana ve babasını değil, ancak onların kalıplarını ve bu kalıpları meydana getiren bedenlerini görebilir. Diğer yaratıklarda da durum aynıdır.” (Nazzâm)

3. Kimdir İnsan?

İnsan kelimesi, Arapça ins kelimesinden türetilmiştir. “Beşer ve insan topluluğu” anlamına gelen ins, daha ziyade insan türünü ifade etmekte olup bu türün erkek veya dişi her ferdine insî / enesî yahut insân denmektedir (Kutluer, “İnsan”, DİA, 22/ 320).

Kelimenin aslının “unutmak” mânasındaki “nesyden” geldiği de ileri sürülmüştür. Böyle düşünenler İbn Abbas’a (öl. 68/687-88) nispet edilen, “İnsan ahdini unutması sebebiyle bu ismi almıştır” şeklindeki rivayete dayanırlar (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 231).

Bu kelime ünsmasdarıyla da irtibatlandırılmıştır. “Alışmak, uyum sağlamak” anlamına gelen üns, Türkçede ünsiyet olarak kullanılmaktadır. Teennüs “insan olmak” mânasına gelirken isti’nâs “cana yakın olma, vahşi hayvanın evcilleşmesi” anlamı taşımaktadır. Nitekim enes, vahşetin karşıtıdır (İbn Manzûr, 232).

Dolayısıyla insan kelimesi biri unutmak, diğeri yakınlaşmak anlamında iki kökene yaslandığını söyleyebiliriz. Zaten insanın yapısında bu ikisi de vardır. İnsan hem unutan bir varlık hem de yakınlaşan, başkalarıyla bağ kuran bir varlıktır. Unutmak da yakınlaşmak da hem bir nimet hem bir nikmettir. Nikmet, belâ, ağır imtihan, şiddetli azap demektir. İnsan, ahdini unutursa bir nikmete, belâya düşmüş olur; ama acıları unutursa, yaşadığı ağır imtihanları unutursa bir nimete kapı açmış olur. Aynı şekilde insan doğru insanlarla ya da doğru varlıklarla sınırlara riayet ederek yakınlaşırsa bu onun için bir nimet, yanlış yollarla yanlış varlıklara sınırları ihmal ederek yakınlaşırsa bu onun için bir nikmettir.

Kur’ân-ı Kerîm’de insan kelimesi 65 yerde insan, 18 yerde ins, 1 yerde de insî şeklinde geçmektedir. Ayrıca 1 âyette enâsî, 230 yerde ise nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır (Abdulbakî, el-Mu’cemü’l-müfehres, 115-116). Bu âyetlerde insan bütün yönleriyle ele alınmış, insanın yaratılışı, mahiyeti ve gayesini bir bütünlük içinde temellendirmiştir.

Şüphesiz bu âyetlerin hepsinde insan tanımı üzerinde durulmamakta ve çok farklı mesajlara değinilmektedir. Bu âyetler üzerinden insanın kim olduğu sorusuna cevap arandığında şöyle önemli bir hususla karşılaşılır: Kur’ân, insanı tek bir noktadan ele alarak tanımlamaz. Yaratan, yarattığını çok iyi bildiği için insanın iki kutbu olduğunu belirtir. Âyetlerde biri pozitif yani iyi, diğeri negatif yani kötü; biri övülen biri yerilen, biri takdir edilen, biri tenkit edilen iki yönü üzerinde durulur ve insanın madde ve mana,cesed ve ruhtan yaratıldığı vurgulanır. Şah Veliyullah ed-Dihlevî’ye (öl.1176/1762) göre hayvanî duygu ve melekîduygu olarak iki hali bir arada bulundurur (ed-Dihlevî, Hüccetullâhi’l-bâliga, 1/ 201, 202).

Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm, insanı tek bir yönüyle tanımlamaz; olduğu gibi yani insanın hem zaafiyet hem kabiliyet yönlerinin olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar. Kur’ân-ı Kerîm ayrıca insanın yaratılış gayesini ve hikmetini, onun değer ve kıymetini, son olarak da insanın konum ve vazifesini de çok net bir şekilde belirtir.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre insanın yaratılış gayesi ve hikmeti sadece ve sadece Allah’a kul olması, insanın değeri ve kıymeti yaratılmışların en şereflisi olması, konum ve vazifesi ise yeryüzünü imar etmekle görevlendirildiği halifeliğin ona yüklenmesidir.Bu hakikatlerin yer aldığı onlarca âyetten, üzerinde durduğumuz üç önemli hususa dair ikişer âyet paylaşalım:

  1. İnsanın yaratılış gayesi ve hikmeti: Sadece ve sadece Allah’a kul olması

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 51/56).

“Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?” (Yâsîn 36/60).

  • İnsanın değer ve kıymeti: Yaratılmışların en şereflisi olması

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik, yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.” (İsrâ 17/70).

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır.” (Tîn 95/4-6). 

  • İnsanın konum ve vazifesi: Yeryüzünü imar etmesi için halifeliğin ona yüklenmesi

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” (En’âm 6/165).

“Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur. Onun için kim inkâr ederse, inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü, Rableri katında kendileri için ancak gazabı arttırır. Kâfirlerin küfrü, kendilerine ziyandan başka bir şey getirmez.” (Fâtır 35/39).

Öte yandan Yüce Allah bütün mahlûkatı insana musahhar kılmış, yani onun emrine vermiş (Câsiye 45/13); “ruhum” dediği varlık ilkesinden bir soluk ona üflemiştir (Hicr 15/28, 29). İnsana “isimlerin tamamını” öğreterek bu isimlerin gösterdiği varlık şemasını kavratmış (Bakara 2/31) ve nihayet meleklerin insana secde etmesini istemiştir (Bakara 2/31).

Aziz kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, insanın bu özelliklerine dikkat çektiği gibi onun zafiyet ve kabiliyetlerine de dikkat çeker; böyle kâmil bir anlatımla insanın ne kendisini değersizleştirmesine ne de putlaştırmasına kapı açmamasını ister. İşte bu bilinç zihinlerde insanın melek veya alet olarak değil, bir âyet olarak değerlendirilmesini inşa eder.

4. Zafiyet Yönüyle İnsan Kimdir?

  1. Kan dökücüdür.

“Melekler dediler ki: Sen yeryüzünde bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın?” (Bakara 2/30).

  • Mala ve dünya hayatına düşkündür.

                        “Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, salma nişanlı atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara süslü gösterilmiştir. Aslında tüm bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir.” (Âl-i İmrân 3/14).

“Muhakkak ki insan mal sevgisine aşırı derecede düşkündür.” (Âdiyât 100/8).

  •  Zayıf yaradılışlıdır.

“Allah yüklerinizi hafifletmek istiyor, çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ 4/28).

  • Vefasızdır.

“İnsana bir zorluk erişince, yan yatarken, otururken ve ayakta iken sürekli bize dua eder, yakarır durur. Ancak ne zaman ki biz onun bu zorluğunu, sıkıntısını giderirsek, sanki bu sıkıntıdan dolayı bize hiç yakarmamış gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler süslü/çekici gözükür.” (Yûnus 10/12).

  • Nankördür.

                        “…Zaten insan pek nankördür.” (İsrâ 17/67).

  • Şımarıktır.

                        “Gerçekten o böbürlenen bir şımarıktır.” (Hûd 11/10).

  • Düşmandır.

                        “O, İnsanı bir damla sudan yarattı, ama insan apaçık düşman olup çıkıverdi.” (Nahl 16/4).

  • Cimridir.

                        “De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine eğer sizler sahip olsaydınız; harcanır korkusuyla kıstıkça kısardınız. İnsan gerçekten de pek cimridir.” (İsrâ 17/100).

  • Acelecidir.

                        “İnsan iyiliği istercesine kötülüğü ister. İnsan gerçekten de acelecidir.” (İsrâ 17/11).

                        “İnsan yaratılış olarak acelecidir. Size âyetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin.” (Enbiyâ 21/37).

  1. Ümitsizdir.

                        “İnsana iyilikte bulunduğumuz zaman yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokununca ise hemen ümitsizliğe (ye’se) kapılır.” (İsrâ 17/83).

  1. Zalim ve cahildir.

“Doğrusu insan hem çok zalim hem de çok cahildir.” (Ahzâb 33/72).

  1. Tartışmayı sevendir.

“İnsan doğrusu tartışmaya çok düşkün bir varlıktır.” (Kehf 18/54).

Bizim buraya aldıklarımız dışında da Kur’ân-ı Kerîm, insanın birkaç zafiyetinden farklı üsluplarla bahseder. Aşağıda insanın kabiliyet ve yeteneklerinin Kur’ân’da nasıl anıldığına ele alınacaktır.

5. Kabiliyet ve Yetenekleri Yönüyle İnsan Kimdir?

  1.  Eşyaya isim koyma kabiliyetine sahiptir.

                        “Âdem’e isim koyma kabiliyetini öğretti.” (Bakara 2/31).

  • Sorumluluk sahibidir.

            “Doğrusu; biz sorumluluğu göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler. O emaneti (sorumluluğu) insan yüklendi.” (Ahzâb 33/72).

  • İyilik yapmayı sevendir.

“Biz, insana; anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye ettik.” (Lokmân 31/14).

  • Allah’tan hakkıyla korkandır.

“İnananlardan öyle kimseler vardır ki; Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve Allah’ın âyetlerinin okunması onların imanlarını artırır ve onlar Rabblerine güvenirler.” (Enfâl 8/2).

  • Tevbe eden ve günahından pişmanlık duyandır.

“Onlar derler ki: Rabbimiz! Şüphesiz bizler inandık, günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru.” (Âl-i İmrân 3/16).

  • Sabreden, direnendir.

“Ey inananlar! Sabır ve namazla yardım dileyin, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 2/153).

  • Haksızlığa karşı yardımlaşandır.

“Onlar, bir haksızlığa uğradıkları zaman (o haksızlığı ortadan kaldırmak için) aralarında yardımlaşırlar.” (Şûrâ 42/39).

  •  İyiliği emreden, kötülükten alıkoyandır.

“Sizden iyiye çağıran, iyiliği emreden, kötülüğü ise yasaklayan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/104).

  1. İhtiyaç sahiplerine yardımda bulunandır.

“Onlar, mallarından muhtaç ve yoksullara paylar ayırmışlardır.” (Zâriyât 51/19).

  • Affetmeyi seven, kusurları bağışlayandır.

“Onlar ki; bollukta ve darlıkta verirler, öfkelerini yutkunurlar/yenerler ve insanların kusurlarını affederler. Allah da bu ihsan sahiplerini sever.” (Âl-i İmrân 3/134).

Kur’ân-ı Kerîm’in bize anlattığı şekli ile insan tanınmalı ve zafiyet ve kabiliyetleri olduğu hiçbir zaman unutulmamalı, bu özellikleri bilinerek hem kendisi ile hem diğer hemcinsleri ile bağlarını kurup ona göre bir hayat yaşamaya gayret etmelidir.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x