XVII. yüzyılın materyalist siyasetçi filozofu Thomas Hobbes’a atfedilen “İnsan insanın kurdudur.” manasına gelen Latince “Homo Homini lupus” sözü meşhurdur. Esasen bu söz, modern ve postmodern dönemde Batı’nın -en azından karar vericilerinin- insana bakışını özetleyen de bir sözdür. Hobbes’e göre insan ayrıca, evrenin bir parçası olması sebebiyle var olan bir cisim olarak kabul edilen eni, boyu, derinliği olan amaçsız maddi bir ürün yani XVIII. yüzyılda yaşamış olan Fransız düşünür De la Mettrie’nin nitelemesiyle “makine insan” görüşü de aynı paraleldedir.
Buna karşılık Müslüman coğrafyada ise bu söz, Yahya Kemal Beyatlı’nın dilinden “İnsan insanın yurdudur.” şeklinde karşılık bulmuştur. Hatta bu sözü biraz daha genişleterek “İnsan insanın yurdu, umudu, ufkudur.” da diyebiliriz. Modern ve özellikle postmodern dünyada aslında insana yaklaşımda bu iki paradigmal farklı bakışın sürgit devam ettiğini, globalleşen kültürle beraber dünyaya hakimiyetle insanın artık araçsallaştırılıp -tabir yerinde ise- insan olmaktan çıkarılarak “homo economicus” olarak makineleştirildiğini veya adeta “tanrılaştırıldığını” veyahut da Kur’ân tabiriyle “aşağıların en aşağısı”na (et-Tîn 95/5) koyulabileceği-düşebileceğini görüyoruz. Bu ise insanın buhranı ve yaratılış özü-fıtratı veya iç sesi ile içerisinde bulunduğu durum arasında gelgitler yaşaması, parçalanması-bozulması ve neticede “hibrit” bir kimliğe-ruh haline bürünmesidir. Bu meyanda hatıra, Arap nesir sanatının en büyük temsilcilerinden olan felsefeci-mutasavvıf Ebû Hayyân et-Tevhîdî’nin (öl. 414/1023), kendi dönemi için söylediği “İnsan, bir diğer insan için problem haline gelmiştir.” sözü gelmekte ve dolayısıyla fıtrattan uzaklaşan insanın diğer insanlar başta olmak üzere, aslında bütün mahlukat için önemli “problem” teşkil ettiğini…