İnsan ve Şehir
Avni Çebi
Şehir ve Evimiz
Şehir, insanın aşkın bir var olma hakikati içerisinde mekânda, zamanda ve ilişkilerde kendisini estetik ve ahlakî olarak ifadesini bulan yaşanmışlıkların ve hatıraların alanıdır. Şehir, insan idrakinin ve onun inşa etme iradesinin bilgece bir anlayışla, estetik bir arayışla ve güvenli bir duruşla taşa ve toprağa, malzeme ve eşyaya, insan ve ilişkilerine emeğiyle, sevgisiyle, bilgisiyle işlemesi ve yaşanabilir bir mekân oluşturmasıdır.
Şehir; insan, mekân, doğa, zaman, varlıklar, işler ve ilişkiler düzleminde insan irfan, kültür ve medeniyetinin geliştirdiği, insan emeği ve aklının coğrafyaya işlenmiş eseridir. Şehirler toplu yaşamın, kuralların, kanunların, değerlerin ve hiyerarşinin olduğu en geniş anlamda mal ve hizmetlerin üretim ve ticaretinin yapıldığı yeni fikir, kültür ve yaşamların harmanlandığı; güvenli ve huzurlu bir yaşam arzusuyla insanların sürekli bir umut, arayış ve çaba ile imar ettiği büyük yerleşim alanlarıdır.
Şehri kuran insan, onu güvenlik ve huzur arayışı için kurduğu kadar mistik, kalbi ve zihni var oluş hakikati için eşyada ve çevresinde oluşturur. Merkezinde insan olan şehirde, binalar birbiriyle uyumlu ve birbirlerini ezmeyen, örtmeyen ve ötelemeyen bir yapıda, insanının dünyevî ve uhrevi bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yerlerini alır. İnsanın onurunu koruyacak ve hakikat arayışını geliştirecek şekilde şehirlerimizi akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selimle imar ve ihya etmeliyiz.
Şehirler döneminin kültürünü ve yaşamını yansıtan çağının en önemli şahitleridir. Bir şehri değerli kılan zamana karşı duruş göstermesi ve bugünle dünü buluşturmasıdır. Şehir bir yönüyle bugünkü maddi geçim ihtiyaçlarımıza cevap verirken bir yönüyle de geçmişimizi hatırlatmalı, hafızamızı güncel ile buluşturmalıdır. İnsan hafızası, hatıraları ve birikimleriyle vardır. İnsandan geçmiş bilgisini aldığımız zaman geriye biyolojik bir varlık olarak hırslarıyla var olmaya çalışan harsını unutan yıkıcı bir canlı ortaya çıkar.
Şehir Eko Sistemi
Şehir, bir binalar yığını değildir: şehir dediğimiz zaman bütünsel bir fotoğrafı zihnimizde canlandırabilmemiz gerekir. Bu fotoğraf donuk ve sabit değildir, aksine uyum ve canlılık içerisinde kendini sürekli oluşturan ve geliştiren bütüncül bir yapıya sahiptir. Bu fotoğrafın ana unsurları; “insan ölçekli” mimari, insan yaşamın tüm dönemlerinde sıcak ve güvenli bir yaşam alanını, az katlı evler ile yatay şehirlerde oluşmasıdır. Şehirlerimizi insan-bina, bina-çevre, bina-şehir, insan tabiat bütünlüğü içinde doğayla uyumlu, sürdürülebilir ve erişilebilir insan dostu olarak inşa etmeliyiz.
Bugün şehircilikte, “Yavaş Şehir”, “Sakin Şehir, “Akıllı Şehir” gibi sıfatlar ile birlikte tanımlandığını duyuyoruz. Biz buna daha kuşatıcı ve insan merkezli bir tanımlama ile “Merhametli Şehirler” diyoruz. Ahlakın bütünü, merhamet üzerine kuruludur, insanın hemcinsine merhametli olması, adil olması, onu önemsemesi, onun varlığına saygılı olması ve yaşadığı çevreyi mamur etmesi merhametin birer yansımalarıdır. Burada merhametin onarıcı, yapıcı ve harekete geçirici bütünlüğünü şehir hayatında yaşamalıyız. Bir şehri merhametli yapan, mazlum, mağdur ve güçsüzlerin şehre katılabilmesidir. Ayrıca yaşlı, çocuk ve engellilerin şehrin her yerine bir yardım almaksızın güvenli ve engelsiz olarak gidebilmesidir.
İnsana düşen yaşadığı mekânları güzelleştirerek, gelecek nesillere daha sağlıklı ve sürdürülebilir şehirler devretmektir.
“Düne saygı” olarak şehirlerimizi tarihsel ve kültürel mirası ile birlikte koruma ve kullanma dengesi içerisinde olmalıyız. “Bugüne adalet” diyerek şehirlerimizi herkes için bir yaşam alanı olarak görerek insanın bu kısa dünya hayatını mamur ve medeni bir ortamda mekânı herkes için ekonomik ve sosyal olarak erişilebilir kılmalıyız. “Geleceğe miras” olarak bizden sonraki nesillere imkânları ve kaynakları zengin ve sürdürülebilir bir dünyayı geçmişi ve bugünü harmanlayarak aktarmaktır.
Meskenlerimiz bahçeli müstakili evler ve komşularıyla birlikte bir yaşam alanı ve aynı zamanda bizi evrenle buluşturan; toprakla, ağaçla, bitkiyle, çiçekle, hayvanlarla, börtü böcekle birlikte yaşam alanlara çevirmeliyiz, adeta Nuh’un gemisi gibi bizi bütün olağan üstü durumlarda hayatta tutmalıdır. Evlerimiz bahçesiyle birlikte ağacın çiçeğe durduğu çiçeğin meyveye dönüştüğü, bütün dönüşümleri her halükârda yaşadığımız bir diriliş ve varoluş mekânıydı. Bugün insanda olması gereken kendi kendine yetebilirlik özelliği, el becerilerinin gelişimi, zanaat ve sanat sahibi olma, tabiattaki dönüşümleri bilme, bilgi ve becerisi, tabiatla uyumlu yaşama sağduyusu yok oluyor.
Yaşlar arası bilgi/tecrübe ve duygu/sevgi paylaşımının olmadığı yerde rahmanî bir insan kültürünün gelişimini sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu gidişle bizi bekleyen çocuklar için kreş, gençler için yurtlar olduğu gibi yaşlıları için de adına “huzur evleri” denilen gerçekte “tecrit yurtları” olan mekânlar olacaktır. Böyle bir kültürün inşa edildiği zaman ve mekânda neslin devamını ve değer aktarımını sağlayan aile kurumunun varlığını sürdürebilmesi zor olacaktır.
Şehirlerimiz Kentsel Dönüşümle Yüzleşirken
İnsanın güncel ihtiyaç ve arayışları yeni şehirlere hayat vermektedir. Savaşlar, bölgesel kalkınma dengesizlikleri, daha iyi yaşam arayışı sonucu oluşan iç göçlerin etkisiyle şehirler hızla değişmiş, kontrolden çıkarak plansız, gelişi güzel yayılmaya başlamıştır. Göçlere hazırlıklı olmayan şehirlerimiz kontrolsüz ve sağlıksız bir şekilde büyüyerek bugünkü karmaşık, yoğun ve bakımsız halini almıştır. Bugün deprem ve sel gibi doğal afetlerin baskısıyla şehirlerimiz kentsel dönüşüm ve yenilenme ile yüzleşmek zorunda kalmıştır.
Kentsel dönüşüm binaların dönüştürülmesi değil aynı zaman da büyük bir sosyal ve kültürel değişimin de adıdır. Kentsel dönüşüm, gelecek nesillerin hakkını koruyan, tarihi ve kültürel mirasa saygılı ve doğal çevreyi duyarlı, ekonomik kaynakların adil paylaşımını önceleyen, yerel mimariye ve malzemeye dayalı, iklim gerçeklerine uygun, farklı kültür ve anlayışlara yaşam oluşturan, dünü, bugünü ve geleceği ile kaynaşmış bir dönüşümün adıdır. Kentsel dönüşümü, insanımıza barış, adalet ve ekmeği sağlayabileceğimiz, bulunduğu şehir ve hanesinde ona mutluluk, huzur ve güven sağlayacağımız herkes ve her kesimin diğerini önemsediği büyük yeniden var oluş projesine çevirmeliyiz. Kentsel dönüşümden sürdürülebilir şehirler çıkarmalıyız.
İnsanlarımıza daha huzurlu, sağlıklı ve güvenli şehir mekânlarını sürdürülebilir, yaşanabilir ve erişilebilir olarak çocuğu, yaşlısı, engellisi için sağlamalıyız. Bunu yapacak tarihî, kültürel, insanî birikim bu ülkenin insanlarının hamurunda vardır. Artık ciddi bir dönüm noktasına geldik. Konu depreme dayanıklı binalar yapmak değil, önümüzdeki 100 yılda, 3 neslin yaşayacağı konut ve yerleşim politikalarının hayat bulacağı, şehirlerimizi dönüştürmeye gelmiştir.
“Önce insanlar şehirleri inşa eder, sonra şehirler de insanı inşa eder.” gerçeğini aklımızdan çıkarmadan hırsa, tamaha ve çıkarcılığa şehirlerimizin geleceğini teslim etmemeliyiz. Bilimsel, kültürel ve insanî değerler üzerine medeniyet taşıyıcısı şehirleri inşa etmek için kentsel dönüşümü bütün taraflar olarak fırsata çevirmeliyiz. Kaybettiğimiz güvenli mekânı ve huzurlu geleceğimizi sağlarken kentsel dönüşümden bir hayat inşa etmeliyiz.
İnsan Ölçekli Şehir
Şehir, her yaş ve cinsten insanın yaşamının her dönemine hitap eden bir şekilde imar edilmelidir. Hepimiz çocukluk, gençlik, orta yaş, yaşlılık dönemleri yaşıyoruz. Şehrin bütün unsurları ile bu yaş dönemlerine hitap etmesi gerekir. İnsanı kucaklaması, içine alması, şehri yaşayan insanın yaşadığı mekâna aidiyet hissetmesi lazımdır. Şehrin insan ölçekli olması; çocuk evinden çıktığında mahalle okuluna kendisi gidebilir olmalı ve okul yürünebilir mesafede olmalıdır.
Çocuklarımızı servise bindirmememiz lazım, evinden okuluna yürüyerek gidebilmesi sağlıklı bir şehirleşme ve sosyalleşme için önemlidir. Bu şekilde çocuk çevresindeki insan ilişkilerini anlamlandırıyor, kendi gözlemleriyle mahalleyi, esnafı, kültürel dokuyu tanıyor, mekân ve insan ilişkileri arasındaki bağı kurabiliyor, kendisine bir aidiyet ve güven geliştiriyor. Hayatın evin dışında da aktığını anlıyor, şehri yaşayarak fark ediyor. Çocuk, komşunu ve arkadaşını görür, mahalle esnafını ve yaşlı amcayı tanır, engelli birine yardım eder ve selam verir, insan olmanın güzelliği ve sorumluluğu ile hayatta katılır.
Mahalleden Siteye Dönüşen Hayatımız
Site, belli kesime hitap eden, aynı görüş ve düşünceden, aynı yaşam ve tüketim tarzındaki insanlara hitap eden, ayrıcalıklı soylulaştırma anlayışı inşa ediliyor. Site etrafının çevrilmesi, güvenliğin öne çıkması ve içerisinde homojen bir yaşam inşa edilmesi nedeniyle kültürler arası geçişi engelliyor. Site dayanışmadan daha çok güç, kuvvet ve gösterişi merkeze alan, güvenliği öne çıkaran bir yapı. Fark etmeden şehri site site, mekân ve anlayış olarak parçalıyor ve ayrıştırıyoruz.
Siteler küçük bir site devleti gibi inşa ediliyor, siteler mahalle olmuyor. Mahalleler her kesimden insanın, farklı düşünce ve görüşten, farklı yaş ve kültürden, farklı gelir ve imkândan insanların yaşamına ortak imkân veren, ucu açık organik gelişen yerleşim birimleridir. Mahalle herkese aittir. Herkes mahalleye girip çıkabilir, herkes oranın bir paydaşı olabilir, herkes orada kendisine ait bir aidiyet bulabilir. Mahalle yardımlaşmayı ve dayanışmayı temel alan, insanî ve kültürel gelişmeye daha acık yerleşim birimidir.
Mahalle birleştiriyor, siteler ise ayrıştırıyor. Değişimin sosyolojik arka planını iyi okumamız lazım, site yaşamının ekonomik, sosyal ve kültürel hayatımızdaki etkilerini iyi okumamız gerekiyor. Sitelerle ev, yuva olma özelliğinden çıkmış, bir yatırım aracına dönüşmüştür. Ev bir yatırım aracı değildir, ev bir sıcak yuvamız ve yaşam alanımızdır. Bir yuvadır, insana huzur ve güven veren bir mekândır. Ev yitik cennetimiz, her gün teneffüs ettiğimiz, bizi onaran, imar eden, iyileştiren ve sığındığımız meskenimizdir.
Keşif Mekânı Olarak Evimiz
Evlerimiz iç mekân tasarımı, etrafındaki peyzaj, binaların yapısı ve estetiği, topografya ve çevreye uyumu, oluşturulan yaşam alanları ile çocuğun ve gencin merak ve keşif duygularını besler. Enerjisini ve merakını doğru yerde kullanmayan çocuklar bedenen sağlıksız, ruhen doyumsuz, fikren amaçsız bir şekilde oluyor.
Evlerin kendine ait hobi merkezleri ve bahçeleri olmalı, gençler arkadaş gurupları ile bir araya gelip zamanlarını ve enerjilerini doğru kullanabilmelidir. Apartman ve sitelerde, bu imkânları kaybediyoruz, fark etmeden insanlarımızın yaratıcılığını, üretkenliğini, düşünme yeteneğini de kaybettiriyoruz.
İnsanları silo gibi benzer binalara, her gün doldurup boşaltıyoruz. Çok katlı ve birbirini tekrar eden bina yapılaşması toplumumuzun heyecanını, üretkenliğini, estetik arayışını sınırlamaya ve ruhsuz bir ortamda yaşamasına sebep oluyor.
Mekânda Yabancılaşma
İnsanı bir yere bağlı kılan şeylerin başında dil gelir. Mekân isimlerinde Türkçenin kaybolması ile birlikte ortak anlayışımızı besleyen dilimizi kaybediyoruz. Yeni yapılan birçok site ve AVM’lerin ismi yabancı isimlerden oluşuyor. Her gün kendimize ait kültürel kodları yer ve mekân isimlerinde kaybediyoruz. Yaşadığımız zaman ve mekân ile ilişkilerimiz arasında kalıcı bir dil, kalıcı bir duygu, kalıcı bir tasavvur, kalıcı bir anlam kuramıyoruz. Bugün şehir içerisinde şehrin bütünlüğünden koparılmış sunî olarak geliştirilmiş mekânlar bizi şehre yabancılaştırıyor. Yaşadığımız tüm mekânlar, oradaki insanî, ahlâkî, erdeme ve paylaşıma dayalı ilişkiler, bizi oraya ait kılıyor. Kaybettiğimiz tarihsel ve kültürel her mekân ile kendimizi güçsüz ve korunaksız, anlamsız ve kayıp olarak…