Nübüvvet, en genel manasıyla Allah ile insanlar arasındaki elçilik görevini ifade eden bir kavram olup inancın temel esaslarından birini oluşturmaktadır. İlâhî dinler olarak nitelenen inanç sistemleri açısından nübüvvet kurumunda elçiliğin aracı vahiy, peygamberin nübüvvetini ispatlayan mucize ve elçiliğin amacını sağlayan tebliğ, temel kavramları teşkil etmektedir. Bu çerçevede peygamber, ilâhî seçim ve görevlendirme sonrasında ilâhî mesajları tebliğ eder, yanlış olarak değerlendirilen veya yozlaştığı kabul edilen inançları, ahlâk esaslarını ve dinî kuralları yeniler; bunun neticesinde ya bir dinî geleneği önceki haline döndürür veya yeni dinî kurallar bütünü ikâme eder.
Allah ile insanlar arasında iletişimi sağlayan bir kurum olması bakımından nübüvveti bir müessese olarak barındıran dinler, İslâm’ın yanı sıra Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştlük ve Maniheizm’dir. Peygamberlik bağlamında birbirlerine yaptıkları referanslar açısından Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm aynı peygamberlik geleneğine dayanmaktadır. Bununla birlikte peygamberlik inancı ve sistemi açısından aralarında büyük ölçüde farklar bulunmaktadır.
İslâm nübüvvet öğretisine göre, peygamberlik insanlık tarihiyle paralel bir süreçtir. Her topluma ilâhî mesajı tebliğ edecek peygamberler gönderilmiştir. Peygamberler gönderildikleri toplumun diliyle insanlara tebliğde bulunmuşlardır (İbrahîm 14/4; eş-Şûrâ 42/7). Peygamberler temel esaslar olarak inanç ve ahlâka dair aynı ilâhî öğretileri insanlara bildirmişlerdir. Nübüvvet silsilesinde peygamberler arasında mesaj ve faaliyet bakımından benzerlik ve birbirini tasdik söz konusudur. Bu bağlamda Kur’ân’da peygamberlerden kendilerine verilen kitap ve hikmeti doğrulayan bir elçi geldiğinde ona inanma ve yardım etme konusunda söz alındığını, onların da bunu kabul ettikleri ve şahit oldukları bildirilir (Âl-i İmrân 3/81). Hz. Peygamber’in (sas) nübüvveti ve kendisine indirilen vahiy de büsbütün yeni bir olgu olmayıp, insanlık tarihiyle paralel bir şekilde devam eden silsilenin bir devamıdır (en-Nisâ 4/163; en-Necm 53/56; el-Ahkâf 46/9). Hz. Peygamber’in (sas) nübüvvet silsilesinin bir devamı oluşu ve önceki nebevî geleneği tasdik eden bir ilâhî öğreti tebliğ etmiş olması, tarihî süreç ile peygamberler silsilesi arasında bir sürekliliğin olduğuna ve onun nübüvvetinin tarihten kopuk olmadığına Îsâret etmektedir. Bu bağlamda Kur’ân, bu vahyin önceki ilâhî öğretilerin yeniden ve son bir sunumunu teşkil ettiğini, bu son vahyi tebliğ eden Hz. Peygamber’in (sas) de kendisinden önceki peygamberler gibi olduğunu fakat insanlık tarihiyle başlayan bu sürecin son halkasını oluşturduğunu vurgulamaktadır.
Kur’ân’ın Ehl-i Kitap olarak nitelediği Yahudi ve Hristiyan geleneği peygamberlik zinciri bakımından nübüvvetin son halkasının arka planını oluşturmaktadır. Bununla birlikte Kur’ân, Yahudi ve Hristiyanlara yönelik hem inanca yönelik hem de uygulamalarına yönelik eleştirilerde bulunur. Ehl-i Kitab’ın, Allah’ın insanlara göndermiş olduğu ve peygamberlerce tekrar edilen ilâhî öğretiyi ve ilâhî kitapları tahrif ettiklerini bildirir (el-Bakara 2/42, 59,75, 79; Âl-i İmrân 3/71; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13, 41; el-A’râf 7/162). Böylelikle Ehl-i Kitab’ın tarihî süreçte kendilerine gönderilen peygamber ve kitaplar aracılığıyla tebliğ edilen ilâhî öğretiden saparak geliştirmiş oldukları yanlış inanç ve uygulamaların son peygamber ve vahiyle düzeltildiğine işaret edilir. Dolayısıyla tasdik ve tahrif çerçevesinde Kitab-ı Mukaddes geleneğinde nübüvvet anlayışı Hz. Peygamber’in (sas) rÎsâletini anlamada belirli ölçüde önem arz etmektedir.
Yahudilik nübüvvet geleneği bakımından Hristiyanlığın da arka planını oluşturmaktadır. Yahudilik’te nübüvvet temel inanç esaslarındandır. Mûsâ b. Meymûn’un (Moses Maimonides) sistemleştirdiği 13 maddelik iman esaslarında 6. ve 7. maddesi peygamberliğe imanı konu edinmektedir. Buna göre “peygamberlerin sözlerinin hak olduğuna” ve “Hz. Mûsâ’nın peygamberliğinin gerçek, onun kendisinden önce ve sonra gelen tüm peygamberlerden üstün olduğuna” inanmak iman esaslarındandır. Eski Ahit’te peygamberlik Tanrı’nın, seçtiği kimseler aracılığıyla iradesini insanlara bildirmesidir (Amos, 3:7). Peygamberler, bu görevi kendi dileği ve yeteneğiyle elde edemezler. İlahi sözlerin yeryüzüne ulaşmasına aracılık eden peygamberler Tanrı adına konuşup (Çıkış, 12-16; Sayılar, 22:38; Tesniye,18:18; Yeremya, 1:9, 15:19). Tanrı’nın hâkimiyeti altında (Hezekiel, 1:3), ilâhî mesajı insanlara ulaştırma mecburiyetinde olan kimselerdir (Amos, 3:8).
Eski Ahit’te nübüvvet mahiyeti itibariyle vahiy ve mucize kavramını da içerir. Tanrı peygamberleri göreve çağırır, onlara hitap eder ve konuştuklarına bir alamet olması bakımından mucizeler verir (Çıkış, 3:12; 4:1-9). Tanrı sözlerini peygamberlerin ağzına yerleştirir, onlar da bu sözleri Tanrı adına topluma aktarırlar (Çıkış, 4:15; Tesniye, 18:18). Böylece peygamberlerin asli görevlerinin Tanrı ile insan arasında elçilik yapmak ve tebliğ olduğu ifade edilmektedir. Vahiy, Eski Ahit metinlerinde peygamberliğin temel kavramlarından birini oluşturmaktadır. Vahye mazhar olmak Tanrı’nın seçimine bağlı olmakta, Tanrı’nın tecellisi veya meleği vasıtasıyla rüya veya rü’yet halinde (Tekvin, 6:13; 8:15) gerçekleşmektedir. Vahye mazhar olmakta Hz. Mûsâ’nın özel bir konumu bulunmaktadır. Tanrı, Hz. Mûsâ ile aracısız konuşmuş ve ona tecelli etmiştir (Çıkış, 33/11; Tesniye, 34:12).
Yahudi geleneğinde nübüvvet, seçilmişlik inancıyla doğrudan bağlantılı olarak anlaşılmıştır. Buna göre İsrail peygamberleri ile diğer milletlerin peygamberleri arasında ilâhî vahyin şekli ve muhtevası bakımından farklılıklar söz konusudur. Rabbanî geleneğe göre İsrail peygamberleri insanları günahtan sakındıran ve insanlara karşı merhamet besleyen kimseler olarak tanımlanırken, Bal’am gibi diğer milletlerin peygamberleri ise İsrail’i ve insanlığı ortadan kaldırmaya çalışan kişiler olarak takdim edilir. Diğer milletlerden peygamberler de ilâhî vahye muhatap olsalar bile kitabî peygamberlik İsrailoğullarıyla özdeşleştirilir. Hz. Mûsâ’dan sonraki dönemde ise tamamen onlarla sınırlandırılır (Gürkan, Yahudilik, s. 96).
Eski Ahit’te peygamberi ifade etmek üzere çeşitli kavramlar kullanılmaktadır. En yaygın kullanılan kavram çağıran veya çağırılan anlamındaki “navi”dir. Bu kelime Hz. İbrahim (Tekvin, 20:7), Hz. Mûsâ (Tesniye, 18:15) ve genel olarak Patriarklar’ı (Mezmurlar, 105:15) ifade etmek için kullanılmıştır. Eski Ahit’te peygamberi ifade etmek için kullanılan diğer iki temel kavram, gören anlamındaki “roeh” (gören) ve “hozeh” (gören) kelimeleridir. Bu isimler daha çok klasik peygamberler öncesi dönemde kullanılır. (Paul-Sperling, Prophets and Prophecy, XVI, 568). Roeh kelimesi ilk olarak Samuel (Şmuel) için kullanılmıştır (1.Samuel, 9:9). Hozeh kelimesi ise sürgün öncesi dönemde Yahuda’da özellikle Kudüs’te yaygın olarak kullanılmaktaydı. Bu isimlendirme temelde güney krallık bölgesi (Yahuda) orijinli metinlerde (örn. Amos, Mika, İşaya, I ve II. Tarihler) ortaya çıkmaktadır. (Wilson, “Prophecy: Biblical Prophecy”, XII, 16). Ayrıca bu üç kavramın dışında Eski Ahit’te geçen Tanrı’nın adamı (Tesniye, 33:1;1.Samuel, 9:6;1 Krallar, 13; 1.Tarihler, 23:14; Ezra.3:2), Tanrı’nın kulu (Çıkış, 14:31; Sayılar, 12:7-8; 2. Krallar, 21:10, 24:2) ve haberci (2.Tarihler, 36:15-16; Îsâya, 42:19) gibi ifadeler peygamberleri tanımlamak için kullanılır.
Eski Ahit’te Hz. Mûsâ kendisinden sonra gelen peygamberlerin modeli olup (Tesniye, 18:18) İsrail’de onun gibi bir peygamber çıkmamış (Tesniye, 34:10) ve Tanrı diğer peygamberler ile rüyada konuşmuşken onunla yüz yüze konuşmuştur (Sayılar, 12:6-8). Hz. Mûsâ sonrası peygamberlik kronolojik olarak “Önceki Peygamberler” ve “Sonraki Peygamberler” şeklinde ayrılmaktadır. Önceki peygamberler Yeşu, Hâkimler, I- II. Samuel ve I-II. Krallar kitaplarında geçen peygamberlerdir. Sonraki peygamberler ise İşaya, Yeremya, Hezekiel ve on iki peygamberden oluşmaktadır. Bir diğer ayırıma göre önceki peygamberler klasik dönem öncesi veya popüler peygamberler, sonrakiler ise klasik veya yazar peygamberler olarak sınıflandırılır (Paul-Sperling, Prophets and Prophecy, XVI, 567). Bu sınıflandırma önceki peygamberlerin mesajı sözlü ilettikleri sonrakilerin ise mesajı kendileri ve öğrencileri tarafından yazılı hale getirdikleri şeklindeki bir ayrıma dayanır.
Yahudi geleneğinde peygamberlik müessesesinin tarihi üç döneme ayrılabilir. 1. Hz. Mûsâ öncesi dönem. 2. Hz. Mûsâ ve Tevrat dönemi 3. Hz. Mûsâ sonrası dönem. Yahudilikte peygamberliğin ne zaman başladığına dair kesin bir yaklaşım bulunmamaktadır. Hz. Âdem ve Hz. Nuh, Tevrat’ta Tanrı’yla konuştukları, O’ndan buyruk aldıkları ve O’nun bazı lütuflarına mazhar oldukları bildirilmesine karşın peygamber olarak nitelenmez. İsrailoğulları’nın merkezinde olduğu etnisiteye dayalı Yahudi peygamberlik geleneği Hz. İbrahim ile başlatılır. Peygamberlik geleneği açısından Hz. Mûsâ öncesi dönem “Partriaklar/Atalar” dönemi olarak nitelenir. Bu devir Hz. İbrahim, Hz. İshâk ve Hz. Yakup dönemleridir. Atalar peygamber olarak nitelenmelerine rağmen onların peygamberlikleri Hz. Mûsâ’nın peygamberliği gibi görülmez. Zira Yahudi peygamberlik anlayışı Hz. Mûsâ merkezlidir. Yahudi inancına göre Hz. Mûsâ en yüce peygamber olup eşsiz bir konuma sahiptir. Sonsuza kadar devam edecek olan ilâhî yasa olan Tevrat ona verilmiştir. Hz. Mûsâ peygamberliğin protitipidir. Peygamberlik ondan sonra da devam etmiştir. Ama ondan sonra gelen tüm peygamberler onun yolundan gitmiş, onu örnek almış ve onun şeriatını tebliğ edip uygulamışlardır. Hz. Mûsâ sonrası peygamberler hakkında Tanah’ın “Neviim/Peygamberler” bölümünde bilgiler verilmektedir. Kronolojik olarak bu devir de ilk peygamberler ve sonraki peygamberler şeklinde iki döneme ayrılmaktadır. Yahudi inancına göre peygamberlik son peygamber Malaki ile son bulmuştur. Bu anlayışa göre nübüvveti alacak değerde kimse kalmadığından nübüvvet ruhu Malaki’den sonra İsrail’i terk etmiştir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Bununla birlikte kurtuluş düşüncesi, zamanın sonlarında İsrailoğulları’nı siyasî ve manevî olarak kurtaracak Mesih beklentisiyle devam etmiştir.
Hristiyanlık, Yahudi peygamberlik anlayışını temel alır, bununla birlikte yeni ve çok farklı bir yorumlamayla Îsâ-Mesih merkezli bir teoloji inşa eder. Hristiyanlıkta peygamberlik olgusu Hristiyan tarih algısıyla ilişkilidir. Hristiyanlık Tanrı’nın insanlarla olan iletişim sürecini eski ve yeni olmak üzere iki ahitle açıklar. Eski Ahit, Tanrı’nın İsrailoğulları’na gönderdiği peygamberler aracılığıyla insanlarla olan iletişimini ifade eder. Dolayısıyla Hristiyanlıkta peygamberliğin bir boyutu, Eski Ahit peygamberlik müessesesinin bir devamıdır. Bununla birlikte Îsâ Mesih ile birlikte Yeni Ahit dönemi başlamaktadır. Bu dönemde Îsâ Mesih’in konumu önceki peygamberler gibi değildir. O, peygamberliği aşan bir konumdadır. O, Tanrı’nın ezelî kelâmıdır. Bedenleşerek tarihin bir kesitinde bizatihi vahiy olarak indirilmiştir. O, Tanrının hulûl ettiği Rab olarak nitelenir. Çarmıha gerilip Tanrı’nın katına yükseltildikten sonra havariler ve Yeni Ahit metinlerinde peygamber olarak tanımlanan diğer şahsiyetler onun adına peygamberlik faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Yeni Ahit metinleri bağlamında nübüvvet anlayışında vahyin mahiyetine ilişkin farklı yorum söz konusudur. Vahyin bu yeni boyutunda Tanrı’nın kelamı bizzat Îsâ-Mesih’in kendisidir. Tanrı hulul etmiş olduğu Îsâ-Mesih aracılığıyla vahyetmiştir.
Yeni Ahit’te peygamberleri ifade etmek için “geleceği önceden haber veren” anlamındaki Grekçe “prophetes” kavramı kullanılır. Bu kavram Yeni Ahit metinlerinde Kutsal Ruh’un inayetiyle Tanrı’nın kelamını tebliğ eden elçi peygamberleri ifade eder. Hristiyan teolojisine göre Hz. Îsâ’dan önce gerçekleşen peygamberlik ve vahiy, Îsâ-Mesih’in ebedî ahdi için bir hazırlık dönemidir. Tanrı daha önce peygamberler aracılığıyla farklı şekillerde insanlara mesajını iletmişken, son çağda artık kendi oğluyla insanlığa seslenmiştir. Tanrı’nın ezelî kelamı olarak Îsâ-Mesih’le vahiy tamamlanmıştır. Hristiyanlığın merkezini teşkil eden Îsâ-Mesih’in mahiyetine dair temel inanç Yuhanna kitabında “Tanrının ezeli kelâmı” olarak tezahür etmiştir: “Başlangıçta kelam vardı. Kelam Tanrı’yla birlikteydi ve kelam Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı.” (Yuhanna, 1:1-3). Bu inanca göre Îsâ-Mesih varoluş öncesi bir varlıktır. Tanrı’nın kelamı, başlangıçta vardı, Tanrı ile beraber olup Tanrı’nın kendisiydi. Îsâ, Tanrı’nın kelamının bedenleşmiş hali olarak insanlar arasında yaşamış olan Tanrı’nın biricik oğludur (Yuhanna: 1:14).
Îsâ-Mesih ile birlikte gerçekleşen söz konusu vahiy, Kutsal Ruh’un inayeti altında havarilerin Îsâ Mesih ile yaşadıkları tecrübeleri sözlü olarak tebliğ etmeleri ve Kutsal Ruh’un ilhâmıyla yazıya geçirmeleri neticesinde korunmuştur. Hristiyan teolojisinde Hz. Îsâ sonrasında da O’nun adına peygamberlik faaliyeti devam etmiştir. Çarmıha gerilen ve çarmıh hadisesinden sonra yeniden dirilip göğe yükseltilen Îsâ, Hristiyan teolojisini inşa eden Yeni Ahit metinlerinde özellikle Yuhanna İncili ve Pavlus’un mektuplarında “Rab” ve “Mesih” olarak nitelenmiştir. O, evrenin yaratılışından önce vardı ve bu yaratılışa aracılık yapmış bir varlıktır. Ona inananlar ancak O’nun aracılığıyla Baba’ya ibadet edebilirler. Bu bağlamda Pavlus Kristolojisi çerçevesinde şekillenen Hristiyan teolojisi Eski Ahit peygamberlik anlayışından farklı olarak merkeze Tanrı yerine Îsâ-Mesih’i yerleştirmiştir. Yeni Ahit metinlerinde söz edilen Îsâ-Mesih sonrası peygamberlik, Tanrı’nın kelamı olarak Îsâ-Mesih’in yaşamını anlama ve yorumlama çabasıdır. Bu bağlamda Ruhu’l-kudüs, havariler, peygamberler ve kilise, Tanrı’nın ezeli-ebedi kelâmını tebliğ etmekle görevlidirler. Îsâ sonrası dönemde peygamberler Kutsal Ruh tarafından görevlendirilmekte ve O’nun denetimi altında faaliyet göstermektedirler. Vahiy anlayışına ilişkin olarak Îsâ-Mesih sonrası dönemde Kutsal Ruh’un inayetiyle vahiy olgusu devam eder. Havari ve peygamberlere O’nun aracılığıyla ilahi vahiy gelir. Tanrı’nın Ruhu daha önceleri peygamberlerin ağzıyla konuştuğu gibi şimdi de havarilerin ağzıyla konuşur (İbranilere Mektup, 3:7; 9:8; Resullerin İşleri, 5:39, 11:12). Kilise de bu manada peygamberlikle ilişkili olarak Kutsal Ruh’un denetimi altındadır. Geleneksel Hristiyanlık’ta Îsâ-Mesih’in Tanrı’nın oğlu ve ezelî kelamı olarak tanımlanmasına, vahiy olgusunun Eski Ahit anlayışının aksine, Îsâ merkezli ve Kutsal Ruh’un inayeti inancı çerçevesinde devamlılığı düşüncesine karşın gerek klasik gerek modern dönemde farklı Îsâ tasavvurları hep var olagelmiştir.
Özellikle modern dönemde gerek Sinoptik İncillerin bazı tasvirleri gerekse diğer bazı tarihî verilerden hareketle Hz. Îsâ’nın tarihî şahsiyeti bakımından İsrailoğulları’na gönderilmiş bir peygamber olduğuna dair akademik çalışmaların var olduğunu söylememiz gerekir.
Kaynakça
Ayğan, Fadıl, Son Peygamberi Müjdelemek: Beşairü’n-Nübuvve, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (ÎSÂM), 2017.
Gürkan, Salime Leyla, Yahudilik, İstanbul: Îsâm Yayınları, 2008.
Paul, Shalom M.-Sperling S. David, “Prophets and Prophecy”, EJd, Jerusalem 2007, XVI,566-580.
Sinanoğlu, Mustafa, “Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerim’de Nübüvvet”, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995.
Wilson, Robert R, “Prophecy: Biblical Prophecy”, ER, ed.Mircea Eliade, New York 1987, XII, 8-23.