Menü
Hüseyin Algül
Hüseyin Algül
Kur’ân-ı Kerîm’de Muhâcirler ve Ensar
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Asr-ı Saâdet Toplumunun Mimarları Olan Muhâcirler ve Ensar

Medine’ye hicretten sonra yapıp ettikleriyle huzurlu bir toplumun harcını oluşturan muhâcirler ve ensâr hakkındaki bilgilerimiz, çoğunlukla şifahî anlatıma ve duyuma dayalıdır. Hâlbuki ashâbın özünü oluşturan bu iki zümre hakkında kitaba dayalı daha derin bilgileri edinmemiz uygun olur. Özellikle bu konuda Kur’ân’ın söyledikleriyle Hz. Peygamber’in (s.a.s) hadisleri önem taşımaktadır. Kur’ân ve hadis bağlamında bu zümrelerin özelliklerini tanıyabilirsek, ilk İslâm toplumundaki huzur ve başarının içyüzünü de anlayabiliriz.

  • Muhâcirler ve ensâr, ashâb-ı kirâmı oluşturan iki ana zümredir. Kur’ân ve Sünnet’te bu unvanlar yer alır. Dolayısıyla, bu zatlar asr-ı saâdet sürecinde bu unvanla anılmışlar ve İslâm tarihi boyunca da böyle anılagelmişlerdir.
  • Muhâcirûn ve ensâr unvanları, asr-ı saâdet denilen kutlu zaman diliminde yaşayanlar hakkında şeref ve itibar kazandıran unvanlardır.
  • Muhâcirûn ve ensâr, kıyâmete kadar gelecek Müslümanların gıpta ile örnek aldığı seçkin insanlardır. Çünkü muhâcirûn ve ensâr, Kur’ân ve Sünnet’te örnek gösterilmişlerdir.

Muhâcirler (Muhâcirûn)

Tekil olarak muhâcir, “Ülkesinden çıkıp başka bir yere göç eden” demektir. Çoğul olarak muhacirûn ise, “Göç edenler” anlamına gelir.

İslâm tarihinde muhâcirûn deyince, “Allah’a ve Resûlü’ne iman eden, İslâm’ı içtenlikle kabul edip gereğince yaşamaya çalışması sebebiyle Mekke’de puta tapıcılarca çeşitli eziyetlere uğratılan ve öz yurtlarından göç etmeye zorlanan kimseler” anlaşılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de birçok âyette buna işaret edilir. Biz burada sadece birkaç âyeti meâlen aktararak meselenin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmayı düşünüyoruz.

Yüce Allahmuhâcirlerle ilgili olarak Kur’ân’da şöyle buyurmaktadır:

  • Zulme uğradıktan sonra Allah uğrunda göç edenleri muhakkak ki biz bu dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz; âhiret ecri ise elbette daha büyük olacaktır… Onlar güçlüklere katlanan, rablerine güvenen kimselerdir.” (Nahl, 16/41-42).
  • Onlar sırf ‘Rabbimiz Allah’tır’ dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir…”  (Hac, 22/40).
  • “… Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. And olsun ki Allah katından bir mükâfat olarak onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım…”  (Âl-i İmrân, 3/195).
  • İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah’ın rahmetini umarlar…” (Bakara, 2/218).
  • İnananlar, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselere Allah katında en büyük dereceler vardır. İşte, kurtulanlar onlardır. Rableri onlara, katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde tükenmez nimetler bulunan ebedî ve temelli kalacakları cennetleri müjdeler. Doğrusu büyük ecir Allah katındadır.” (Tevbe, 9/20-22).
  • Rabbin türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır.” (Nahl, 16/110).
  • Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden Allah’a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah’a düşer. Allah bağışlar ve merhamet eder.” (Nisâ, 4/100).

Kur’ân-ı Kerîm Işığında Muhâcirlerin Vasıfları

Yukarıda kaydedilen âyet-i kerîmelerden anlaşıldığına göre Kur’ân-ı Kerîm’de muhâcirlerin özelliklerine dair şunlar söylenebilir:

  • Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için yurtlarından ve mallarından olmuşlardır.
  • Muhâcirler, zulme uğrayıp hicret ettiler. Yüce Allah haksızlığa ve zulme uğrayarak hicrete zorlananları bu dünyada güzelce yerleştirir, âhiretteki mükâfatı ise daha büyük olacaktır.
  • Yüce Allah, haksızlığa uğrayarak yurtlarından çıkarılanların, bu uğurda can verenlerin günahlarını bağışlar, öteki dünyada da cennetine koyar.
  • Hicret edenler (muhâcirler) Allah’ın rahmetine ve mağfiretine (ilâhî affa) erişirler.
  • Hicret edip canlarıyla mallarıyla Allah yolunda cihad edenlerin Allah katında dereceleri çok yüksektir.
  • Allah yolunda hicret eden kişi dünya üzerinde bereketli yer ve genişlik bulur. Bu uğurda ölürse de Allah onun ecrini verir.
  • Hicret edenler (muhâcirler) Allah’ın rızasına erişmişlerdir, Kendilerine cennet nimetleri ihsan ve ikram edilecektir, Allah’ın yardımına güvenirler, Allah’ın Resûlü’ne destek olurlar.
  • Müşrikler tarafından mallarına el konularak ziyana-zarara uğratılmışlardır, bedenlerine işkence edilmiştir, hakaret yoluyla şeref ve haysiyetlerine saldırılar düzenlenmiştir, alay ve istihza ile toplumda küçük düşürülmek istenmişlerdir. Tüm sıkıntılar karşısında sabır göstererek Allah katında yüksek dereceye erişmişlerdir. Öyle ki, sadece hicretten önce değil, hicretten sonra da cihâda devam etmişlerdir.
  • Ömür boyu doğrunun yanında, yanlışın karşısında olmayı başarmışlardır. Yaşadıkları sürece zulmün ve zâlimin karşısında mazlumun ise yanında yer almışlardır. Allah’ın adını yükseltmek uğrunda yapılan savaşlara katılmışlar ve bir kısmı bu savaşlarda şehit düşerken, bir kısmı da yaralanarak gâzi olmuşlardır.
  • Muhâcir”, dinî hizmetlerde önceliği olan ve birinci sırayı alan bir zümrenin mefharet (iftihar) unvanıdır. (Bk. Nahl, 16/41, 42, 110; Bakara, 2/ 218; Âl-i İmrân, 3/195; Nisâ, 4/100; Tevbe, 9/20-22, 100;  Hac, 22/40, 58, 59).

Bu kısımda son bir not düşelim. Âyette yer alan “Allah’a ve Peygamberine hicret ederek çıkan kimse” ifadesi hicretin motor gücünü vurgulamaktadır. Yani hicret, şekil olarak Mekke’den Medine’ye vuku bulmuştur ama bunun motor gücünü ve yakıtını “Allah ve Peygamberin rızasına erişmek; gaye, fikir ve mana olarak bunlara yönelmek” oluşturmaktadır.

Hadîs-i Şeriflere Göre Muhâcirlerin Vasıfları

Hadîs-i Şerîflere Göre muhâcirlerin vasıfları şunlardır:

  • İslâm’ın ilk yayılış döneminde (asr-ı saâdet’te) yaşandığı şekliyle hicretçetin bir iştir.
  • Muhâcirler, işte bu çetin işe girişebilen yürekliler zümresidir.
  • Hicret, büyük fedakârlıktır.
  • Muhâcirler, bu fedakârlığı göğüsleyen yiğitlerdir.
  • Muhâcirler, taşınabilir az sayıdaki eşya dışında evleri dâhil tüm mal varlıklarını terk etmek durumunda kalmışlardır. Hatta bazılarının taşıyabilecekleri azıcık eşyaya da el konulmuş, tahsil edeceği alacaklar kendilerine ödenmemiş, paraları ellerinden alınmış ve sadece bir canı ile hicret yoluna düşmüşlerdir. Bunlardan biri Suheyb b. Sinan Hazretleri olup Resûl-i Ekrem Efendimize haber verilince: “Suheyb kazandı!” buyurmuştur.
  • Onlar, Allah’ın rızasına ve Resûl-i Ekrem’in (as.) hoşnutluğuna erişebilmek için hicret etmişlerdir.
  • Dinî hizmetlerde hep en önde koşmuşlardır.
  • Cennet müjdesine ilk erişenler olup, cennete ilk girecek olanlar bunlardır.
  • Ümmet-i Muhammed arasında insanlar için çıkarılmış en hayırlı nesillerdir. Kıyamet gününde yüzlerinin nuru güneş ışığı gibi parlayacaktır (bk. İbn Mâce, Zühd, 35; Tirmizî, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 324, 354).
  • Bizzat Peygamber Efendimiz de en büyük muhâcirdi ve İslâm’a hizmeti geçen önemli zümrelerle beraberliğini ifade ederken muhâcir unvanını en önde tutardı.
  • Resûl-i Müctebâ (as.), “Eğer hicret (dinî bir emir ve ibadet) olmasaydı, ben muhakkak ensârdan biri olurdum” diyerek ensâra değer yüklerken, muhâcirleri birinci sırada tutmuştur. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1).

Ensâr

Ashâb-ı Kirâm’ın ikinci halkasını ensâr oluşturmaktadır. Ensâr, çoğul olarak “çok yardım edenler” anlamındadır. Ensârdan bir zat kastedilince “ensârî” tabiri kullanılır. İslâm tarihi literatüründe ensâr, “Medineli Evs ve Hazrec kabilelerinin tümüne verilen isim”dir. Bu kabilelerle muâhedeli (anlaşmalı) olanları da tanımın kapsamına ekleyenler vardır. Bu unvanla anılmalarının sebebi, “Medine’ye göç eden Hz. Muhammed (sas) ile muhâcirlere yardımcı olmaları”dır. Ensârın Hz. Peygamber’e (sas) ve muhâcirlere yaptıkları hizmetlerle bu esnada gösterdikleri fedakârlıklar Kur’ân-ı Kerîm’de övülmüştür ki bu âyetler meâlen şöyledir:

  • “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhâcirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır…” (Enfâl, 8/72).
  • “İman edip de Allah yolunda cihad edenler, hicret edenler ve (muhâcirleri) barındıranlar ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.” (Enfâl, 8/74)
  • “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler (Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, onları öz canlarına tercih ederler)…” (Haşr, 59/9).
  • İyilik yarışında önceliği kazanan muhâcirler ve ensâr ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte, büyük kurtuluş budur. (Tevbe, 9/100).

Kur’ân-ı Kerîm Işığında Ensârın Vasıfları

Yukarıda kaydettiğimiz âyet-i kerîmelere göre Kur’ân-ı Kerîm ışığında ensârın vasıfları hakkında şunlar söylenebilir:

  • Ensâr-ı Kirâm Hazretleri muhâcirleri barındırırlardı, onlara yardım ederlerdi.
  • Muhâcirlere yaptıkları yardımlardan dolayı asla pişmanlık duymazlardı; aksine yardımlarını sürurla, sevinçle ve büyük bir manevî hazla yaparlardı, onlara yaptıkları yardımların ardından başa kakmazlardı.
  • Muhâcirlere derin sevgi beslerlerdi.
  • Kendileri ihtiyaç içinde olsalar da muhâcirleri kendilerine tercih ederlerdi; isâr, ihsan ve ikram sahibiydiler, diğerkâmdılar.
  • Yaptıklarını en iyi bir şekilde yaparlardı.
  • Sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât idiler. Yani hayır hasenâtla sürekli iyilik ederlerdi; cömerttiler, ikram sahibiydiler.
  • Mala, mülke karşı tamahkâr değildiler, her çeşit hırstan uzak idiler, imkânlarını toplum yararına olan hizmetlere kolayca aktarabiliyorlardı.
  • Onlar muratlarına ermişlerdi.

Hadîs-i Şeriflere Göre Ensârın Vasıfları

Hadîs-i Şerîfler ışığında ensârın özellikleri hakkkında da şunlar sıralanabilir:

Hz. Peygamber (as.), İslâm’ın yayılması amacıyla Mekke’den Medine’ye göç etmiş, bu yüzden “muhâcir” unvanını almıştı. Bu anlamda keyfiyet bakımından en büyük muhâcir o idi. Ancak Allah’ın adını yüceltme ve İslâm’ı ötelere taşıma adına hicret etmiş ve muhâcir uınvanını almış olmasaydı, ensârdan biri olmayı tercih eder ve böyle şerefli bir unvanı almakla mutlu olurdu. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1).

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (sas) tespitine göre ensâr;

  • Üzerlerine düşen görevi hakkıyla yapan ve ahidlerinde duran gıptaya şayan bir zümredir.
  • Kendileriyle böyle bir unvanın paylaşılabileceği seçkin bir topluluktur.
  • Ensâr topluluğunu mü’minler severdi. Zira onlar, mü’minleri sevindirecek samimi hizmetlere ve yardımlara koşarlardı…
  • Münafıklar ise ensâra buğzeder, kin ve husûmet beslerlerdi. Çünkü ensârın İslâm’ın yayılması ve Müslümanların başarısı adına yapıp ettikleri, münafıkları rahatsız ederdi.
  • Nebevî müjdeye göre ensârı sevenleri Allah da severdi, ensârı sevmeyenleri Allah da sevmezdi. (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 3).
  • Resûl-i Ekrem (sas), Allah’ın af, rahmet ve mağfiretine erişmeleri için onlara dua ederdi.
  • Ensâr, Allah Resûlü’nün (s.a.s) yanında insanların en sevimlileri ve sevilenleri arasındaydı.
  • Resûl-i Müctebâ (s.a.s) tarafından kendilerine “Mahallelerinde hayr olduğu” müjdelenmişti.
  • Sevgili Peygamberimiz tarafından Kevser Havuzu’nda birlikte olacakları müjdesi de kendilerine verilmişti. (Menâkıbü’l-Ensâr, 7).

Ensâr, gerçekten de Sevgili Peygamberimiz’e (sas) gönülden bağlanmışlardı; onun peşinden yürümüşler, yol almışlar, ona samimiyetle sadâkat göstermişlerdi.

Ensâr, Peygamber Efendimiz’in (sas) cemaati, sırdaşı, emînleriydi. Bu sebeple Allah Resûlü (as.) onlara çok güvenirdi.

Allah Resûlü (sas), onların zor zamanda muhâcirlere sahip çıkışını hiç unutmaz, yardımlarını sürekli takdirle anardı.

Resûl-i Ekrem (sas), onlara vefakâr davranırdı, muhâcirlerin de böyle davranmalarını isterdi. Bu münasebetle kendisinden sonra idare mevkiine gelecek muhâcirlere, “ensârdan iyilik edenlere bolca mükâfat vermelerini, hata yapanları da affetmelerini” hatırlatırdı (Buharî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1-10; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 43-44; Tirmizî, Menâkıb, 66).

Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler Işığında Muhâcirler ve Ensârın Ortak Özellikleri

Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerde ortaya çıkan bilgiler dikkate alındığında Hz. Peygamber’in (sas) yetiştirdiği ve insanlığın hizmetinde öncü kıldığı muhâcirler ve ensârın zihniyet, kişilik ve davranış özellikleri şöyle özetlenebilir:

  • İnançlı idiler, Allah’a tevekkül ve teslimiyetleri, Allah Resûlü’ne (sas) muhabbetleri tamdı. Allah ve Resûlü’nü her şeyden ve herkesten, hatta öz canlarından daha çok severlerdi. Allah’a ve Resûlü’ne itaat ve ittibâları (gösterdikleri gayede yürümeleri) samimi idi.
  • Güzel ahlâk sahibi idiler. Bilgili idiler, her gün yeni bir şey öğrenmeye istekli idiler, ilmî gelişmeye samimi destek verirlerdi ve daha çok öğrenmek için plânlı bir çaba içindeydiler.
  • Becerikli idiler, bir hizmeti gerçekleştirme konusunda organize olma yetenekleri gelişmişti. Çalışkan ve gayretli idiler, emeğe ve alın terine çok önem verirlerdi.
  • Kazandıklarıyla bir yandan aile fertlerinin ihtiyacını karşılarken, diğer yandan yoksulları, yetimleri, ihtiyaç sahiplerini gözetirler, İslâm toplumunun gelişmesi adına gösterilen hayırlı hizmetlere gönül rızasıyla katılırlardı.
  • İhsan, ikram, isâr (cömertlik, ikram, diğerkâmlık, kendisi muhtaç bile olsa başkasının ihtiyacını karşılamayı önceleme), onların ayrılmaz özelliğiydi. Tamahkâr ve harîs (açgözlü) değillerdi.
  • Sabırlı idiler, inanç ve ibadet dünyalarını koruyabilme adına giriştikleri hayırlı işlerde karşılaştıkları engelleri sabırla aşmaya çalışırlardı. Müşriklerin alay, istihza ve eziyetlerine karşı sabırlı, bunların dışında başlarına gelen çeşitli sıkıntılara karşı da tahammüllü idiler. Herkese hak yolu göstermekte gönüllü idiler. İslâmî hizmetlerde çok duyarlı olup hizmetin başarıya ulaşabilmesi adına gerek mal gerekse canla her fedakârlığı göze alırlardı.
  • İslâmî hizmetlerde çok samimi idiler, kendilerini öne çıkarmadan bu kabil hizmetlerin içinde yer almayı ödev bilirlerdi. İ’lây-ı Kelimetullâh (Allah’ın adını yüceltme) uğrunda can ve mallarıyla mücadeleyi gaye edinirlerdi.
  • Zulme, tahakküme, şiddete ve fitne-fesatla İslâm’ın yayılmasını önleme çabalarına karşı sabit-kadem oldular, direndiler. Allah yolunda yürüyerek Resûl-i Müctebâ’nın (sas) davasına samimi hizmet ettiler, ol Resûl-i Kibriyâ’yı yürekten sevdiler ve uğrunda büyük gayret gösterdiler.
  • Temiz ve tertipli idiler; estetik duyguları gelişmiş olup nazik, kibar ve güler yüzlü idiler. Duygu, düşünce ve davranışlarında samimi idiler. Kalb-i selîm ve kalb-i münîb (kötülükten arınmış ve Hakk’a yönelmiş bir kalp) sahibi olmak, en önemli gayeleri idi. Bu gayeye erişmek için sürekli gayret içindeydiler.
  • Merhametli, vefakâr, mütevazı, dürüst ve olgun idiler. Hak ve adâletten ayrılmazlardı, zulme ve zâlime karşı idiler. Toplumun temel direklerinden biri olduğunun bilinciyle her davranışın başkasını etkileyeceğini düşünerek daima iyi niyet taşırlar, iyilik yaparlar, toplum binasının bir tuğlası, toplum bedeninin bir organı olduğunu hatırdan çıkarmazlardı.
  • Samimi bir dayanışma içinde olup toplum barışına sürekli katkı yaparlardı. Din kardeşliğinin bir sonucu olan sevgi, saygı ve samimi yardımlaşmanın gereklerini yerine getirirlerdi. Akrabalık hukukuna riayet ederlerdi; onlara ilgisiz kalmazlar, sıla-i rahme önem verirlerdi. Komşuluk haklarını gözetirlerdi, komşusu açken tok yatmanın imanın olgunlaşmasına engel teşkil ettiğinin şuurunda idiler.
  • Dostluğa ve sohbete eğilimli idiler. Çok vefakârdılar, dostlarını, yoldaşlarını, hizmet arkadaşlarını asla unutmazlardı. Din kardeşliğinin inceliklerini her zaman hatırda tutarlar, bu hususta kendilerine yakışan hizmetleri samimiyetle yaparlardı. Güler yüzlü idiler, kin tutmazlardı.
  • Hastalarla, cenaze sahipleriyle ilgilenirlerdi; Hastalara Cenâb-ı Hak’tan şifa dilerler, ölüm ânında imkân varsa cenaze namazına ve devamında kabre intikaline katılırlar, geride kalanlara taziye verirler, teselli ederlerdi.
  • Hiç kimseye haset etmezlerdi, çekememezlik duygusu onlara yabancıydı. Kin tutmak, husûmet beslemek, öç almak gibi kötü duygu ve düşüncelerden uzak dururlardı. Gurur, kibir ve ucubtan (kendini beğenmişlikten) uzak idiler. Boş şeylerle kendilerini aldatmazlar, büyüklenmezler ve yaptıklarını öne çıkararak kendini beğenme duygusuna kapılmazlardı.
  • İçki, kumar, zina gibi toplumu ve nesli helâke götüren kötülüklerden uzak dururlar, İnsanları felâkete sürükleyen bu kabil kötülükleri önlemek için çaba gösterirlerdi. Çevreyi rahatsız edici her davranıştan kaçınırlardı. Bencil değillerdi, başarılarından sadece kendine pay çıkararak böbürlenmezlerdi; katılımcı, paylaşımcı ve alçakgönüllü idiler.
  • Şefkat, merhamet, müsamaha (hoşgörü) ve cömertlik, şiarları idi. Başkalarının hataları peşine düşmezler, çevresindekilerin eksiklerini teşhir edip yaymazlardı. Fitne çıkarmazlar, toplumu karıştırmak isteyen fitnecilere âlet olmazlardı. Her zaman birlik, beraberlik, dayanışma ve huzura katkıda bulunurlardı. Toplumun huzurunu bozmak isteyenlere uygun yöntemlerle tepki ve tavır koyarlar, huzuru bozmak isteyenlere âlet olmazlar, aksine huzur ve güven ortamının yaygınlaşması için olanca güçleriyle çalışırlar, muhabbet ve saygı ortamının sürekliliği için çaba gösterirlerdi.
  • Güvenilir (emîn) ve dürüst insanlardı. Hayatın her safhasında istikamet üzere-dosdoğru olmak, onların şiarıydı. Üretimde, tüketimde, ticarette, alışverişte, ölçüde, tartıda dürüst idiler. Birlikte çalıştığı kişilerin hukukunu gözetirlerdi. Kul hakkına azamî saygı gösterirler; kovu-gıybet yapmazlar, iftira etmezler, insanları tahkir etmezler, üzücü-küçültücü-incitici anlamlar içeren ifadelerle onları rahatsız etmekten, süizandan ve tecessüsten uzak dururlardı.

Bu yazıyı Allah Resûlü’nün (s.a.s) bu iki kutlu nesli bir arada zikreden duası ile tamamlıyoruz:

Gerçek hayat âhiret hayatıdır. Allahım! Sen, ensâr ve muhâcirlere iyilik ihsan eyle, merhamet buyur, mağfiretine eriştir!” (Buharî, Menâkıbü’l-Ensâr, 8)

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x