Yüce Rabbimiz, şerefli bir konumda yarattığı insanı, sınav için dünyaya gönderirken onu başıboş bırakmamış, onun dünyadaki yol haritasını da çizip ona bildirmiştir. Bunun için ilk insanı ilk peygamber kılmış ve ilk mesajını da ona indirdiği sayfalarla öğretmiştir. Yüce Allah’ın tüm eşyanın isimlerini öğreterek bizzat eğittiği (Bakara 2/31) Hz. Âdem’den (sas) sonra insanlığa, sürekli peygamberler gelmiş ve onlar hem Yüce Rabbin insanlığa mesajını iletmişler, hem de o ilahî öğretilerin nasıl uygulanacağını bizzat yaşadıkları hayatla ortaya koyarak insanlığa örnek olmuşlardır.
Evet insan, doğruyu eğriden ayırt etme melekesine sahip akıllı bir varlıktır. Yüce Yaratıcı, insanın fıtratına istikamet üzere kalma yetisini de koymuştur. Ancak insan fıtratıyla sürekli mücadele eden şeytanların salvolarına karşı akıl, tek başına her zaman yeterli olamamıştır. Öyle olsaydı insanlık tarihindeki akıllı bunca insan hep istikamet üzere olurlar, savrulmaz, peygambere de ihtiyaç kalmazdı. İşte bu noktada peygambere ihtiyaç duyulmuştur. Peygamberler, bir yandan fıtrat üzere olan insanların istikamet üzere kalmalarını sağlama ve onları kemale taşıma görevini ifa ederken; öte yandan fıtrattan yabancılaşan, sapan ve savrulan insanların yeniden fıtrata dönmelerini sağlama görevini yerine getirmişlerdir. Onun için kendisine ilahî kitap verilmeyen peygamber çoktur. Ancak peygamberi olmayan ilahî kitap yoktur. Çünkü ilahî kitabın insanlara ulaştırılmasında, doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilmesinde peygamberin rehberliğine ve örnekliğine ihtiyaç vardır. Nitekim çoğu zaman peygamberler, sapkınlık bataklıkları içerisinde çırpınan insanları kurtarmak için gelmişlerdir. “And olsun ki, her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının.’ diyen peygamber göndermişizdir.” (Nahl 16/36). Âyet, peygamberlerin iki temel görevine dikkat çekmiştir: İnsanı Allah’a kullukta tutma ve tâgūtun ağına düşmekten kurtarma.
Yüce Yaratıcı, insana olan sevgisini ve ilgisini peş peşe gönderdiği peygamberlerle göstermiştir. “Onların izleri üzerinden peygamberlerimizi ard arda gönderdik.” (Bakara 2/87, Mâide 5/46, Hadîd 57/27). “Sonra birbiri peşinden peygamberlerimizi gönderdik.” (Müminûn 23/44). “Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” (İsrâ 17/15). Böylece insanlık tarihi boyunca peygamberler halkası, tevhid mesajının insanlığın gündeminde kesintisiz olarak çınlamasını sağlamışlardır.
Kur’ân’da peygamberlik nebî ve resûl kavramlarıyla ifade edilir. Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberler anlamına gelen ve pek çok peygamberin kıssasını anlatan Enbiyâ sûresi olduğu gibi, Nûh, Hûd, İbrahim, Yusuf, Yûnus, Muhammed isimleriyle anılan sûreler de yer alır. Kur’ân’da yirmi beş peygamberin ismi açıkça geçer. Allah tarafından insanlar içerisinde seçilerek gönderilen bu elçiler, beşîr (müjdeci), nezîr (uyarıcı), şâhid (hakikatin ve toplumun şahidi) gibi sıfatlarla da anılırlar.
Resûl/Mürsel (çoğulu Rusül/Mürselûn), gönderilen kişi, elçi olarak görevlendirilmiş kişi anlamınadır. Nebî kelimesi ise, haber anlamına gelen nebe’ kökünden türemiştir. Yükseklik anlamına gelen “ne-be-ve” kökünden türetilmiş olduğu da söylenmiştir ki buna göre de bu kavram nebinin seçilmiş yüksek bir şahsiyet olduğuna işaret eder. Nebe’ önemli haber anlamınadır. Nebî (çoğulu enbiyâ) de insanlık için en önemli haberleri getiren Allah’ın elçisidir. Bir Kur’ân sûresinin adı da Nebe’dir. Bu sûrede insanlık için en önemli haber olan kıyamet ve öldükten sonra diriliş konusu ana tema olarak işlenir. Nebî, Allah’tan aldığı haberleri, aldığı gibi insanlığa ulaştıran elçidir. Elbette nebînin görevi yalnızca haberi ulaştırmaktan ibaret değildir. O, Allah’tan aldığı haberi, muhataplarının seviyelerine göre açıklayan ve kendi hayatında yaşayarak yorumlayan kimsedir. Bunun için peygamberler insanlığın önderleridir. Nitekim Kur’ân bu hususu yeminle başlayan âyetlerinde iki peygamber özelinde şöyle açıklar: “İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır.” (Mümtahıne 60/4). “And olsun ki, sizlerden, Allah’ı ve ahiret gününü uman kimse için, bunlarda güzel örnekler vardır.” (Mümtahıne 60/6). “And olsun ki sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektir.” (Ahzâb 33/21).
Peygamberlerin insanlığa örneklikleri çok yönlüdür. Şöyle ki onlar güvenilir, özgüven sahibi ve çevrelerine güven veren (emîn) doğru sözlü (sıdk) kimselerdir. Onlar temiz bir geçmişe sahip sabıkasız, peygamber olduktan sonra da günahlardan korunmuş (ismet) kimselerdir. Onlar, herhangi bir beklenti için değil, yaptıklarının karşılığını yalnızca âlemlerin Rabbinden bekleyen ve sırf Allah rızası için elçilik görevlerini yerine getiren (hasbî) kimselerdir. Onlar, uhdelerine aldıkları görevi, tüm engellemelere karşı yılgınlık göstermeden, açık ve net bir şekilde (mübîn-tebliğ) yerine getirmeyi şiar edinmiş kimselerdir. Onlar, iyileri dünya ve ahiret güzellikleriyle müjdeleyerek (beşîr) ve yeri gelince de karşı çıkan kötüleri dünya ve ahiret azabı ile uyaran (nezîr) kimselerdir. Onlar gidişata seyirci kalmayan, onu istikamet çizgisinde tutmak için gayret eden hakikatin tanığı (şahid) kimselerdir.
Onlara iman eden, onların izinde olduklarını söyleyen davetçiler başta olmak üzere müminlerin bu özelliklere sahip olmaları gerekir. Yani onlar gibi güvenilir olmaları ve çevrelerine güven vermeleri gerekir. Onlar gibi maddî ve manevî kirlerden arınmış olmaları gerekir. Onlar gibi çalışmalarında Allah’ın rızasını öncelemeleri gerekir. Onlar gibi tavizsiz olmaları gerekir. Onlar gibi söylemlerinde müjde ve uyarıyı dengeli bir biçimde götürmeleri gerekir. Onlar gibi yaşananlara duyarlı olmaları gerekir. Yoksa peygamberlerin güzelliklerini hayata taşımayan bir peygamber imanının sahibine çok da bir faydası olmayacaktır.
Kur’ân, peygamberlere karşı yükümlülüğün yalnızca onlara iman etmekten ibaret olmadığını, onlara itaat, ittiba, icabetin de gerekli olduğunu bildirir. “Biz her peygamberi ancak, Allah’ın izniyle, itaat olunması için gönderdik.” (Nisâ 4/64). Ey inananlar! Allah’a ve peygamberine itaat edin. (Enfâl 8/20). “Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder.” (Âl-i İmrân 3/31). “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin.” (Enfâl 8/24). Dolayısıyla peygambere iman, onu tanımak, onu sevmek, onun çağrısına icabet etmek, onun emirlerine uymak, ona benzemek, onu izlemekle gerçekleşecektir. Aksi takdirde insanlar peygamberlere başkaldıran, onlara muhalefet eden, onlara eziyet eden, onların önüne geçen kimseler olacak ve Allah’ın gazabına müstahak olacaklardır.
Peygamberler, bir Allah’ın elçisi olduklarından, aynı kaynaktan beslendiklerinden, aynı hedefe doğru yol aldıklarından ana konularda ortak bir çağrının adamlarıdırlar. Nitekim bir hadiste bu husus şöyle açıklanmıştır: “Peygamberler, anneleri ayrı, babaları bir kardeşler gibidir. Şeriatlarında bir kısım farklılık olsa da dinleri birdir.” (Buharî, “Enbiya”, 48). Müminler de peygamberler arasında herhangi bir fark gözetmeden hepsinin peygamberliğine inanırlar. Müminler, Allah’ın Peygamberleri arasından hiçbirini ayırt etmeyiz, derler.” (Bakara 2/146, 285; Âl-i İmrân 3/84; Nisâ 4/152). Pek çok âyette bir peygamberi yalanlamak, bütün peygamberleri yalanlamak olarak ifade edilmiştir. Kendilerine gönderilen bir elçiyi yalanlayanlar, tüm peygamberleri yalanlayanlar olarak nitelendirilmiştir. (Bkz. Hıcr 15/80; Şuarâ 26/105, 123, 141, 160, 176). Onun için son peygamberin ümmeti olan biz müminler, aralarından hiçbir fark gözetmeden bütün peygamberlerin peygamber olduklarına inanırız ve onları saygıyla anarız. Zaten Peygamberlere iman, amentü esaslarındandır.
İnsanlığa, Kendi Cinsinden Seçilen Seçkin Kullar
Kendilerine peygamber gelen çoğu insanlar, peygamberlerin kendi içlerinden seçilmiş birer insan olmalarına itiraz etmişlerse de onların insan olarak gönderilmeleri insanlığın hayrına ve yararınadır. Zira insanlar, kendi içlerinden seçilip gelen ve kendi dillerini konuşan peygamberlerle kolayca anlaşabilmişler, onların kendilerine sunduğu örnekliği yakından görebilmişlerdir. Peygamberler, meleklerden yahut cinlerden seçilip gelseydi, insanların onlarla anlaşmaları kolay olmayacak ve onlar bizden farklı, biz onlar gibi olamayız, diye mazeret ileri sürebileceklerdi. Nitekim Kur’ân’da bu konulara dair pek çok âyet yer alır:
“İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: ‘Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?’ demiş olmalarıdır. De ki: ‘Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.” (İsrâ 17/94-95). “Şöyle dediler: ‘Bu ne biçim peygamber ki yemek yer, sokaklarda gezer? Ona, beraberinde bulunup uyaran bir melek indirilseydi ya! Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bahçe olsaydı ya!’ Bu zalimler, inananlara: ‘Siz sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz.’ dediler. (Furkân 25/7-8).
“And olsun ki Allah, inananlara, âyetlerini okuyan, onları arıtan, onlara kitap ve hikmeti öğreten, kendilerinden bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta idiler.” (Âl-i İmrân 3/164) “And olsun ki içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir peygamber gelmiştir.” (Tevbe 9/128).
Evet onlar birer beşerdirler ancak insanlığın en seçkini olarak kendilerine vahyedilen kimselerdir. Dolayısıyla onların beşer olması, onların sıradanlaştırılmasını, herhangi bir insan gibi görülmesini gerektirmez. Siz de bizim gibi birer insansınız, diye karşı çıkanlara “Peygamberleri şöyle dedi: ‘Biz ancak sizin gibi birer insanız ama Allah, kullarından dilediğine iyilikte bulunur. Allah’ın izni olmadıkça biz size delil getiremeyiz. İnananlar sadece Allah’a güvensin.” (İbrahim 14/11). “Ben de ancak sizin gibi bir insanım ancak bana ilahınızın tek bir İlâh olduğu vahyolunuyor.” (Kehf 18/110, Fussılet 41/6). “Ey inananlar! Allah’tan ve peygamberinden öne geçmeyin… Ey inananlar! Seslerinizi, Peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin…” (Hucurât 49/1, 2). “Peygamberin çağrısını, kendi aranızda birbirinizi diğerini çağırması gibi tutmayın.” (Nûr 24/63).
Âyetler, peygamberlerin insan oluşlarına vurgu yaparken onların kutsanmaması gereğine de dikkat çekmektedir. Evet peygamberler, insanlardan seçilmiştir ve onlar da Yüce Allah’ın kuludurlar. Onun için kelime-i şehadette müminler, Hz. Muhammed’in (sas) önce Allah’ın kulu olduğuna şehadet getirdikten sonra onun Allah’ın peygamberi olduğuna şehadet ederler. Bu sebeple Kur’ân, peygamberleri bize Yüce Allah’ın “seçkin kulları” olarak takdim eder. Onlar, gerçek anlamda kulluğun nasıl yapılacağını kendi hayatlarıyla ve söylemleriyle insanlığa göstermiş kimselerdir. Onlar seçilmiş kimselerdir, onlar Yüce Allah’ın rızasına ermiş kimselerdir, onlar saygı ve ihtiramı hak etmiş önderlerdir. “Allah meleklerden ve insanlardan peygamberler seçer. Doğrusu Allah işitir ve görür.” (Hac 22/75). “Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini birbirinin soyundan olarak âlemlere tercih etti. Allah işitendir, bilendir.” (Âl-i İmrân 3/33-34). “Babalarından, soylarından, kardeşlerinden bir kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik. Bu, Allah’ın kullarından dilediğini eriştirdiği yoludur. Puta taparlarsa amelleri boşa çıkar. Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır.” (Enâm 6/87-89). “Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik.” (İbrahim 14/4).
“Hamd Allah’a mahsustur, seçtiği kullarına selam olsun.” (Neml 27/59)
“Peygamberlere selam olsun. Âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.” (Saffât 37/181-182)
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi överler; ey inananlar! Siz de onu övün, ona içtenlikle salat ve selam getirin.” (Ahzâb 33/56)