Dünya üzerinde göç hareketlerinin en önemli sebeplerinden biri de bir ülkede ya da bölgede meydana gelen iç savaşlar ve dış müdahalelerdir. Savaş ve çatışma yalnızca ekonomileri ve siyasi istikrarı felce uğratmakla kalmaz, aynı zamanda bir ülke ya da bölgedeki güvenliği de tehdit eder.
İnsan için en vazgeçilmez faktör olan can güvenliğinin tehlike altında olması ise insanları evlerini terk ederek göç etmeye mecbur bırakır. Bu gibi durumlarda insanlar ya yaşadıkları ülke içerisindeki güvenli bölgelere ya da ülke sınırları dışında farklı ülke ve bölgelere göç etme eğilimi gösterirler.
2011 yılında Suriye’de başlayan çatışmalar sebebiyle hem ülke içinde hem de ülke dışına göç eden 10 milyondan fazla Suriyeli, ilk olarak komşu ülkeler olan Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi ülkelere sığınmışlardır. Somali’deki iç savaş sebebiyle ülkelerini terk eden 400 bin Somalili de can güvenliklerini tehlike de hissettikleri için komşu ülke Kenya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Zira, dünya üzerindeki göçmen ve mülteci nüfusu her geçen gün artmaktadır. Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, 2021 yılı sonu itibariyle dünya üzerinde zorla yerinden edilmiş 90 milyon mülteci ve göçmen bulunmaktadır. Bu insanların %72’si anavatanlarına komşu olan ülkelerde yaşamlarını sürdürmektedir.
Dünya üzerindeki tüm mültecilerin %69’unu ise sadece 5 ülkeden kaçan mülteciler oluşturmaktadır. Bu ülkeler; Suriye, Afganistan, Venezuela, Myanmar ve Güney Sudan’dır.1 Bu 5 ülkeye bakıldığında, Venezuela hariç, diğer tüm ülkelerde iç savaş, çatışma ve bir gruba karşı sistematik saldırılar gibi can güvenliğini tehdit eden şiddet olaylarının yaşandığı görülmektedir. Bu veriler göstermektedir ki dünya üzerindeki mülteci ve göçmenleri, evlerini terk ederek farklı ülke ya da bölgelerde yaşamaya zorlayan başlıca sebeplerden bazıları da savaş, çatışma ve dış müdahale gibi can güvenliğini tehdit eden şiddet olaylarıdır.
Dünya Üzerindeki Göç Hareketliliği
Tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de dünya üzerinde pek çok göç hareketi bulunmakta ve bu hareketler çeşitli ülke ve bölgelerde görülmektedir. Örneğin, Myanmar hükümeti tarafından ikinci sınıf insan olarak görülen ve vatandaş olarak dahi kabul edilmeyen ve şiddet eylemlerine maruz kalan Arakan bölgesindeki Rohingya Müslümanları, başta Bangladeş olmak üzere Malezya ve Hindistan gibi ülkelere göç etmektedirler. Enflasyon ve ekonomik krizle mücadele eden Venezuela’dan daha iyi bir hayat umuduyla göç eden milyonlarca Venezuelalı yine başta komşu ülkeler olmak üzere kıtadaki çeşitli ülkelere yönelik göç hareketliliği içerisindedir. Afrika’nın birçok ülkesinde devam eden iç savaş, soykırım ve ekonomik problemler de milyonlarca insanı göç etmeye zorlamaktadır. Afganistan ve Suriye gibi çatışmaların devam ettiği ülkelerde yaşayan milyonlarca insan da zorla yerlerinden edilmiş durumdadır. Tüm bu göç hareketliliği rakamlarla ifade edilecek olursa; dünyadaki en büyük mülteci grubu olan Suriyelilerin sayısı 6.8 milyon iken, ikinci en kalabalık grup olan Venezuelalıların sayısı 4.6 milyonu bulmaktadır. 2.7 milyon Afgan ve 2.4 milyon Güney Sudanlı’yı, 1.2 milyon zorla yerinden edilmiş Rohingya Müslümanları izlemektedir.2
Tüm bunlar göstermektedir ki yaşadığımız dönem, birbirinden farklı coğrafyalardaki milyonlarca insanın benzer sebeplerle zorla evlerini terk etmek zorunda kaldıkları bir dönemdir. Bu benzer sebepler ise insanların can güvenliğini tehdit eden iç savaşlar, çatışmalar ve dış müdahalelerdir.
Dış Müdahalelerin Göç Hareketliliği
Üzerindeki Etkileri
Göç veren ülke ve bölgelerin en önemli benzerlikleri sosyal, siyasî ve ekonomik yönden istikrarsız ülke ve bölgeler olmalarıdır. Bu istikrarsızlığın ise çeşitli sebepleri mevcuttur. Dış müdahaleler ve vekalet savaşları ise istikrarsızlığın önemli sebeplerindendir. Özellikle küresel güçler, kendi çıkarları doğrultusunda ve etki alanlarını genişletmek amacıyla Afrika başta olmak üzere dünya üzerindeki çatışma bölgelerine doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olmaktadırlar. Bu küresel aktörlerin, belirli grup ya da gruplara malî, askerî ve siyasî destek vermeleri sonucunda çatışma bölgelerindeki insanî kriz durumları daha da derinleşmektedir. Derinleşen insanî kriz durumu ve şiddetlenen çatışmalar ise daha fazla insanın göç etmesine neden olmaktadır. Suriye’deki, Afganistan’daki, Orta Afrika’daki ve Libya’daki mevcut durumlar, dış müdahale kaynaklı artan göç meselelerinin en yakın tarihli örneklerindendir. ABD ve Batı merkezli sistem ve anlayışa karşıtlığı ile bilinen Venezuela hükümetinin karşılaştığı hiperenflasyonun bir sebebi de yine küresel güçlerin müdahaleleridir ve bu müdahaleler sebebiyle 4 milyondan fazla Venezuelalı ülkesini terk etmek durumunda kalmıştır.
Mülteci ve Göçmenlere Kim Bakıyor?
Özellikle gelişmiş ülkelerdeki halkların algısı, sınırlarının mülteci ve göçmenler tarafından aşıldığı yönündedir. Ancak, bu algı doğru değildir. Zira, sayısal veriler dünya üzerindeki mülteci ve göçmenlerin yalnızca küçük bir bölümünün gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde yaşadığını göstermektedir. Mülteci ve göçmenlerin çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde, önemli bir kısmı da daha az gelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Bu durumda ise en büyük “yük” gelişmekte olan ülkeler tarafından karşılanmaktadır. Zira, bu ülkeler hem ülkelerine sığınan insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, diğer taraftan ise kendi halkları içerisindeki dengeleri gözetmek zorundadırlar. Bu tür ülkelere dair en belirgin örneklerden biri de Türkiye’dir. 3.6 milyon Suriyeli dahil yaklaşık olarak 6 milyon mülteci ve göçmene ev sahipliği yapan Türkiye, bir yandan Koronavirüs salgını ve Ukrayna-Rusya Savaşı’nın getirdiği ekonomik daralma ile mücadele ederken, bir taraftan ise yaşanan ekonomik ve sosyal meseleler sebebiyle ülkedeki mülteci ve göçmen nüfusu suçlama eğilimi her geçen gün artan kendi halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktadır. Türkiye ile benzer durumda olan ülkelerde de görülen bu ikilem, mülteci ve göçmenlerin hem göç etmek zorunda kaldıkları ülkeleri üzerinde hem de göç ettikleri ülkeler üzerinde oldukça ciddi etkileri olduğunu göstermektedir.
Batının Mültecilere ve Göçmenlere Yönelik
İkiyüzlü Tutumu
Dünyadaki mülteci ve göçmen nüfusunun büyük bir çoğunluğu gelişmemiş ya da gelişmekte ülkelerde yaşıyor olmasına rağmen, Batılı devletlerin söz konusu “mülteci ve göçmen krizi”nden en fazla etkilenen ülkeler olarak ön plana çıktığı görülmektedir. 2015 yılında, Avrupa’nın şahit olduğu yaklaşık 1 milyon kişilik göç dalgası süresince gösterdiği refleks, gayriinsanî olduğu gerekçesiyle oldukça yoğun bir eleştiriye maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin birçoğunun yine Avrupa merkezli olması da dikkat çekicidir. Ancak, tüm bu eleştiriler Avrupalı devletlerin mülteci ve göçmenlere yönelik sert ve tavizsiz politikalarını engelleyememiştir. Ayrıca, bu dönemde mülteci ve göçmen karşıtı protestolarda da artış gözlemlenmiştir. Kıtalarına gelen mültecileri istemediklerini açıkça dile getirmekten çekinmeyen Batılı liderler, Türkiye, Balkan ülkeleri ve Kuzey Afrika ülkeleri gibi mülteci ve göçmenlerin transit ülke olarak kullandıkları ülkelerle çeşitli görüşmeler gerçekleştirmişler ve anlaşma ve mutabakatlar imzalayarak mülteci be göçmenlerin kıtaya gelmemelerini önlemeleri için bu ülkelere milyarlarca Euro ödemeye taahhüt etmişlerdir.
2015 yılında, mülteci ve göçmenlere yönelik bu şekilde bir refleks gösteren Avrupa, 2022 yılının Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi sonrasında yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan milyonlarca Ukraynalı mülteciye ise kapılarını sonuna kadar açmaktan çekinmemiştir. Bu “açık kapı” politikasını ise ırkçı ve ayrılıkçı açıklamalarla temellendirmeye çalışmışlardır. Örneğin CBS News’in Kiev muhabiri Charlie D’Agata, “Burası on yıllardır çatışmaların yaşandığı Irak veya Afganistan değil. Burası böyle şeyleri görmeyi hiç ummadığınız Avrupalı ve görece medeni bir kent!” açıklamasıyla, BBC’ye konuşan Ukrayna’nın eski başsavcı yardımcısı David Sakvarelidze ise “Benim için bu yaşananlar çok duygusal, çünkü mavi gözlü ve sarı saçlı Avrupalıların öldürüldüğünü görüyorum.” açıklamasıyla ırkçı ve ayrılıkçı söylemlerde bulunmalarının yanı sıra bu yaşananları Batı’daki insanların yaşamayı hak etmediğini ima etmeleri sebebiyle de eleştirilmişlerdir.3 Öyle ki, Ukrayna’daki savaştan kaçarak çeşitli Avrupa ülkelerine sığınmak isteyen Afrikalı, Orta Doğulu ve Asyalı öğrenciler de sınırdaki güvenlik güçleri tarafından ayrımcılığa maruz kalmıştır. Göç Politikaları Merkezi [The Migration Policy Centre] Direktörü Andrew Geddes Suriye, Afrika ve Orta Doğu ülkelerinden gelen mültecilere zaman zaman “düşmanca” bir tavır sergileyen Avrupa ülkelerinin Ukraynalı mültecilere yönelik bu “sıcak” karşılamalarıyla kıyaslandığında benzer iki olaya verilen tepkilerin adeta “gece ile gündüz” kadar keskin olduğunu ifade etmektedir.4
Mülteci ve göçmenlerin savaş ve çatışmaların talihsiz kurbanları oldukları ve temel insan haklarından biri olan sığınma ve insanî koruma hakkını talep etmeleri tartışılmaz bir gerçekliktir. Ancak, özellikle son dönemde gerçekleştirilen anket ve araştırmalar, mülteci ve göçmenlerin ev sahibi topluluklar tarafından tabiri caizse “günah keçisi” olarak görüldüklerini ve devletler arasında gerilimleri besleyebileceğini göstermektedir.
Göçün merkezinde istikrarsız coğrafyalar yer almaktadır. İstikrarlı olmayan coğrafyalar, refah ülkelerine doğru göç akışı vermekte; bu noktada da Müslümanlar açısından çift yönlü ciddi bir sorgulama ihtiyacı kendini göstermektedir. Batılı devletlerin, çeşitli gerekçelerle gerçekleştirdiği özellikle askerî müdahaleler, göç ihraç eden ülkeleri de beraberinde getirmekte; mülteci akışı günün sonunda yine Batılı ülkeleri de olumsuz etkilemektedir. Burada belki sorgulanması gereken temel mesele kaynak ülkelerin ekonomik, siyasî ve toplumsal dinamiklerinde göreceli de olsa bir asgarî şartların niçin tesis edilemediğidir. Göçmen, “artık gitmek zorunda kalan kişidir.” Tarihsel deneyimler de göstermektedir ki dış müdahaleler bu eğilimi perçinlemekten öteye bir sonuç elde etmemiştir.
1 The United NationsRefugee Agency (2022) “Figures at a Glance” https://www.unhcr.org/figures-at-a-glance.html
2 The United NationsRefugee Agency (2022) “Global Trends” https://www.unhcr.org/globaltrends
3 Tatlı, İrfan (2022) “Avrupa’nın ‘Melanin Takıntısı’: Ukrayna Krizi Bağlamında Avrupa’nın Mültecilere Bakışı”, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği, s. 1-15.
4 Tatlı, İrfan (2022), s. 9.