İki kişi bile olsanız birinizi rehber seçiniz!
Rehber yol gösterir.
Önder öncülük eder, önden gider.
Lider, ikisini de içine alır.
Her rehber çıktığı yolda önderlik ve liderlikle de buluşur. Her öncü her lider çıktığı yolda kitlelere rehberlik ederken kendini bulur.
Liderin rüzgarına kapılırsın. Esintisiyle önüne kattığını savururken arkasından gelenlere yol açar. Bir anlamda yolu arkadan gelenler için hazırlar. Kendisini düşünmeden tehlikeye atar ve kahraman sıfatını da üzerine alır. Tüm bunları kendisi için mi yapar yoksa kendisini takip eden topluluk için mi?..
Belki de sadece kendini yaşarken kendini ortaya koyarken tüm bu sıfatların içinde bulur. Belki de toplumunun ihtiyacını görür ve bu sıfatların içine bilinçli girer.
Araştırmalar lider olunamayıp lider doğulduğunu gösterir. Her dönemin bir lideri olur mu? Her dönemde bir lidere ihtiyaç duyulur mu? Lider toplumunu mu oluşturur? Toplum liderini mi doğurur?
İçinde bulunduğumuz döneme bakınca yeni neslin başı boş kaldığı aşikâr olmuştur. Buradan bakınca savrulan nereye gittiği belli olmayan bir nesil gibi görünür. Hemen hemen her yetişkin aynı kaygıyı tekrarlar. Ne olacak bu neslin hali? Bunlar ne iş yapacak? Nasıl geçinecek? Daha kendini yönetemiyorken ileride bizi nasıl yönetecek? Biz geleceğimizi bunlara mı emanet edeceğiz? Sorular, sorular, sorular……
Bin bilinmezli bir denklem mi?
Tarih hâlâ tekerrürden ibaret mi?
Geleceği göremediğimize göre öngörebiliriz. Buna zannetmek de diyebiliriz. Zanlarımız da geçmişimizden beslenir.
Bir gün bir lider çıkar ve kitleleri kendine doğru mıknatıs gibi çeker. Önce güven verir. Sonra ümit verir. Yoksa güven, ümidi içinde mi getirir? İkisi birlikte mi gelir? Sorumluluk lidere mi kalır? Lider zaten sorumluluk mu alır? Sonuç olarak kitle lidere güven ve ümitle teslim olur. Tüm sorumluluğu lider üstlenir. Kitle liderin ağzının içine bakar “Söyle de yapayım! Sorumluluk sende olduğu müddetçe; ben, sen ne dersen onu yaparım. Güvenli alanımda rahat ederken eylem alanımı belirlemiş olurum.” demek ister.
Bir topluluk liderin peşinden giderken bir topluluk illaki rekabet eder. Ne gruba katılır. Ne de bir grubu yönetir. Bireysel takılan bu grup, topluluğa gruplaşmaya katlanamaz ve çomak sokmaya başlar.
Aynı kulvarda olmadığı için rekabet işe yaramaz. O zaman bozmak gerekir. Bozmak dağıtmak ve parçalamak gerekir.
Aidiyet kuramayan insan güvende hissetmez. Güvende hissetmeyen insan güven veremez. Güven veremeyen ümit edemez. Ümit edemeyen ümit veremez. Güven ve ümide sahip olmayan insan sorumluluk alamaz. Sorumluluk alamayan asla lider olamaz.
Aidiyet hissedemeyen, sorumluluk alamayan ve dolayısıyla sorumluluk hissedemeyen insan çok kolay zarar verebilir. Çünkü yaptıklarından sorumlu hissetmeyecektir. Yaptıklarını kendine ait görmeyecek sadece yapacaktır.
Aidiyet köklenmek demektir. Sapasağlam durmak için köklenmek gerekir. Kökler ne kadar sağlam olsa da o köklere aynı sağlamlıkla bağlanmak gerekir. Köklere bağlanmak oradan güç almak için öncelikle kendi içindeki bağlantı yerine (köküne) ulaşmak gerekir. Köklere sapasağlam dayanmak için kendi iç yolculuğuna çıkmış kendisiyle buluşup tanışmış olmak gerekir. Bu kervan yolda düzülmez. Yola çıkmak için bir başlangıç gerekir.
İnsan hangi yola çıkarsa çıksın önce mevcut konumunu tespit etmesi gerekir. Çoğu zaman hedefi mevcut konum belirler. Aradaki mesafeyi hesaplayarak göze almak gerekir. Kimi zaman yol azığı ve harçlık gerekebilir. Tüm bunlar bilinçle, niyetle yapılan yolculuklarda bilinçli gelişirken doğal süreçte hayatın akışı içinde bilinç dışı olarak geliştiğinde psikolojimiz tarafından belirlenmiş olur.
Lider olarak yola çıkmayan kişi kendini lider olarak bulur. Kendini hayatının bir noktasında bir lider bir önder olarak bulan ilk grup peygamberlerdir. Bugün örnek ve rehber olarak kabul ettiğimiz peygamberler çağları kapatıp çağları açarlar. Açık bir şekilde görevlendirilmişlerdir. Bununla birlikte bu görevi taşıma potansiyelleri vardır. Onlar da her insan gibi yorulur, düşer, kalkar, hastalanır ve iyileşir. Kiminin sakinliği öne çıkar kimin fevriliği. Kiminin fiziksel özelliği öne çıkar kiminin sesinin ahengi. Kimi terzidir kimi marangoz. Kimi demir döver kimi ticaret yapar. Onlar da kimi zaman kaybederler kimi zaman kazanırlar. Sonuç olarak hepsi savaşsa da değişmeyen ortak yönleri kumanda etmeleridir. Topluluğa yalnızca hitap etmezler. Topluluğa liderlik eder topluluğu savaşta ve barışta yönetirler. Onlar sadece rehber değil yönetici ve liderdirler. En bilindik olanı hepsi de bir zamanlar çobanlık eder. Koyun güderler.
Algıda seçicilik diyebilirsiniz. Belki de mesleki deformasyon gibi de gelebilir. Benim ilgimi hep anne babalarıyla olan ilişkileri çeker. Seçilmiş peygamberlerin çoğunluğunda anne ya da babaları onlar dünyaya gelmeden önce bu dünyadan alınır. Ya öksüz doğarlar ya yetim. Kısa süre sonra bir şekilde diğer ebeveynden de ayrılırlar. Ya kör kuyularda tek başına büyürler ya da alicenap birilerinin himayesinde gelişirler. Kimi çocukluk çağında kimi kırk yaşında ya çölde tek başına ya bir mağarada kendisiyle baş başa, gönüllü ya da zaruri olarak inzivaya çekilirler. Kimi zamanda zindanda kalmaları gerekir. Hepsi de kendi yeteneklerini keşfederek buralarda kendileriyle tanışırlar ve kendilerine dönerek kendileriyle tanışırlar/kavuşurlar. En önemlisi düşünme sistemlerini geliştirmiş olurlar. Tefekkürle içsel yolculuğa çıkarlar. Her birinin hazır olması diğerinden farklıdır muhakkak. Mizaç farklılıkları vurgulanır. Sonuç değişmez insana hitap ederler. İnsanı yönlendirirler. İnsanı yönetirler.
Fıtratları korunmuştur. Nedenini koruyan bilir. Fakat nasıl sorusu insanın aklına illaki gelir. Yağmur nasıl yağıyor? Şimşek nasıl çakıyor? İnsan anne karnında nasıl yaşıyor? Türünden bir soru: Fıtrat nasıl korunuyor? Belki de anlamak için tersten bakmak gerekiyor. Korunuyorsa bozulabiliyor demektir. İnsanın aklına fıtrat nasıl bozulur ki? diye bir soru geliyor. Binlerce insanla çalışırken görüyorsunuz ki insanın fıtratını bir tek annesi ve babası bozabiliyor.
Bugünün çocukları anne babasının himayesi altında yaşayıp kendini ortaya koyamazken fıtratlarına ne oluyor?
Hep borçlu ve hep suçlu hissederek büyüyen nesil borcunu ödememek için mi kaçıyor? Bu yüzden mi “Yapmasaydın! Ben mi istedim! Bana mı sordun!” diyor.
Buraya kadar eyvallah desek bile ergenlik çağında hayatı, kendini, annesini, babasını sorgulama cesareti bulamayan yeni nesil en zayıf halka en sorguya açık dinini mi sorguluyor? Yoksa sorgulamadan red mi ediyor? Sorgulamak isterse ne tepki alıyor? Sorgulamak yasak olunca inkâr etmek daha mı kabul görüyor? İnzivaya çekilmek istese hangi ebeveyni ona destek oluyor? Hangi ebeveyni onun inziva odasına yemek götürüyor?
Yeni nesle düşünmeyi ve sorgulamayı kim unutturuyor? Ya da kim öğretmiyor? Öğretmek deyince öğretmenler mi geliyor?
Hayır hayır kaçamazsınız! Kaçsanız da işe yaramıyor! Herkes kendi yapıp ettiklerinden mesul tutulmuyor mu? Bu çocukları kim yapıyor? Tweter mı? Facebook mu?
İnsanın hayatında anne babanın yeri nedir ki? Allah tarafından korunan Peygamberler öksüz, yetim kalıyor?
Sorumluluk almak istemeyen anne babalar, ergen ‘gavur icadı’ demeye getiriyor. “Ergenler olmasaydı…” demeye çekinip “Ergenlik diye bir şey yok!” diyor. Çuvaldızı kendine batırmak yerine onları toptan yok saymayı tercih ediyor. Kendinde bulduğu soruna gelince de onlara vermiş olmak oluyor. “Onları bolluk içinde büyüttük tek suç bu!” diyor. Yine eleştiri yaparmış gibi yapıyor. Yine sadece kendi yaptıklarını vurguluyor. Yine kimse yapılmayanı görmüyor. Bizler sadece yaptıklarımızdan mı sorumluyuz? Ya yapmadıklarımız? Bizim yapmadıklarımızın hesabını başkası mı verecek oluyor?
“Ama istemediler ki1” diyenler olabilir. “Ne istedilerse yaptık.” diyenler olabilir. Eğer durum buysa şimdiye kadar ne istedilerse yaptıysanız. Şimdiden sonra da ne isterlerse onu yapacaklar demektir. Çünkü onlara bu hayatı bu şekilde yaşamayı siz öğrettiniz. Onlar ister, ebeveynler yapar. Onlar sadece ister. Ebeveynler sadece yapar. Ebeveynler yapmadığında onların isteğini yapmaya hazır ebeveyn figürleri görevi devralır. Çünkü onlara yapmak değil istemek öğretilmiştir. Yeni neslin yapmayı bildiği tek şey ders çalışmaktır. Onlar ders çalıştıkça dünya onlara hizmet eder. Onlar edilgen durdukça anne babanın içi rahat eder. Anne babanın içinin rahatlığı insanın gelişiminden her zaman daha önemlidir. Her insan gibi anne babalar da olabildiğince bencildir. Sadece kendilerini düşünürler.
Onlar ders çalışsın. Sadece otursun. Her şey bizim kontrolümüz altında olsun. Onların uğraştığı şey bizim de bildiğimiz şeylerden olsun. Bizim gidemediğimiz okullara gitsin. Bizim olamadığımız doktorlardan olsun. Yine her şey bizim istediğimiz gibi olsun. Madem onları bu dünyaya biz getirdik her şey bizim dilediğimiz gibi olsun. Her şey bizim çocukluğumuzda olması gerektiği halde olmayan gibi olsun…
Bu çok bencilce bir telafi sistemidir. Her şey hatta sizler bile giyim kuşamdan yaşam biçimine kadar değişmişken çocuklarınızı sizin bile geride bıraktığınız çağa çekemezsiniz. Onlar bu çağın çocukları. Onlar kendi çağdaşlarıyla yaşayacak kendi çağdaşlarını yönetecekler. Onların çağını anlamaya çalışmak yerine kendi çağınıza çekmeye çalışıyorsunuz. Hiçbir şey geri gitmezken onlar neden geri dönsün?
Gençliğin ateşi ve heyecanı ders başında yok olmuşken, erkekler ders çalışma adı altında saatlerce oturarak kadınsı beklemeyi kendine öğretip kadınsılaşmışken, kızlar erkeklerle aynı yarışa girerek dişiliğini kaybetmişken neyin dersinden bahsediyorsunuz? Siz ders de ders derken bozulan nesil değil fıtrat olmuştur. Ergenlik çağındaki gencin fıtratı saatlerce daracık sırada oturtularak bozulmuştur. Geçmiş olsun…