Menü
Kasım Küçükalp
Kasım Küçükalp
Modern Düşüncenin Krizi
Mayıs 6, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Giriş

Birtakım sosyo-ekonomik, bilimsel ve felsefi gelişmelerin de etkisiyle yepyeni bir varlık ve düşünce ufku içerisinde geçmişten keskin bir biçimde kopma idealiyle serpilip gelişen modern düşünce, başlangıçta adeta kendisini kendi büyüsüne kaptırmış bir sihirbaz misali, geleceğe yönelik son derece iyimser bir perspektif geliştirmiş ve bu doğrultuda olmak üzere birtakım ütopyalar kaleme alınmıştır. Söz konusu ütopyaların temel iddiası, akla ve bilime referansla serpilip gelişecek olan modern dünyanın, adalet, eşitlik, hakça paylaşım, bireysel hak ve özgürlüklerin gelişeceği, üretim artışına bağlı olarak açlık ve yoksulluğun ortadan kalkacağı ve hatta bizatihi insan eliyle insanın güvenliğini teminat altına almak amacıyla kurulan devlete dahi ihtiyacın kalmayacağı bir dünyanın tesisine yol açacağıydı. Buna karşın daha üzerinden birkaç yüzyıl geçmeden ütopyalar yerlerini distopyalara bırakmak durumunda kalmıştır.
Kuşkusuz bu perspektif değişiminin ön plana çıkışında, daha 19. yüzyıldan itibaren yaşanmaya başlayan ve Batı düşüncesinin optimist vizyonlarını bir çırpıda dağıtan savaşların, soykırımların, ekolojik dengesizliklerin, endüstrileşmenin getirdiği olumsuzlukların, faşizm vb. hiç de insan onur ve haysiyetine yakışmadığı ayan beyan ortaya çıkan siyasal oluşumların, kapitalist yaşam pratiğinin teknik ve bilim ile dirsek teması içerisinde realize ettiği sömürü biçimlerinin, araçsal ve bürokratik rasyonalizmin yol açtığı tahakküm ve istismar biçimlerinin belirleyici bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Aslına bakılırsa modern düşüncenin krizini de daha başlangıç aşamasından itibaren potansiyel olarak modern düşünce pratiğine içkin olan ve modernleşme sürecine bağlı olarak zaman içerisinde aktüel hale gelen, sonu başlangıcında gizli olan bir kriz olarak görmek mümkündür.

Kozmosun Yıkılışı ve Epistemik Öznenin Doğuşu

Modern düşünce ve varoluş pratiğine içkin krizin mahiyetinin anlaşılması bakımından, klâsik felsefe anlayışını benimseyen Leo Strauss ve Alasdair MacIntyre gibi siyaset felsefecilerinin değerlendirme ve tespitleri oldukça önemlidir. Her iki felsefeci de felsefe tarihini klâsik ve modern şeklinde ikili bir ayrımla ele almakta ve modern felsefî düşünceyi, bireyin, bireyin arzularının, ihtiraslarının öne çıktığı, felsefî düşüncenin erdem ve ebedîlik nosyonlarının kaybolduğu bir uğrak şeklinde nitelendirerek olumsuzlamaktadırlar. Strauss, temelinde insan hırsının ve açgözlülüğünün bulunduğunu söylediği modern siyaset felsefesinin Nietzscheci anlamda radikal bir tarihselcilik anlamında nihilizmle sonuçlandığını, ebedilik ve hakikat nosyonlarının kaybolmasına tekabül eden nihilizmin ise insanın şansın fatihi, doğanın efendisi ve sahibi olma çabasının bir bedeli olarak görülebileceğini belirtir. Benzer bir şekilde MacIntyre da Nietzscheci tavrın liberal bireyci modernliğin kavramsal şemasından uzaklaşma veya ona bir alternatif olmaktan ziyade, söz konusu şemanın içsel açılımı içerisinde yer alan diğer bir kol olduğunu ifade ederek, oluş içerisinde değer, anlam ve amaç nosyonlarının kaybolduğu Nietzsche felsefesini modern felsefî ve politik düşüncenin ulaştığı en radikal noktada konumlandırır. Her ne kadar Nietzsche “Tanrı’nın ölümü” metaforuyla nitelediği nihilizmi, Batı metafiziğine içkin rasyonalist varlık telakkilerinin sonucu olarak görse de söz konusu düşünürler için nihilizm, bütünlük ve ebedilik nosyonlarının kaybedildiği modern düşüncenin bir sonucu olmak durumundadır. Bize göre de her ne kadar varlık-düşünce özdeşliği yönündeki tespitlerine bağlı olarak mantığı (logic) adeta bir ontoloji statüsüne taşıyan Aristoteles felsefesi, hümanistik düşünme biçimi için bir başlangıç noktası olsa da, nihayetinde aşkın varlık ve hakikat nosyonlarının büsbütün yitirilmesinin kaçınılmaz sonucu olan ve bir anlam krizine karşılık gelen nihilizm, Aristoteles düşüncesini klasik varlık ve düşünce ufkundan büsbütün arındırmak suretiyle seküler hümanizme eklemleyen modern düşünceye içkin hümanistik, rasyonalist ve natüralist düşünme pratiğinin bir sonucudur. Tam da bu bağlamda modern düşünceye özgü krizin, aşkınlık fikrinin yitirilmesine bağlı olarak zuhura gelen mekanik alem tasavvuru içerisinde, ulvi maksutlarını yitirdiği için istikametsiz kalan ve arza çakılan insanın, kendisini eşyaya ait mantıktan kurtaracak olan kemal kavramlarla buluşmasını imkansızlaştıran bir anlam krizi olarak görmek mümkündür.
Modern dünya görüşünün teşekkül süreci bağlamında Alexandre Koyre’nin bilhassa vurguladığı üzere kozmosun yıkılışı anlamında yeni bilimsel devrim, düşünce tarihinde Yunanlıların kozmosu keşfetmelerinden sonra yaşanmış olan ikinci büyük devrim olarak görülebilir. Koyre’ye göre yeni bilimsel devrimin iki önemli niteliği vardır: İlki; kozmosun yıkılışı ve kozmosa dayalı her türlü düşüncenin ortadan kalkması. İkincisi; niteliksel olarak farklılaşmış kozmik uzay anlayışının yerini Eucleides geometrisinin türdeş, soyut uzay anlayışının alması. Koyre söz konusu iki niteliğin ortak bir sonucu olarak doğanın ve bilimin matematikselleştirilmesinin altını çizer.
Paradigmada meydana gelen bu dönüşüm; matematiği, Pythagorasçılar gibi sayıların erdemi üzerine düşünme ya da Aristoteles’te olduğu gibi yalnızca mükemmel daireler çizebilen gök cisimlerine uygulanabilir bir nitelikte ele alan bilim anlayışının yerine, onu doğanın dili olarak tasarlayan anlayışın geçmesi şeklinde ifade edilebilir. Kozmosun çözülüşü, yapısı; sonlu, sıra düzenli bir dünya düşüncesinin, ontolojik anlamda nitelikçe farklılaşmış bir dünya düşüncesinin etkinliğini kaybetmesi demektir. Artık söz konusu olan, aynı evrensel yasaların bütünleştirip yönettiği açık, sınırsız bir evren düşüncesidir. Gök dünyası ile yer dünyasını dikotomik bir şekilde birbirinden ayıran geleneksel anlayıştan farklı olarak, yeni bilim düşüncesinde astronomi ve fizik birleştirilmek suretiyle ele alınacaktır. Yeni kozmolojinin en önemli sonucu, Aristotelesçi anlamda teleolojik bir evren düşüncesinin terk edilmesidir. Kozmosun düzenli ve amaçlı bir bütün olduğu fikri ve böyle bir bütün içerisinde kendi telosuna göre hareket etmesi gereken bir insan düşüncesi, modern tabiat düşüncesi açısından savunulamazdır. Evrenin iç işleyişine Tanrısal bir irâdenin egemen olduğu ve dünyanın anlamını Tanrı ile kazandığı klâsik dünya görüşünün aksine modern dünya görüşü, Newton’un yerçekimi kanunlarını keşfiyle birlikte dünyada ve hatta evrende mekanistik yasaların hüküm sürdüğü fikrini benimsemek suretiyle klâsik dünya görüşünden tam anlamıyla bir kopuşa geçmiştir.
Birçok klâsik düşünür için insan varlığının dünyadaki amacı, kozmosun düzenini yumuşak başlı bir şekilde tefekkür etmek ve böyle bir kozmos içindeki insan varlığının yerini düşünmek iken, modern düşüncedeki kopuşla birlikte yeni evren tasavvuruna paralel olarak insanın evrendeki yeri büsbütün değişmiş, evren yumuşak başlı bir tefekkürün objesi olmaktan çıkıp, üzerindeki Tanrısal ihtişamı kaybetmiş ve nihayetinde kendisini, yönetilip işlenmek üzere insanın egemenliğine bırakmıştır. İnsanın dünya üzerindeki egemenliğinin felsefî düşünce bakımından en önemli sonucu, insanın ve dolayısıyla insan aklının evrenin bütünlüğünden soyutlanması ve özne-nesne dikotomisi bağlamında öznenin, yani aklın ayrıcalıklı bir konuma yükseltilmesidir. Modern öncesi dönemde, evrenin bütünü içerisinde, evrenin bir parçası olan ve insanın bütüne uyumunu sağlamanın bir aracı olarak görülen akıl, modern dönemle birlikte evreni dönüştürmenin, yeni modlar ve dünyalar icat etmenin biricik referans noktası olmuş ve böylelikle kendini bütünün bir parçası olarak gören modern öncesi insan, yerini hakikat, değer ve anlamı kendi epistemik güçlerine bağlı olarak inşa etmeye muktedir görülen modern epistemik özneye bırakmıştır.

Kemal Bir Kavram Olarak İnsanın Sonu

Modern düşünce pratiğine bağlı olarak zuhura gelen insan anlayışındaki dönüşümle birlikte klasik dünyada ruhuyla tanımlanan insanın yerini, bilincine referansla tanımlanan epistemik öznenin alması, kemal bir kavram olarak insanın sonunu hazırladığı gibi insanın dünya-içre anlam ufkunu yitirmesine bağlı olarak, nihilizme giden yolu da açmıştır. Klasik dünyadaki mertebeli ve bütünlüklü varlık fikrinin insana biçmiş olduğu varlık-oluşsal görev anlamındaki ulvi maksutlarından edilen modern özne, her ne kadar sahip olduğu zekasıyla şeyler düzeninden ayrılan bir statüye sahip görülse de mahiyeti itibariyle şeyler düzenine ait bir varlık ufkuna tabi kılınmış olması nedeniyle, bütün anlam ve değer ufkunu seküler parametrelerin belirleyici olduğu bir muhakeme mantığına bağlı olarak inşa etmek durumunda kalmıştır. Bir yandan bilimsel rasyonalizmin gözlem ufkunda beliren gerçekliği hakikatin nihai ufku kılan tavrına, diğer yandan ise felsefî rasyonalizmin varlık, Tanrı, değer, anlam ve amaç da dahil olmak üzere her şeyi beşeri öznenin aklına irca eden hümanistik düşünme pratiğine bağlı olarak varlık ufku büsbütün daralan modern insan, meşruiyet, makuliyet ve normallik mantığını da eşyada hüküm süren mantık içerisinde temellendirmek suretiyle, eşya ile olan mahiyet farkını yitirip, şeyleşme ve parçalanmaya maruz kalmıştır.
Kuşkusuz bu süreçte natüralizm ve nominalizmin adeta ontolojik bir zemin teşkil ettiği modern varoluş ufkunda bilgi anlayışındaki dönüşümün de hatırı sayılır bir etkisi olmuştur. Zira daha modernitenin başlangıcında bilgiyi güçle ve egemen olmakla özdeşleştiren Baconcı epistemolojiyle birlikte bilgide doğruluk yerine faydanın ön plana çıkmasına yol açarken, aynı zamanda aklın giderek araçsallaşmak suretiyle yöntemin bilim veya bilme eylemi üzerindeki zaferinin de yolunu açmıştır. Artık insan için yegâne ideal, kendi epistemik pratikleri içerisinde teorileştirip, temsil ettiği gerçeklik üzerinde hakimiyet kurmak olacaktır. Bunun en somut örneğini modern ahlak ve siyaset felsefesinin hazcılık, yararcılık ve pragmatizme evrilen ufkunda gözlemlemek mümkündür. Şayet evren matematiksel-fiziksel yasaların hüküm sürdüğü koca bir makineyse ve insan da doğa yasalarının hüküm sürdüğü bir doğa içerisinde doğal nedenlere bağlı bir varlık statüsündeyse bu durumda insani eylemlerin değer ve anlamı için doğa-dışı veya ilahi nedenlere başvurmaksızın yalnızca doğal nedenlere başvurmak yeterli olacaktır. Tam da bu durum, modern insanın doğada veya doğasında bulduğu her türlü eğilim ve yönelime doğal olmaları nedeniyle meşruiyet atfetmesinin ve modern anlamdaki ahlakiliğin de zeminini teşkil ettiği gibi dini düşüncenin ebediyet nosyonu çerçevesinde insanlığa bahşetmiş olduğu haya, iffet ve mahremiyet gibi ahlaki değerlerin de kaybedilmesine yol açmıştır.
Başlangıçta akla ve bilime referansla doğa üzerindeki hakimiyetiyle büyülenen ve aydınlanma düşüncesinin parolası olan “aklını kendini kullanma cesaretini göster” düsturunu şiar edinen modern insan, daha 18. yüzyıldan sona ermeden kendi epistemik güçlerinin imkân ve sınırlarına yönelik radikal denebilecek tartışmaların sonucunda bir temsil krizinin yanı sıra agnostisizm ve nihilizme yüzleşmek durumunda kalmıştır. Hakikati temsil etme iddiasıyla yola çıkan modern özne, sahip olduğu bilgi güçlerinin sınırlılığını fark ettikçe aslında sınırlı ve bağlamsal temsillerin ötesine geçme imkânı şöyle dursun, bildiklerinden dahi kuşku duymaya başlamıştır. 19. yüzyıldan itibaren tarihin keşfi, hakikatin tarihselliği düşüncesine meşruiyet imkânı açtıkça, rasyonel ve evrensel olma iddiasındaki hakikat iddialarının ve hatta Herder’in altını çizdiği üzere zihnin dahi bağlamsal ve tarihsel olduğu düşüncesinin sökün etmesi, modernitenin evrenselci ideallerini de tartışmalı hale getirmiştir. Benzer bir biçimde Nietzsche felsefesinde ete kemiğe büründüğü şekliyle bilginin güç ilişkilerinden bağımsız bir mahiyete sahip olmadığı fikri de başlangıçta doğa üzerinde bilgi yoluyla kurulan hakimiyetten, bilme eylemine konu/nesne kılınmak suretiyle modern öznenin de nasibini aldığı, dolayısıyla zannedildiğinin aksine akla ve bilime referansla inşa edilen bilgi düzeninin hiç de masum olmadığı düşüncesine zemin teşkil etmiştir.
Hiç kuşku yok ki aydınlanma düşüncesinin evrensel olma iddiasındaki, özgürlük, eşitlik, insan hakları vb. meta-anlatılarına yönelik güvensizliğin en net başlangıç noktası da 19. yüzyılda Nietzsche tarafından Avrupa nihilizmi adıyla teşhis edilen nihilizm tecrübesi olmak durumundadır. Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümü metaforuyla gönderme yaptığı şekliyle nihilizm, insanın oluş içerisinde değer, anlam ve amaç bulamadığı büyük bir anlam boşluğuna karşılık gelmektedir. Tam da bu bağlamda nihilizm tecrübesini, kemal bir kavram olarak insanın ölümünün akabinde zuhura gelen modern epistemik öznenin, giderek radikalleşmek ve bireyselleşmek suretiyle ulvi maksutlarından edildiği istikametsiz bir oluş deneyimi içerisindeki gittikçe derinleşen anlam boşluğu olarak okumak mümkündür. Kant’ın aydınlanmayı, “insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış halinden kurtulması” olarak tanımlaması gibi bize göre de nihilizm, hümanistik düşünce biçiminin kendi iç radikalleşmesinin bir sonucu olup, insan bu tecrübeye modernitenin başlangıç sürecinde vermiş olduğu tekinsiz kararın sonucunda varmıştır. Bu yüzden bize göre hümanizm, insanın yana yakıla arzu ettiği özgürlük sevdası ve dahl-i ilahiyi hiçe sayacak şekilde bu doğrultuda ortaya koyduğu tercihleri yüzünden, Allah’ın insanı kendi haline bıraktığı sonu nihilizme varan bir düşünme pratiğinden başka bir şey değildir.

3.5 2 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x