Menü
Mehmet Kaman
Mehmet Kaman
Müslüman Açısından Örneklik ve “Çağdaşlar”ın İnsafsızlığı
Ocak 30, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Her birimizin, içinde yaşadığımız toplumun görünür görünmez dehlizleri ve yaşadığımız bu hayatın içinde akış – gidiş var. Canlı, hayat dolu bir ruh…

Bu ruhla her gün yeni çağa uyanırken, günü birlik sosyolojik, ekonomik, siyasi hiçbir tartışmaya feda edilemeyecek kadar da önemli bir sorunumuz var. Adeta kanser hücresi gibi tüm ideallerimizi esir alan, geleceğe dair umutlarımızı tek tek yok eden: “Ümitsizlik”! Hayat ümittir, ümid etmektir. Ancak üzülerek söylemeliyim ki, bunun pratik hayatta hiçbir karşılığını göremiyoruz.
Toplumların en büyük sermayesi “insan”dır. Aşk, ümit, ahlâk, iyilik, merhamet, sevgi ve benzeri birçok değer ise insanın en büyük ihtiyacıdır. İlginç bir döngü olarak bu kavramların içinin doldurulması da yine insana bağlıdır. İnsan kendisi için üretir ve ürettiğini kendisi için kullanır. Belki de tüketir. Bu, acı sonuçları da beraberinde getirir. Değerlerin tüketilmesi, değersizleştirilmesi insanoğlunun kendisine yapacağı en büyük kötülüklerdendir. Buna sebep olarak olarak çağın zorlukları ve yozlaştırıcı etkileri bağlamında yaklaşmak ise topu taca atmaktır.

Bir bireyin kimliği, kişiliği ile içinde bulunduğu kültürel yapıyla barışık yaşamasına engel hiçbir durum olmadığı gibi bilimi, teknolojiyi, siyaseti ve benzeri her alanda öz değerlerine bağlı kalarak değişimi sonuna kadar savunmasında da hiçbir sakınca olmamalıdır. Tüm görüşlerini bir potada toplayarak yeni eğilimlere girmeden; katolik anlayıştan uzak, rasyonel hayatın gerçekleriyle barışık bir hayatın makul ve mümkün olduğunu bilmelidir.

Çağda yaşamak, çağı yaşamak mecburiyetin ötesinde bir anlama ve fırsata dönüşmeli. Yaşadığımız çağa dair derdimiz, kaygımız olmalı ve varoluşsal sorumluluğumuzun bilinci ile hareket etmeliyiz. 1905 yılında Cezayir’de doğan Malik Bin Nebi, o yıllarda Cezayir’de doğmanın “son tanıklarıyla geçmişi, yetişme çağındaki istikbalin liderleriyle geleceği gözleyebilmek için uygun bir zaman” olduğunu belirtiyordu Çağa Tanıklığım kitabında. Ve bu zaman kesitinde doğamanın avantajından yararlandığını ifade ediyordu. Malik Bin Nebi, hayatının ilk otuzdört yıllık bölümünün ölümüne kadar yaşadıkları için “varoluş mücadelesiydi” diyen, yaşadığı çağa damgasını vuran dertli bir insandı.

Önce kendimizi ve ailemizi, sonra çevremizi siyasi, iktisadi, nefsi, dini ve benzeri sömürü güçlerinin dayatmalarına karşı tüm benliğimizi korumalı, samimi/ciddi bir mücadelenin içinde olmalıyız. Bu mücadeleyi verirken asla yanıltıcı dünyevi rüşvetlere, özentilere, öykünme yanılgısına kapılmadan üzerinde oturduğumuz hazinenin farkındalığı ile sahip olduğumuz değerlere idrakimizi artırarak, yaşadığımız çağa damgamızı vurmalıyız.

Zira Çağdaşlık ve Müslüman tanımı bir paradigma uçurumuna sebep olmayacağı gibi şekilciliğe de mahkum edilmemeli. Söylemlerimiz 21. yüzyılda Müslüman olmanın önüne engeller yığmaması gerekir. Çünkü bugün İslam toplumlarının sorunu ibadetlerin eksikliği, kadınların giyim kuşamları veya çağdaşları gibi düşünmemeleri değildir. Muhammed İkbal’in dünyasından tersinden bakalım, “Eğer biz ahlâk, adalet, dürüstlük, sevgi, merhamet gibi evrensel değerlerin dini olduğunu iddia ediyorsak, kendimizin Müslüman olmadığını söylemek zorundayız.” demesi hem şikayet hem de itiraf niteliğinde olmuyor mu?

Sürekli devam eden teknik bir devrimdir çağdaşlık… tespiti Aliya’ya aittir. İslam ve çağdaşlığa dair bir makalesinde, “Kimine göre ideolojilerin mücadelesi, sanatta pop-art, felsefede saçmalığın fikridir. Peki çağdaş dünya çağdaş mıdır? Nasıl ve kime göre çağdaşlık ölçüsü? diye sorar ve sonra bu kararı okuyucunun katkısına bırakır. Çünkü İslam açısından çağdaşlığın sorgulanmasının mümkün olmadığını, bunun ancak insanın ve gelişmekte olan toplumun ihtiyaçlarıyla bariz bir karşıtlık içinde olmadığı ile ilgili bir değerlendirme olabileceğini belirtmektedir.

Biz kendimizi bu çağa ait hissediyor muyuz? Veya inandığımız değerler bizim bu çağa aidiyetimize ne kadar müsade ediyor?

Prof. Dr. Sadettin Ökten kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap veriyor: “Ben tam bu çağın ortasında yaşıyorum. Değerlerimle bu çağın ortasında nasıl varolabilirim ona bakıyorum. Kesinlikle çağdan kaçmıyorum. Ben bu çağın insanıyım, bu çağda geldim ve bu çağda çok mühim bir temsil gücüm var. Bu temsil gücünü elde etmek için büyüklerimden istifade ediyorum, yakalayamadıklarımın kitabını okuyorum, ruhlarından istimdad ediyorum.” Bu sözler zamanın ruhunu yakalayamamış, varoluşun künhüne henüz vâkıf olamamışlar için çağdaşımız bir ilim insanının rehberliğidir.

Buradan hareketle şunu net bir şekilde ifade edebiliriz. Müslüman hangi çağda yaşarsa yaşasın, yaşanılanlar için çağa mazeret bulumaz, çağı suçlayamaz. Sahip olduğu potansiyel ile dönemin tüm imkanlarını kullanarak mutlaka katma değer üretmeli, faydalı olmalı, neticelerini almak için çaba ve gayret göstermelidir.

Üstad Sezai Karakoç’un “diriliş”i tam da bu anlamda bozulmaya, çözülmeye ve çürüyüp yok olmaya karşı çok güçlü bir metafordur. Çünkü Üstadın “diriliş” vurgusunda Müslüman için varoluşunun sürekliliğine ve medeniyet tasavvuruna dair çok ince ama kuvvetli destekleri hatırlatan, ümidi, ufku temelli bir şekilde her dönem canlı tutmaya dair yol işaretleri vardır.

Kendisine ve sahip olduğu değerlere yabancılaşan insan için her dönem yeniden diriliş imkanı vardır, olmalıdır. Müslüman bu imkanları bulup çağın idrakine sunmalıdır. Tıpkı baharın gelmesiyle bütün canlıların yaşadığı yenilenme ve tazelenme gibi. Hayata ve insanlığa ümit kaynağı olmalıdır. Yaratılmışlar içinde insan, insanlık içinde Müslüman bu canlamayı şuurlu bir şekilde başaracak potansiyele sahiptir.

Aslında meselenin dış dünyanın sıkıntılarından kaynaklı olmadığı Müslümanların ahlaki hayatlarının Kur’an’la, Peygamberle ve dinin ruhuyla örtüşmediğini aşikardır. Müslüman ahlâkiliğinin kapsamı daraltılarak belli alanlara hapsedilmiştir. Yoruma dayalı bir anlayış ve düşünce yapısı her çağda karşılaşabileceğimiz sorunlara çözüm üretilmesine engeldir.

Halbuki Müslüman, Hz. Peygamber’in (sas) elinde yetişen sahabenin kuşanmışlığı ile hareket ederek -ki onlar Medine için Medine’den vazgeçecek kadar fedakârdılar-, olgunlaşma sürecindeki hiçbir hiyerarşik aşamaya takılmadan, kendilik bilincine ulaşsa ve varoluş bilincine doğru giden bu süreci tamamlasa, işte o zaman hiçbir prangaya aldırmadan aydınlanır ve bu özgürlükle varoluş sebebi olana inşa ve ihya çabasını gerçekleştirmek için gece gündüz çalışır.

Ancak üzülerek ifade etmeliyim ki bu kuşanmışlığı menfi etkileyecek bireysel adaptasyonu akamete uğratacak ve bu engelleri aşmada pratik karşılığı görmekte zorlanıyoruz. Çünkü neticede ilkel bir varlık olan insan görerek öğreniyor ve uyguluyor.

Teknolojik ve iletişim imkanlarının geliştiği çağımızda uygulama ile bilginin test edilmesi tezatlıkların da orta yere dökülmesine fırsat veriyor. Hiçbir şey gizli saklı kalmıyor. Özellikle toplumun hatırı sayılır kitlelerini peşinden sürükleyen, sözü dinlenen insanların buna imkan vermesi bilginin değerinin ve uygulamaların sorgulanmasına da fırsat veriyor.

Herhangi bir değeri televizyon ekranlarında, sosyal medya mecralarında tartışma ahlâkı göz ardı edilerek ele alıp tartışmak kimseye bir şey kazandırmayacağı gibi izleyenler açısından da iyi bir izlenim bırakmayacaktır. Bu olsa olsa o değer etrafından birleşen insanların ayrışmasına sebep olacağı gibi gelecek için de bir umut vaad etmeyecektir.

Sosyo ekonomik sorunların kronikleştiği, ailelerin dağıldığı, çocukları ile ilgili ciddi sorunlar yaşadığı, insanın kendisine yabancılaştığı, hız ve hazların tercih edildiği, spot başlıklarla üç beş dakikalık videoların hayatı esir aldığı, hayatın her anlamda sosyal medyada yaşandığı ve ahlâklı bir hayat için değil günü birlik bir hayat anlayışının öncelendiği; bilgi, ahlâk, merhamet, sevgi, saygı, vefa, tecrübe, çaba, fedakarlık, güvenin de itibar görmediği bir dönemden geçerken evet bu halde yaşayan insanları eleştirelim ama rehberlik niteliğine sahip insanların da kendisini sorgulaması gerekmiyor mu? Gençler neden bu halde derken, biz bu gençler üzerinde neden etkili olamıyoruz demesi gerekmiyor mu?

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 21) Bu buyruk bize onu kürsülerden hadis rivayetlerinden okuyun insanlara bol bol anlatın mı diyor yoksa onun gibi olun mu diyor. Hz. Peygamber’in (sas) vârisi olduğunu iddia edenlere baktığımızda bize Allah ve Resul’ünü mü çağrıştırıyor yoksa başka bir şeyi mi?

Liderler ve cemaat önderleri açısından meseleye bakacak olursak durum daha da iç acıtan cinsten. Zira biz hiç müslüman kardeşi aç iken kendisi ziyafet çeken bir peygamber görmemişken bunu günümüz müslümanları açısından müsbet bir değerlendirmeye alamıyoruz.

Neden bu toplumun kanaat önderleri olarak bilinen insanlar birşeyin yapılmasını isterken onu önce kendileri yapmazlar. Zira İslam Peygamberi, birşeyin yapılmasını istediği zaman önce kendisi yaparak örneklik ortaya koyar sonra o davranışın ve eylemin yapılmasını isterdi. Etkisini ve karşılığını da görürdü.

İçinde bulunduğu toplumun sorunları için günlerce, aylarca kafa yormayan dertlenmeyen, sahip olduğu imkanları kendi varlığını güçlendirmek için değil, çocuklarının, torunlarının maddi geleceği için değil; darda kalan insanların dertlerine derman olabilmek için kullanmayan bir kanaat önderi samimiyetten söz edemez. Ali Ulvi Kurucu’nun (Allah ona rahmet etsin) “Şu yarım hocalar milleti perişan ettiler yahu!” sözünü bir de bu açıdan düşünelim.

Mart 2022 yılında Marketing Türkiye için VeriNays araştırma şirketinin 18-55 yaş aralığında yaptığı Türkiye’nin Kanaat Önderleri araştırmasının* sonuçlarında ilginç kategoriler sözkonusu: Haberci, Kültür Sanatçısı, Müzisyen, Ekonomist, Sovmen, Sporcu, Gastronom, Sağlıkçı, Mühendis, Youtuber, Modacı. Bu kategorilerin içinde neden şu alanlar yok dediğinizi duyar gibiyim. Siz onu düşünürken ben başka bir şeyi ifade edeyim: Toplumumuzun illaki dini kanaat önderlerine de ihtiyacı var. Ancak bu sayılan alanlarda Müslüman kimliği ile öne çıkan kaç kanaat önderi var.

Gençler kendileri için her an hayatın değiştiği şu zamanlarda belli kalıplara büründürülen bir hayat ideolojisini farz olarak dayatmaya çalışan kanaat önderlerine karşı itiraz içindeyken; üslub ve edep üzere, konuştuklarını davranışlarına yansıtmış, aşk ve ahlâk ile yaşayan idoller görmek istiyor. Yani hayatı ve duruşu ile örnek “hal ehli” önderler görmek istiyor.

Ulusal hiçbir dayatma ile baş etmek zorunda kalmadan, edep, ahlâk ve meşru çerçevede sanat icra eden, müzik çalışan, sinema ile ilgilenen, modayı takip eden insanlar dindar olarak tanıdıkları/bildikleri büyükleri tarafından ön yargılı bir şekilde eleştirilmek yerine dinlenmek, konuşulmak ve desteklenmek istiyor.

Kendisinde olmayanın haram ve günah olduğu anlayışı dayatmaya dönüşüp, yapılanın doğruluğunu da tartışılır hale getirirken; doğrunun ne olduğunu anlatacak cesur insanları da bulamayacağız!

Yıllardır sosyal mecralar için hiç bir içerik üretmeyen ya da sınırlı çabayı abartanların, sohbetten sohbete koşan anne babaların o çocukların eline verdiği telefon ve tabletler için söyleyecek birşeyinin olmaması bir çelişki iken; bu alanların empoze ettiği sığ dilli yaşam tarzları ile farklı akımların etkisine terk edilen gençleri suçladıklarının farkında bile değiller.

Gelenek ile modernizmin arasına sıkışmış, alıntılarla öğretilen dini aktarımlardan ve parmak sallanan vaazlardan ziyade canlı uygulamalar göremeyen çağ insanı usanmışlıkla feryat ediyor. Zira liyakatın sadakate evrildiği, mağduriyet edebiyatı ile hırsa dönüşen her türlü yarıştan ve siyasal angajman için adeta yarışan, bu sayede kontenjan kapmaya çalışan ama toplumu diriltecek hiçbir gayretin olmadığı bir ortama doğan gençlerin hedefsizliğinin eleştirilmesi de çok üzücü.

Her sebeple olursa olsun kanaat önderleri vasfından olan insanların bin düşünüp bir konuşmaları gerekiyor. Zira nefret ve düşmanlıkla dolu söylemlerin neticesinde farklı düşündükleri için terörize edilen gençlerin sorgulamaları onların cesaretlerini kırdığı gibi illegal şebekelerin çarklarına malzeme yapıyor, yazık değil mi?

Her türlü taassublardan sıyrılarak örnek bir toplum düzenin yeniden teşekkülü için sınırlı miktardaki mayayı heba etmeden, hayatta karşılığını bulduğumuz bir örnekliğe tekabül ettiğini görüp “pratik ahlak”ı yeniden tesis ederek farklılıklarımızı normal kabul etme olgunluğuna erişmeliyiz.

Herşeye karşı oluşan soğukluk halinden kurtulmak, hissiyatı yeniden kazanıp sempatik bir Müslüman olmak çok zor olmasa gerek. Umulur ki bu sayede sıcak bir örneklik oluşur.

* https://www.marketingturkiye.com.tr/haberler/turkiyenin-kanaat-onderleri/

5 1 Yorum
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x