Menü
Kasım Küçükalp
Kasım Küçükalp
Nıetzsche’de ve Batı Felsefesi Geleneğinde İnsan
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Nıetzsche’de ve Batı Felsefesi Geleneğinde İnsan

Prof. Dr. Kasım KÜÇÜKALP

19. yüzyılın en radikal düşünürü olarak kabul edilen ve günümüzde de postyapısalcı ve postmodern felsefeler üzerinde son derece etkili olmuş eleştirileriyle bilinen Nietzsche’nin benimsemiş olduğu insan anlayışının, bir bütün olarak Batı metafizik geleneğine yönelik eleştirilerinin hem zeminini hem de gerekçesini oluşturduğu söylenebilir. Kendi insan kavrayışının yetkinliğinin altını çizercesine ilk ve en büyük psikolog olduğunu vurgulayan ve bu doğrultuda ortaya koyduğu düşünceleriyle bir anlamda post-antropolojik düşüncenin de kapılarını aralayan Nietzsche’ye göre, Sokratik rasyonalizmin etkisine bağlı olarak inşa edilmiş olan Batı metafizik geleneği, rasyonel bir varlık ve hakikat anlayışı lehine oluş fikrinin karartılmasına karşılık gelmektedir. Herakleitos’un oluş fikrini benimsemekle birlikte, oluş içerisinde herhangi bir yasanın (logos) hüküm sürmediğini düşünen Nietzsche, Batı metafiziğine ait düşünme biçimini, oluşun, katlanılması son derece güç olan gerçeklik (Dionysosça olan) deneyiminden, gerçekte yanılsamadan başka bir şey olmayan, rasyonel olarak inşa edilmiş/kurgulanmış metafizikler (Apollonca olan) yoluyla kurtulma çabası olarak değerlendirir. Nietzsche’nin bu tespiti bağlamında düşünüldüğünde, Batı düşüncesinin başlangıcından itibaren sorulan “gerçekten varolan nedir?” sorusuna verilecek yanıtın, adeta bir Arşimet noktası fonksiyonu görmek suretiyle, Nietzsche’ye ve Batı metafizik geleneğine ait düşünme biçimlerinin yanı sıra varlık ve hakikat anlayışlarının da farkını açığa çıkaracağı söylenebilir.

Daha başlangıçtan itibaren Batı düşüncesine hâkim olan düşünme biçimi açısından bakıldığında, “gerçekten varolan”, her ne kadar farklı dönemlerde farklı formlar altında kavramlaştırılmış olsa da sabit, kalıcı, tarih-dışı, evrensel, özsel ve rasyonel bir varlık anlayışına referansla tanımlanmış olup, oluş ve değişme ise bir yanılsama ve vehimden ibaret olarak görülegelmiştir. Hatta bu doğrultuda ortaya konulan, akıl-duyu, gerçeklik-görünüş, birlik-çokluk, varlık-oluş, idea-gölge, form-madde, ruh-beden, özne-nesne, olgu-değer, numen-fenomen, modern-gelenek, ileri-geri, erkek-kadın vb. tüm ayrımlar/dikotomiler dahi söz konusu gerçeklik anlayışına bağlı olarak inşa edilmiş olup, hiç de nötr olmayan bu ayrımlar, öncelikli ve imtiyazlı olan ile ikincil ve değersiz olanı açığa çıkaran karakterlerine bağlı olarak, rasyonel bir varlık ve hakikat fikrini meşrulaştıran bir fonksiyona da sahip olagelmişlerdir. Kuşkusuz böyle bir kavrayışın zemininde, varlık ve hakikatin rasyonel bir özünün bulunduğu, evrende rasyonel bir düzenin (logos) hüküm sürdüğü ve insanın da –her ne kadar ruh ve bedenden müteşekkil olsa da- rasyonel (logos sahibi) bir özünün (ruh) olduğu temel varsayımının yattığı söylenebilir. Buna göre, bütün varlığın özü itibariyle logos olması veya logos’a uygun bir karakter arz etmesi ve insanın da düşünen (logos sahibi) bir canlı olması nedeniyle, herhangi bir duyusal deneyime başvurmaksızın varlık, hakikat, değer, anlam ve hatta Tanrı’yı dahi rasyonel olana müracaat etmek suretiyle bilmek mümkündür.

Düşünülür olana yüklenilen söz konusu ontolojik imtiyaz, rasyonel veya düşünülür olanın gerçek, gerçek olanın ise rasyonel/düşünülür olduğu temel varsayımının zeminini oluşturmanın yanı sıra Batı metafiziğine ait düşünme pratiğinin de mahiyetinin açığa çıkarır niteliktedir. Bu açıdan bakıldığında, özü itibariyle hümanistik olan yani varlık, değer, anlam ve Tanrı da dâhil olmak üzere her şeyin beşeri öznenin aklına indirgendiği bir düşünme biçimine karşılık gelen metafiziksel düşünce pratiği açısından metafizik, değişmenin ardında değişmeyen bir töz, cevher, varlık, değer veya anlamın mevcudiyetine gönderme yapmaktadır. Nietzscheci bir perspektiften değerlendirildiğinde, bir anlamda bütün bir varlık alanının insanın sahip olduğu epistemik güçlere referansla anlamlandırıldığı metafiziksel düşünce pratiği, değişmeyen bir varlık ve hakikat kavrayışına bağlı olarak oluş fikrinin karartılması, böylelikle de hakir görülmek suretiyle yaşamın değer kaybına uğratılmasından başka bir şey değildir. Nietzsche’ye göre, böyle bir dışlayıcı mantık üzerine inşa edilmiş ve modern düşünceyle birlikte en radikal formuna ulaşmış olan metafiziksel varlık ve hakikat iddiaları, hümanistik ve kurgusal doğaları nedeniyle “yanılsama oldukları unutulmuş yanılsamalardan” başka bir şey değildir. Nietzsche’nin “kapıda bekliyor” olduğunu deklare ettiği ve yanılsamanın sonu olarak gördüğü 19.yy Avrupa nihilizmine yönelik değerlendirmelerinin önemi de tam da bu noktada açığa çıkmaktadır.

Nietzsche nihilizmi “Tanrı’nın ölümü” metaforuyla karakterize eder ve nihilizmin, tüm metafiziksel varlık ve hakikat iddialarının yanı sıra, söz konusu iddiaları mümkün kılan değerleme mantığının sonuna işaret ettiğini düşünür. Nietzsche tarafından “en yüksek değerlerin kendi kendilerini değersizleştirmesi, amacın kaybolması ve niçin sorusunun cevapsız kalması” şeklinde tanımlanan nihilizm, metafiziksel varlık ve hakikat iddialarının aksine, oluşun veya çıplak varoluşun kendi içerisinde bir değer, anlam ve amaç taşımadığını, bundan dolayı da bütün bir Batı metafiziği boyunca çeşitli düalistik ayrımlar yoluyla ileri sürülen varlık, hakikat, değer, anlam ve amaç iddialarının da temelsiz olduğunu ifşa eden bir karakter arz etmektedir. Aslına bakılırsa Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümü metaforuyla gönderme yaptığı ve çağdaş felsefedeki dekonstrüksiyonist okuma pratiği tarafından “logos çökmesi” şeklinde kavranılan nihilizm, tüm gösterge rejimlerinin ve mutlak referans sistemlerinin çökmesine işaret etmektedir. Tam da bu noktada bilhassa vurgulanması gereken husus Nietzsche açısından nihilizmin öyle sebepsiz yere ve birdenbire ortaya çıkmadığıdır.

Nihilizmin kaynağında aklın kategorilerine olan inancı gören Nietzsche’ye göre Batı metafiziksel düşünme pratiğine içkin bir mahiyet arz eden nihilistik düşünce biçiminin, düşünülür olan ile duyulur olan arasında keskin bir ayrıma giden, böylelikle de rasyonel bir varlık ve hakikat anlayışı lehine oluşu ve yaşamı değersizleştiren Sokratik rasyonalizmle başladığı söylenebilir. Bundan dolayı bir bütün olarak Batı metafiziğine ait düşünme biçimi daha başlangıcı itibariyle nihilizme yazgılı bir karakter arz etmekte olup, 19. yy Avrupa nihilizmi ise, 2500 yıl boyunca hakikat olduğu düşünüldüğü için oluş fikrini karartan metafiziksel düşünce pratiğinin gitgide radikalleşmek suretiyle bir kurgu veya yanılsamadan başka bir şey olmadığının farkına varılmasından ibarettir. Nietzsche’nin Batı düşüncesinin nihilistik karakterine yönelik söz konusu tespitleri, bir yandan hâkim Batı düşüncesinin insan anlayışının, diğer yandan ise Nietzsche’nin, tüm değerleme zeminlerinin ve aşkın referans sistemlerinin çöktüğü nihilistik bir varoluş ufku içerisinde insana nasıl bir ufuk biçtiğinin anlaşılması bakımından da oldukça önemlidir.

Bilindiği üzere hâkim Batı düşüncesi geleneği içerisinde insan “düşünen/logos sahibi bir canlı olarak tanımlanagelmiştir. Aslına bakılırsa söz konusu düşünce geleneğine ait varlık ve hakikat iddialarına içkin nihilistik boyutun tam da bu temel kabul veya varsayım içerisinde gizlenmiş olduğu söylenebilir. Heidegger’in, “Her türlü metafizik, hümanistik doğası gizlenebildiği ölçüde varlığını sürdürebilir.” şeklindeki tespitini önceleyecek bir biçimde, Nietzsche de nihilizmin asıl sebebinin, insan aklına ya da aklın kategorilerine duyulan katıksız güven olduğunu vurgular. Bu durumda düşüncenin nihilistik olup olmamasının, benimsenen insan anlayışına ve hakikatin, bu anlayış doğrultusunda nasıl bir mahiyet arz edeceğine bağlı olduğu söylenebilir. İnsan kavrayışı bağlamında ifade edildiğinde, Nietzsche’ye göre, Batı felsefesi geleneği boyunca benimsenen insan anlayışı, tıpkı zuhura gelen metafiziksel varlık ve hakikat iddialarında olduğu gibi, akla referansla içeriklendirilmesi nedeniyle yaşamın, arzuların, tutkuların, içgüdülerin ve nihayet bedenin değer kaybına uğratılmak suretiyle görmezden gelindiği veya bastırıldığı bir karakter arz etmektedir.

Nietzsche, müfrit bir ruh-beden düalizmiyle tebarüz eden söz konusu insan anlayışının, benimsenmiş olan ruhsal kurtuluş düşüncesi nedeniyle, yaşam karşıtı bir hınç duygusuyla beslenen ve riyakârlığın hüküm sürdüğü bir ahlâk anlayışına vücut verdiğini düşünür. Nietzsche açısından bakıldığında, Platonculuğun değişik evrelerine karşılık gelecek şekilde, Sokratik rasyonalizmle başlayan ve Hristiyan teolojisini de belirlemek suretiyle modern felsefelere intikal eden söz konusu insan anlayışı, reaktif güçlerle donanımlı olmasına bağlı olarak, kendini tanımlamak için sürekli bir biçimde düşman ötekiler yaratma ihtiyacı duyan bir insan modeline karşılık gelmektedir. Nietzsche’ye göre, böyle bir insan anlayışı bir yandan sürüce/kölece değerlemelerin hüküm sürdüğü bir sürü veya köle ahlâkına vücut verirken, diğer yandan ise “insanın kendisi olma” imkânını büsbütün engellercesine, ruh ve beden şeklinde ikiye ayrılmak suretiyle kendi bütünlüğünden koparılmış bir benlik bilincine yol açmıştır.

İnsan benliğini adeta ortadan ikiye ayırırcasına parçalayan böyle bir şizofrenik benlik anlayışı karşısında Nietzsche, oluşu yaşamın karşısına almasından dolayı nihayetinde nihilizmle sonuçlanan klâsik felsefe anlayışının sıkı bir eleştirmeni olarak yeni, pratik bir felsefe lehinde tavır alır. Bu pratik felsefe, yaşam istencini, bireysel istenci evetleyen, yaşamın acılarına tam olarak kendini veren ve bunun sonucu olarak da yaşamla uzlaşabilen bir düşünce biçimi olup, insan kavrayışı bakımından da özü itibariyle nihilistik olan hümanistik ve metafiziksel düşünceden büsbütün farklılaşan bir mahiyet arz eder. Nietzsche tarafından üst-insan veya üstün-insan olarak kavramlaştırılan Nietzscheci insan anlayışının değeri, nihilizm karşısında nasıl bir konum aldığıyla belirlenir.

Nietzsche nihilizmi pasif ve aktif nitelemeleriyle ikili bir ayrıma tâbi tutmak suretiyle ele almıştır. Pasif nihilizm, ruhun gücünün geri çekilmesi ve zevali anlamında nihilizmdir. Bu anlamıyla nihilizm, değerlerin yokluğunun kötümser bir yaklaşımla benimsenmesi şeklinde tezahür eder. Bu ise hali hazırdaki değerlerin değersizleşmesinden kaynaklanan pesimizme karşılık gelmekte olup, nihilizmin ilkel biçimine tekabül eder. Bu ilkel biçiminin ötesinde olan tamamlanmış nihilizm ise, yeni değerler için bir karşı hareket anlamına gelir. Heidegger tarafından tamamlanmış nihilizm olarak nitelenen karşı hareket, Nietzsche’nin ruhun güçlenmesinin bir işareti olarak kavradığı aktif nihilizmdir. Aktif nihilizm içindeki kişi, artık inanmadığı moralin değer yargılarını kırıp yok etmek ister. Bu yok etme isteğinin sebebi ise, moralitenin ve nihilizmin ötesinde değerlerin yeniden değerlendirildiği ve insanın aktif güçlerini bütünüyle hayata hâkim kıldığı yeni bir varoluş biçiminin gerekliliği olmak durumundadır.

Nietzsche’nin üst-insan veya üstün-insanı söz konusu yeni varoluş biçimini üstlenen karakteriyle tüm referans sistemlerinin çöktüğü bir oluş dünyasında, sahip olduğu aktif güçleri pratiğe geçiren, böylelikle de çıplak varoluş içerisinde bulamadığı değer, anlam ve amacı kendi yaratıcı varoluş pratiği içerisinde, kendisi için yeniden yaratan bir insan modeline karşılık gelir. Çekiçle felsefe yaptığının altını çizen Nietzsche, “Kişi nasıl kendisi olur?” sorusunu, hümanistik metafizikler yoluyla inşa edilen ve mutlaklık iddiasındaki kurgusal varlık alanlarına referansla değil, bizatihi kendi varlık-oluşsal imkânlarına referansla yanıtlama cihetine gider. Bu anlamıyla Nietzsche’nin de bir put kırıcı olduğunu söylemek mümkündür. Nietzsche de tıpkı Hz. İbrahim (as) gibi put kırıcıdır, bir farkla ki Hz. İbrahim’in, Allah’a ulaşmak için kendi benliği de dahil olmak üzere tüm putları kırdığı yerde, Nietzsche, kendi benliği hariç, Batı düşüncesi içerisinde üretilen bütün metafiziksel putları kırma cihetine gitmiştir. Nietzsche’nin, nihilizmin üstesinden gelme idealinin pratiğe dökülmüş haline karşılık geldiğini düşündüğü üst-insanının da yıktıklarının yerine yeni bir metafiziksel varlık ve hakikat anlayışı inşa etmeyi değil, tüm yalınlığı ve yıkıcılığı içerisinde oluşa evet diyen bir insan modeline gönderme yaptığı ifade edilebilir.

Kaynakça

Copleston, Felsefe Tarihi,VII-2,Nihilizm ve Materyalizm, çev. Deniz Canefe, İdea Yayınları, İstanbul 1998: Heidegger, “The Word of Nietzsche: God is Dead”, The Question Concerning Technology and Other Essays,translated by William Lovitt, Harper & Row, Publishers, Inc., New York 1977; Heidegger, Hümanizm Üzerine Mektup, çev. Yusuf Örnek, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, İstanbul 2020; Küçükalp, Derda, Politik Nihilizm: Nietzscheci Bir Tartışma, Dora Yayınları, Bursa 2018; a.mlf, Nietzsche ve Postmodernizm, Kibele Yayınları, İstanbul 2017; Nietzsche, Tarih Üzerine,çev. Nejat Bozkurt, Say Yayınları, İstanbul 2000; a.mlf, The Will to Power, translated by Kaufmann, Walter and R. J. Hollingdale, Random House, New York 1967.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x