Menü
Muaz Yanılmaz
Muaz Yanılmaz
Olmuş Olan Hayat Şimdi Olmaktadır
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Bir konunun, olayın, durumun etraflıca tahlil ve müzakere edilmesinde değişmeyen temel ilkelerden birisi ele alınan meselenin evvela kavramsal olarak yerli yerine oturtulmasıdır. Bunu sağlamadan gerçekleştirilecek tüm girişimler akamete uğrayacak, hedeflenen noktada ciddi sapmalar doğuracaktır. Dolayısıyla ilkin ele alınması gereken ve hakkında fikir verir bir uzlaşı sağlanması gereken kavram yazımız bağlamında bizzat göç olgusunun kendisidir.

“Göç” dediğimiz ya da “göç olgusu” diye isimlendirdiğimiz kavramın muhtelif tanımlamaları, belirli düzeyde değişen izahları bulunuyor olsa da en temelde “insanın, yer değiştirmesi”dir. Literatürde göç olgusunun; insanların, sosyal, ekonomik, siyasi veya doğal nedenlerden dolayı coğrafi olarak yer değiştirmesi şeklinde tanımlandığını da görüyoruz. Bu yer değiştirmenin; ülke içine-ülke dışına, geçici-sürekli, gönüllü-zorunlu, bireysel-kitlesel, düzenli-düzensiz, yasal-yasadışı(!) gibi farklı biçimlerde olması literatürdeki tanımı değiştirmiyor. Bütün bu biçimlere göç tanımı içerisinde yer verilebiliyor. Ancak söz konusu genel tanımlama, insanî ve felsefî açıdan bakış açımızı etkileyen, hassaten meselelerin özünü görme biçimimizi değiştiren, adlandırmalarımız üzerinden hakikat tanımlarımızı da zedeleyen bir anlam yüküyle bağlıdır. Bu zedelenmiş anlamı kısaca izah etmeye çalışalım.

İnsan, Hukuksal Bir Varlık mıdır?

Her ne kadar uluslararası anlamda genel kabul gören bir tanım bulunmuyor olsa da “yer değiştiren” kişiye “göçmen” denilmesi geçerli kabul edilen bir ifadedir. Buna göre göçmen; ekonomik hayat koşullarını iyileştirmek, kendisi ve ailesi için maddi ve sosyal beklentilerini karşılamak amacıyla nüfus hareketliliği gerçekleştiren kişi ve aile fertlerini işaret etmektedir. Bu genel kabulden hareketle, her ne kadar yukarıda değindiğimiz üzere çok çeşitli kategorileri olsa da bu hareketliliği gerçekleştiren kişiye hukuksal/sosyolojik olarak verdiği ada bakarak literatürün göç olgusunu “ekonomik/maddi” gerekçelere bağladığını görüyoruz.

Gelir dağılımının eşit olmaması, insanların daha rahat ve huzurlu yaşama isteği, daha iyi bir yaşama duyulan istek vb. sebeplerle, yani ekonomik/maddi gerekçelerle girişilen bir göç hareketliliği ile sürgün, savaş, kıtlık vb. zorunlu sebeplere dayalı yer değiştirmeyi aynı kefeye koyacak şekilde tamamına birden “göç” kavramı içerisinde yer vermek, hukuksal/sosyolojik bir zemin sağlayabilir belki ancak aynı zamanda insanî ve vicdanî açıdan sorumluluğu öteleyen, hakikat penceremizi kapatan, anlamı ve hayatın anlamlılığını zedeleyen bir sahte tatmin ortamı da oluşturur.

Toplum hukuk kurallarıyla şekillendirilebilir ve daha yaşanabilir bir düzenlemeye tabi tutulabilir. Sosyolojik olarak tahlil ve teşhise yarar incelemelerde bulunulabilir. Ancak insan, özü itibariyle yasal bir varlık olarak idrak edilemez. Zira bu yönde bir eğilim, örneğin “yasal göç-yasadışı göç” gibi bir kavram oluşturduktan sonra geri kalan tüm değişkenleri, hareketliliğin kökenindeki tüm zorunlulukları çeşitli ve kolay bahanelerle göz ardı edebilecektir. Kendi “yasal varlığını” gözetmek, kollamak, korumak adına insani sorumluluğu önemsemeyecek, sınır güvenliğini insan güvenliğinden üstün tutacak, “vatandaş konforunu” “yasadışı hayatlara” tercih edecektir. Bu bağlamda insanların “göç etmek” amacıyla yer değiştirmesi ile “iltica etmek” amacıyla yer değiştirmesini, hukuksal açıdan olduğu kadar söylem/tanım/kabul düzeyinde de kesin bir şekilde ayırt etmek gerekir.

Sorun Üreten Göç mü Göç Üreten Sorun mu?

Göç olgusunun kendisi, hangi sebeplere dayanırsa dayansın, özü itibariyle yeni bir düzeni, yeni bir sistemi, yeni bir hayat biçimini, yeni bir toplumsal ilişkiler ihtiyacını dayatır. Bu yönüyle tek boyutlu bir durum olmasının çok ötesinde insanın yer değiştirmesi, ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik, siyasi vb. açılardan çok çeşitli sonuçları haizdir. Ancak bu mevcut gerçekliği doğru tahlil edebilmenin yolu evvela insanı “yer değiştirmeye” zorlayan sebebin isabetli bir şekilde değerlendirilebilmesinde yatmaktadır. Bu noktadaki bir sapma haliyle “sorun”u yanlış yerde saptamayı ve böylece “çözüm” olarak sunulan teklifin toplumsal düzeni ve rahatlamayı sağlayacak yerde daha kronik krizleri büyütmesini beraberinde getirecektir.

Bugün gelinen noktada, küresel krizi oluşturan unsurlardan birisi olarak insanların “yer değiştirme” hareketliliğinin temelinde ekonomik/maddi gerekçelerden çok savaş, açlık, sürgün, hayatta kalma isteği, aile fertlerinin yaşama arzusu gibi gerekçeler yatmaktadır. Kaynak paylaşımının tekele indirilme girişimleri, sömürü düzeni, hükmetme içgüdülerinden müteşekkil politikaların doğurduğu savaşların “yer”siz bıraktığı kitlelerin dünya üzerindeki hareketliliğinden bahsediyoruz. Temel sorun, insanların içerisine girdikleri yeni toplumla ortak yaşamalarını sağlayacak uyum politikalarından önce onları buna mecbur bırakan savaş politikalarıdır. Yer değiştirmenin, toplumsal değişimi tetikleyen çok boyutlu bir vakıa olduğu elbette su götürmez bir gerçektir. Ancak; farklı kültür/dil/din/fiziki yapıya sahip insanları karşı karşıya getiren ve bir arada yaşamalarına, karşılıklı etkileşimde bulunmalarına neden olan bu vakıanın yol açtığı yeni problem alanlarını çözebilmek/giderebilmek evvela “sorunu” doğru tespit edebilmekle mümkündür. Yeraltı kaynaklarını sömüren bu zihniyeti değiştirmeden, mülteci üreten politikaları ortadan kaldırmadan, bu yönde bir çözüm/teklif geliştirmeden, uluslarası düzlemde daha güçlü ve “samimi” oluşumlar organize ederek gerçekçi faydalar elde etmeden girişilecek her türlü adım eksik, yetersiz ve geçici tatmin yaratan sonuçlar doğurmaya mahkumdur. Hülasa, ilkin, “göç’ün ürettiği” değil “göç üreten” bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun bilincinde olarak önümüzdeki mesele ile yüzleşebilmeliyiz.

Yeryüzü Medeniyetinden Sınır Güvenliğine

Bir diğer kriz alanımız da modern devlet anlayışı ile birlikte gelişen, milliyetçilik ve sınır güvenliği bağlamında değerlendirilebilecek ulus devlet merkezli organizasyonlardır. Sorun’u yanlış yerde bulmanın, haliyle doğru çözümlere ulaşamamanın dayanağı, meseleyi doğru anlamayı ve yorumlamayı güçleştiren anlayış bütün dikkatimizi “sınır”a çeken bu ulus devlet merkezli düşünme biçimidir. İnsanların ürettikleri ortak değerleri dışlayan, yeryüzünü tüm insanların ortak vatanı olarak görmeyi reddeden, etkileşime ve dayanışmaya kapalı, daha doğru bir ifadeyle etkileşimi ve paylaşımı tek boyutlu addeden bu anlayış; olup biteni “sınır güvenliği”, “vatandaş konforu”, “sosyal refah” başlıkları içerisinde değerlendirmektedir. Bu nedenle de yer değiştirmek zorunda kalanlar; insan olmalarının ötesinde sınırlara musallat olan “hayaletler”e, ülke refahını, dirlik ve düzenini tehdit eden unsurlara, “vatandaş konforu”nun düşmanlarına dönüşmektedir.

Bu nedenle; sınır güvenliğine yapılan yatırımlar, insan güvenliğini göz ardı edebilmektedir. Avrupa Birliği sınır güvenliği teşkilatı olan Frontex bu konuda son derece somut ve keskin bir örnektir. Avrupa Birliği’ne kabul edilen ülkelerde ilk kurulan teşkilat olan Frontex’in temel görevi, “yabancılar”ı sınırlardan uzak tutmaktır. Bu teşkilatın görevleri nedeniyle örneğin Akdeniz’deki “tekne faciaları”nı sıklıkla duyuyoruz. Zira önemli olan insan güvenliği değil sınır güvenliğidir ve bu amacı gerçekleştirebilmek için “yabancılarla” dolu tekneler rahatlıkla batırılabilmektedir. Tam bu noktada; eğer meseleyi buraya kadar izah etmeye çalıştığımız şekliyle insanî ve vicdanî bir sorumlulukla ele almak yerine, ulus devlet anlayışıyla, ekonomik/maddi gerekçelere dayandırarak görecek olursak, “sorun”un kaynağını “sınır”lara hücum eden “yabancı”lar olarak değerlendirmek durumunda kalırız. Yasal olanı aşmaya çalışan, çizilmiş sınırları ihlal etmeye çalışan, haksız bir şekilde ülke konforuna musallat olan kişilerin yer değiştirmesi, sorunumuzun temel sebebi olacaktır. Son derece bağnaz ve nakıs olan bu yorum, gerçeklik düzleminde asıl ele almamız gereken problemleri de görmemizi ve haliyle etkin çözümler üretebilmemizi engelleyen bir bakış açısı barındırmaktadır.

Ülkedeki her kötülüğün, her olumsuzluğun faturasını “yabancı”ya kesen ve yabancı düşmanlığını körüklemek dışında makul, izah edilebilir, haklı hiçbir gerekçeye dayanmayan bu bakış açısının ele aldığı örnekler de çözüm üretmek için gerekli olan gerçeklikten yoksundur. Yer değiştirmenin dayattığı somut karşılaşmalar, uyum problemleri, düzen değişiklikleri ancak doğru bir zeminden hareketle çözüme kavuşturulabilecek ikincil konulardır. Örneğin; ülkedeki “kira artışları”nın nedenini yabancılara bağlamak daha çok para kazanma hevesindeki ev sahibinin aç gözlülüğünü göz ardı etmek demektir. Bu açgözlülüğü besleyen, tetikleyen, şımartan dinamiği görmezden gelerek, bu neticeyi doğuran söylem ve politikaları değiştirmeden, yalnızca “göç’ün bir sorun ürettiğine” inanarak elde edebileceğimiz hiçbir olumlu sonuç yahut çözüm olmayacaktır. İşgücündeki yönelimin değişmesi, bizzat yabancının ürettiği bir problemden çok gerekli denetim ve düzenlemenin bulunmaması eksikliğidir örneğin. Bu eksiklik giderildiğinde, birlikte, bir arada, kimsenin düzeni sarsılmadan, insanî bir yaşamın da mümkün olabileceği görülebilecektir.

Yer değiştiren insanları, konfor alanlarımızı ihlal eden unsurlar olarak değerlendirdiğimiz sürece bir nevi kendi sorunumuzu da kendi ellerimizle yaratmış oluruz. Yeryüzü medeniyetinin birer ferdi olarak elde edebileceğimiz kazanımları, ekonomik olduğu kadar kültürel karşılaşmaları, sosyal gelişimleri ve dönüşümleri elimizin tersiyle iterek olumlu bir sürece yönlendirebileceğimiz kalkınmamızı bir çöküşe sürüklemiş oluruz. Evet, göç olgusunun bizzat kendisi birçok çeşitli “sorun”u içinde barındırmaktadır ancak bu muhteva ve anlam itibariyle göç olgusunun tek başına bir sorun olduğu anlamına gelmez. Asıl sorun, göç üreten politikalardır. Dolayısıyla evvela bu politikaları ortadan kaldıracak değişim ve dönüşüm için gayret göstermenin yanında, göç olgusuyla yüzleşmenin getirdiği yeni kriz alanlarını da doğru bir bakış açısından hareketle kalkınmanın zemini kılmak yine insanın kendi elindedir.

Göç: Bir Sınanma Düzlemi

Göç olgusu, toplumsal değişimin temellerinden birisini oluşturur. Tarih boyunca yüzyıllardır farklı toplumsal ve etnik grupların, savaşlar, mübadeleler, ekonomik saikler, sürgünler nedeniyle yer değiştirmesi neticesinde çok kültürlü, etkileşimli, dönüşüm ve değişim geçirmiş bugünkü toplumsal düzenler meydana gelmiştir. Bugün itibariyle; yekpare bir bütünlüğe sahip, tamamen kendi öz dinamikleri üzerine kurulu, etkiye kapalı bir toplumsal yapıdan bahsedilemeyecektir. Bu durum, gerek hukukî gerek sosyolojik gerekse bir çok farklı disiplinin inceleme alanı olabilen göç olgusunun, tek boyutlu olmadığının, kestirmeden ulaşılabilecek bir yol ve yöntemle değerlendirilemeyeceğinin en somut işaretlerinden birisidir. Önemli olan bu reddedilemez ve yok sayılamaz gerçekliğin, doğru enstrümanlarla, etkili adımlarla, bütüncül bir bakış açısıyla ele alınarak meseleye insanî düzlemde yaklaşılabilmesidir.

Buraya dek ele aldığımız bağlamda ifade edecek olursak, öncelikli başlığımız göçün ürettiği sorunlar değildir. Bu başlıkta ele alınacak toplumsal değişim, kültürel karşılaşma, ekonomik düzen vb. hususlar doğru bir yaklaşım sergilendiği sürece kolaylıkla çözüme kavuşturulabilecek, uygun uyum politikaları geliştirilebilecek ikincil konulardır. Asıl mesele; evvela göç üreten politikaları engelleyebilmek için neler yapılabildiğidir.  Sonrasında gerek politikanın gerekse toplumun göç olgusuyla yüzleşmeye hangi düzeyde hazır olduğudur ya da hazır olup olmadığıdır.

Zira göç olgusu bir sorun değil, yüzleşmedir; toplumun ilkesel düzlemde bayraklaştırdığı, diline doladığı, temsil ettiğini düşündüğü tüm değerler sisteminin test edildiği alandır. Bir kadının annelik iddiasındaki merhametin, bir tacirin iş ahlâkı iddiasındaki dürüstlüğün, bir gencin dostluk iddiasındaki bağlılığın, bir kişinin komşuluk iddiasındaki dayanışmanın sınandığı bir düzlemdir. Toplumsal olarak yaşanmış, geçirilmiş, olmuş olan tüm hayatın tüm değer yargılarıyla birlikte bugün, şu an, şimdi sergilendiği bir sahnedir. Olmuş olan aslında şimdi olmaktadır. Bize kazandırdığı yahut kaybettirdiğiyle, sahip olduklarımız yahut olmadıklarımızla, bildiğimiz ya da bilmediklerimizle; tüm geçmişimizi bugün yaşamanın, var etmenin, sınamanın ete kemiğe büründüğü en somut yüzleşmenin adıdır göç.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x