Oryantalizm her dönemde tartışılmış bir alandır. Bazı kimseler bu alanı tümüyle reddederken bazı kimseler de bu alanın gerekliliğine vurgu yapmıştır. Bu iki uç görüşünde kendilerine göre haklı sebepleri mevcuttur. Oryantalizm adı altında yapılan tüm çalışmalar doğru olmamakla birlikte birçok Müslüman alimin bu çalışmalardan yararlandığı bir gerçektir.
Kanaatimizce oryantalizmi anlayabilmek için bu alanın nasıl ortaya çıktığına bakmak gerekir. Oryantalizmin kökleri bin yılın derinliklerine ulaşsa da böyle bir kavram Avrupa’da on yedinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkmıştır. İlk defa da 1779’da İngiltere’de, 1799’da da Fransa’da kullanılmaya başlanmıştır. Oryantalizmin bu denli erken bir dönemde gün yüzüne çıkmasındaki neden, Endülüs ve Sicilya’da bulunan Müslüman ve Hıristiyanlar arasında meydana gelen tartışmalardır. Bununla beraber Doğu’da yapılması planlanan “ticaret” ve “Hristiyanlaştırma” olmak üzere iki amaç güdülüyordu. Bir nevi Hrıstiyan ilahiyatçıların Müslüman ilahiyat ve düşünürlerine karşı kullandıkları ifadeler, savlar ve onlara karşı yapmış oldukları dönütler, ticari işlemler ve onları Hristiyanlaştırma düşüncesi karşı tarafı tanımayı gerektiriyordu. Bu nedenle Batı İslam’ı araştırmaya ve dil kürsüleri kurmaya başladı. Bu sebeple yapılan tüm çalışmalar oryantalizmi var etmiştir.
Oryantalizmin bir kavram ve alan olarak çıkması, İslam dininin ve Müslüman şahsiyetlerinin özellikle orta çağda yaptıkları çalışma ve faaliyetlerin tüm dünyada konuşuluyor olmasının bir gerçeğidir.
Oryantalistlerin on yedinci yüzyıldan günümüze dek yaptıkları çalışmalardan aldığımız sözleri, oryantalizmin hangi konular üzerinde çalıştıklarını anlaşılır kılmak için buraya da ekleyerek yazımızı sonlandıralım.
Goldziher: “Arap dünyasının geleneklerine, ataların ahlâk ve adetlerine tekabül eden şeylerler sünnet olarak kabul edilmiştir. İslâm’da değişikliğe uğrayanın sadece bu mefhumun muhtevası ile ona tekabül eden kelimenin mânâsıdır. Selef, Muhammed ve onun ilk tâbîleri tarafından yapılan her şeyi sünnet olarak kabul etmiş; İslâmî sünnet anlayışı, eski bir Arap telakkisinin yeniden gözden geçirilmiş şeklidir.”1
D.S. Margoriouth: “Muhammed, Kur’an’ın dışında geriye hiçbir sünnet ya da hadis bırakmamış, Muhammed’den sonra ilk İslâm toplumunun uyguladığı sünnet Muhammed’in sünneti olmayıp Kur’an vasıtasıyla tâdile uğrayan İslâm öncesi Arap örfüdür. Sonraki nesiller ise bu örfe otorite ve normatiflik sağlamak amacıyla “Hz. Peygamber’in sünneti” kavramını geliştirip hadis mekanizmasını uydurmuşlardır.”2
J. Schacht (1902-1969) ise; erken bir devirde, teamül ve kaidevî örf anlamını taşıyan sünnet hakkındaki eski Arap anlayışının İslâm’da kendisini yeniden gösterdiğini; İslâm’la olan alâkası bakımından sünnetin esas itibarıyla hukukî bir ifadeden ziyade siyasî bir anlam kazandığını söylemiştir. Dolayısıyla da halifenin siyaset ve idaresini yansıttığını; üç çeyrek asrın sonuna kadar “Peygember’in sünneti” mefhumunun Kur’an’la bir seviyede müstakil bir düstûr olarak henüz yerleşmediğini; bu tabirin ilk dönemlerde Kur’an’da bildirilmiş ahkamın ötesine gitmediğini; Peygamber’in sünnetine uymak bizzat Peygamber’in yaptığı gibi ancak Allah’ın Kitabı’na uymaktan ibaret olduğunu söylemektedir.3
Duncan Mac Donald: “Muhammed efsanesi” çöktüğünde, yani “onun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde”, “bütün inanç çökecekti”. “Bu insanların, Hıristiyan okulları ve rahipleri tarafından kurtarılması gerekiyordu”. Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekeştirilebilceği yöntem, “‘Muhammedanizm’e cepheden saldırmak değil”di. “Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temelini aşındırmasını beklemek yeterli olacaktır.”4
Simon Ockley “Müslüman Araplar Tarihi” isimli eserinde S. Ockley, bu kitabında Müslüman Doğu’yu yüceltmiş ve Batı’dan daha üstün olduğunu belirtmiş olmasına rağmen, Hz. Peygamber’i tanıtırken, “O, aslında kötü ve hilekâr bir adamdır. Taşıdığı güzel nitelikler de arzu ve ihtirasların egemen olduğu gerçek yüzünü örten dış bir perdeden başka bir şey değildir” demiştir.
Gibb’e göre Kur’an “Muhammed’in sezgisel tecrübelerinin kaydı”dır.5
Pruett: “Bizans ve Perslere karşı durabilmek için Araplar en başta bir devlet kurmaları ve ideoloji oluşturmaları gerekiyordu. Bu da İslâm’dı.”6
Grunebaum, Hıristiyan ve Yahudî inanç kalıplarının İslâm Peygamber’inin fikirlerinin oluşumunda büyük önemi olduğunu, Tevrat ve İncil’deki özlerin, Kur’an’ın oluşmasında etkili olduklarını söyler. Ona göre Hz. Muhammed’in tek tanrıcılığı Hıristiyan “teslis akidesine” bir tepki olarak gelmiştir.7
Edward W. Said, Oryantalistlerin İslâm eksik ve hatalı bir Hıristiyanlıktır; yani, “Hıristiyanlığın bozulmaya uğramış biçiminden başka bir şey olmadığını savunduklarını söyler.8
Dr. Cragg: “Modern çağ için İslâm’dan daha elverişsiz bir din yoktur.”9
Tıbawi din konusunda: “Dini tecrübe, ruhsal ve sezgisel bir algılamaya dayanır. Analitik veya eleştirel yöntemlerle kavranamaz. Din dışında olanlar, o dini içinde olanların anladığı biçimde anlayamazlar. Bu, kitaplardan öğrenilebilecek bir şey değildir.”10
Tıbawi aynı zamanda: “Anlaşılacağı üzere biri din, diğeri de medeniyet olmak üzere iki türlü İslâm var. İlki sevgiden, inanç ve gelenekten kaynaklanıyor; öteki ise nefret, şüphe ve yanlış kanaatlerden. İkisi arasında esaslar bakımından büyük bir ayrılık vardır. İslâm belki de dışarıdan bakanlarca böylesine yanlış anlaşılan tek dindir.” der.11
Grunebaum: “İslâm her zaman “gelenekçi” olmuştur. Hiçbir zaman “mutluluğun elde edilmesine” yönelik olan Batı’yı izlememiştir. İslâm, insanın evrimi ve zengin açılımları ile ilgilenmemektedir. Çünkü İslâm bir medeniyet kurmayı hiçbir zaman temel ve aslî bir görev olarak görmemiştir. Yaratıcı değildir. Nostaljik dinlerin sonuncusudur.”12
Aloys Sprenger, onun mütevazî bir kökenden geldiğini, sara denen bir hastalıktan mustarip olduğunu, ilâhî misyonundan şüphe ettiğini, Mekke’de peygamber, Medine’de politikacı gibi davrandığını, Müslümanların kendisine bir put gibi taptığını, İncil’i çok iyi bildiğini, İslâm’ı Hıristiyanlık ve Musevîlik gibi öteki dinlerin potasında yoğurmaya çalıştığını iddia ediyordu.13
Selcan Çakar
1 Goldziher, Ignaz, Muhammedanische Studien, Halle-1989-90, çev., M. Said Hatipoğlu, Hadis Tetkikleri (basılmamış), I. bölüm, IV, pasaj’dan naklen.
2 Guraya, M. Yusuf, Origins of Islamic Jurisprudence, Lahor 1985, s. 18. Krş., age’in tercümesi Sünnetin Neliği Sorununa Metodik bir Yaklaşım, çev., Mehmet Emin Özafşar, Ankara 1999, s. 47.
3 Schacht, Joseph, “Peygamberin Sünneti” Tabiri Hakkında, trc. M. S. Hatiboğlu, AÜİFD., Ankara 1972.
4 Duncan Black MacDonald, Aspects of Islam, New York 1911, s. 12-13.
5 Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar, s. 214.
6 Pruett, “İslam ve Oryantalizm”, s. 67.
7 Von Grunebaum, Essays, s. 13-14.
8 Said, Oryantalizm, s. 106. Ayrıca bk. Oryantalist Yaklaşıma İtirazlar, Derleyen: Mehmet Emin Özafşar, Ankara 1999, s. 13.
9 Kureşî, “İyi Niyetli Tarafgirlik : Kenneth Cragg Üzerine Bir Deneme”, s. 154.
10 Pruett, “İslam ve Oryantalizm”, s. 72.
11 Tıbawî, A. L., “Second Critique of Ennglish Speaking Orientalists and Their Approach to Islam and the Arabs”.
12 Von Grunebaum, Gustave E., Islam: Essays in The Nature and Growth of a Cultural Tradition, (New York: Barnes and Noble, 1961), s. 1, 159.
13 (Aloys Sprenger, Das Leben und die Lehre des Mohammad, Berlin 1861-1865.