Peygamberin Masum Kabul Edilmesinin Teolojik Zemini ve Kaynakları
Kelime anlamı olarak “ayağın sürçmesi ve kaymasını” ifade eden zelle, terim olarak “peygamberlerin hata ile veya unutarak yaptıkları kusurları” tanımlamak için kullanılmaktadır. Ayrıca bu tanıma yakın olarak da sağire (küçük günah), sürçme (aserât) terimleri de kelamcılar tarafından kullanılmıştır. Bu konuda Mâtürîdîler genelde zelleyi tercih ederken, Eş‘arîve Mu‘tezile daha çok sağire kavramını kullanırlar.
Peygamberin günah-hata vb durumlara giriftar olabileceği izlenimi uyandıran zelle olgusu, söz konusu fiilleri takip eden âyetlerin peygambere belirli normları hatırlatan yapısı sebebiyledir. Aksi durum dinin merkezi kavramlarından olan peygambere saygıyı azaltabilir, denklemin karmaşıklığı dinde daha farklı sorunlar gündeme getirebilirdi. Bu yüzden “peygamberlere itab (uyarı/kınama)” ifade eden âyet metinlerinin yorumlanması özel bir ihtimam gerektirmiştir.
Peygamber sonrası nesil için dikkat çekici bir etki uyandıran bu vahiy metinleri, bir yönüyle peygamberin kulluğuna işaret eden olgular iken öte yandan her an gözetleyen, imhal (mühlet/süre tanıyan) eden fakat ihmal etmeyen bir Rab tasavvuruna da kaynaklık eder.
Zelleler, “büyük küçük hiçbir şeyin unutulmayacağı hiçbir şeyin hesap dışı tutulmayıp her şeyin teraziye geleceği” ahiret günü telkinlerin bir retorik olmayıp, hakikati ifade ettiği kanısını güçlendirir. “Kamera gözetiminde olmak” algısıyla daha fazla şuuruna vardığımız bir durumdur.
Kendisine itaat emredilen rol-model insan olarak peygamberin, yalpalama ve sürçmelerinin düzeltmeye tabi tutulması, insanlar nezdinde dinin sıhhati konusundaki endişeleri gidermek açısından da önemlidir.
İtab âyetleri, vahyin peygamberden değil, Allah’tan olduğunun şuuruna varmamıza kaynaklık eder. Zira vahyin kaynağı peygamber olsa kendini eleştirmesi beklenmeyebilirdi. Hata karşısında peygamberin takındığı tavır, onun dinin sahibi değil davetçi ve tebliğcisi olduğunu net bir biçimde ortaya koyar.
Ne tercihler evreni yalnızca iyi ve kötüden oluşur ne de insan her şeyi kucaklayan bir bilgiye maliktir. Peygamber maden insandır öyle ise sürçecek ve bilgisi ile her şeyi kuşatan, her şeyin bilgisi yanında olan Zât-ı Bârî tarafından tashih edilecektir. Tercihi yapan peygamber de olsa, bireyin kavrayışı evrensel bütünü ihata edemediği için tercihlerinde yanılabilir. Zira bazen hoşumuza giden fakat hakkımızda şer olan şeyler olduğu gibi, hoşumuza gitmeyen şeyler de içinde hayır barındırabileceği, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı; evrende hikmetlerin göz ardı edilemeyeceği de zelleler sebebiyle yeniden hatırlanmalıdır.
Hatadan dönülmesini nasip etmesini, işlenen hatadan doğan zarardan dolayı kendisini affetmesini talep etme anlamında peygamber, kulluk icrasının bir parçası olarak hem ümmetine ders vermekte hem de Rabbi’ne samimi tevbe ve istiğfarda bulunmaktadır. Bu yönüyle peygamber-Rab ilişkisi açısından zellenin söyledikleri ile peygamber-ümmet ilişkisinde zellenin söyledikleri birbirinden farklılık arz eder. Zelle özelinde peygamberin yanıldığının görülmesinden daha önemli olan, bu yanılgıların düzeltildiği ve dinin saffetinin muhafaza edildiğidir.
Peygamberlerin Masum Oluşlarının Gereği ve Anlamı
Sebebini bilelim ya da bilmeyelim Allah’ın abes iş yapmayacağı, O’nun her fiilinin mutlaka bir hikmete dayalı olduğu mü’min tarafından kabul edilen bir gerçektir. “İnsanların Allah’a karşı herhangi bir delili (huccet) olmaması için peygamberlerin müjdeleyici (beşîr) ve uyarıcı (nezîr) olarak gönderildikleri” (bk. İsrâ, 17/105) şeklinde ifade edilen ilkesel bir temel dolayısıyladır ki Allah her topluma peygamber göndermiş, insanın bahanelerine imkân bırakmamıştır. İnsan ilâhî rehberlikten mahrum bırakılmamıştır.
İnsan biyolojik ve psişik olanaklarla mükellef tutulabilecek alt yapı ile donatılmış, peygamber yoluyla da öğretiden haberdar edilmiştir. Akıl, kişinin hem iç potansiyelini ortaya çıkarıp bir amaç ve hedef etrafında irade ortaya koymasını sağladığı hem de dışarıdan bireye bildirilen öğretinin kişi lehine ya da aleyhine olduğuna karar verecek yargıç olarak, merkezi bir öneme sahiptir. Bu yüzden aklı olmayanın dini de yoktur. Aklı olmayan açısından dini sorumluluk mutlak olarak askıya alınırken, diğer yoksunluklar ise kişinin sorumluluklarını kısmen askıya alınma nedenidir.
İsmet sıfatı, peygamberlerin mutlak anlamıyla hata yapmayacağı anlamına gelmeyip, hatalarının tebliğ edilen mesaja zarar verecek nitelikte yüz kızartıcı durumlardan uzak olduğu ve bunun dışında meydana gelen hata ve yanılmalarının ise ilâhî müdahale ile düzeltileceğinin garanti edilmesini ifade eder. Bu yönüyle ismet, peygamberin hiç hata etmemesi değilken, hata ettiğinde ise uyarılıp düzeltilmesidir.
Dinde kendisine itaat emredilen peygamberin masum kabul edilmesi, Allah’ın peygamber göndermekteki faydayı zayi etmeyeceğini varsayar. İrade ve tercihinde çelişki olamayacağını gösterir. Dinin kaynağının sağlam olması için, tebliğe konu olan her şeyin hiç değilse nüzûl aşamasında yanılabilir birinin müdahalesine kapalı olması demektir.
Zellelerin Tashih Edilmesi Anlamına Gelen İsmet Ne İfade Eder?
Peygamberin ismet sahibi olması, sadece günahlara karşı korunmasını içermez. İsmet, davete ve öğretinin sıhhatine zarar verecek her türlü sıkıntıdan peygamberin her açıdan korunması ve himaye altına alınmasını içerir. Davete engel oluşturacak suikastlara karşı peygamberi korumak, ismet kavramı içinde anlam kazandığı gibi, davete engel teşkil edecek uzuv eksikliği ya da yoksunluklardan peygamberin kurtarılarak eksiklik veya yoksunluk duygusunun sebep olduğu psikolojik eziklikten peygamberin kurtarılmasını da uhdesinde bulundurur. Böylece “ya’simuke/seni koruyacaktır” (Maide, 5/67) kavramı, peygamberi çevresindeki her türlü tehlikeye karşı korumayı ifade eder.
Peygamberin muhtemel doğrular arasındaki uygulama serbestisini ifade eden tercihlerinde, en ideal olanı tercih etmediği için itaba muhatap olduğu görülmüştür.
Örneğin Hz. Peygamber’in (sas) mübah olan bal şerbetini içmemek üzere söz vermesi, Kur’ân’da kendisine haksızlık olarak sunulmuş ve bunun gereği olmadığı söylenmiştir (Bk. Tahrîm, 66/1). Bedir esirlerine ilişkin peygamber tercihi de bu yöndeki bir değerlendirmedir (Bk. Enfâl, 8/67). Muhtemel birçok seçenekten biri olan peygamber tercihi, muhtemelen tercihlerin en iyisi olmadığı için eleştirilmeyi gerektirmiştir.
Hz. Peygamberin içtihat ya da tercihinin ideali yansıtmaması, dinî olarak farklı değerlendirmeye konu olsa bile, onun bu eylemlerini yanlış kategorisinde ele almaya imkân yoktur. Olsa olsa bunlar “evla” olmadığı yönüyle ancak eleştiriye konu olabilir. Söz konusu fiilin, muhtemel eylemlerin en iyi olmadığı söylense bile, bu eylemler hiç değilse iyi kategorisindedir. Bu fiiller, kötü kategorisinde ele alınamaz.
İsmet ile Allah kullarından peygamberler lehine bir ayrımda bulunmuş da değildir. İsmet sıfatı bağlamında aslında korunmakta olan peygamber değil, koruma altına alınan kulluk teorisine kaynaklık eden peygamberin taşıdığı ve yaymak zorunda olduğu mesajdır. Masumiyyetu’l-enbiya ile yapılan şey, kulun dinin sıhhatine ilişkin tereddüt ve korkularının izale edilmesidir. İsmetle peygambere sağlanan koruma, davete konu olan dini öğretiye peygamberin heva-hevesinin bulaşma ihtimalini ifade eden tahriften korunmasına nispetle, ikincil bir önemi de haizdir.
Peygamberlik iddiasındaki zatın doğruyu söylediği, gerçekten Allah’ın belirli bir mesaj ve görevle o kişiyi peygamber olarak vazifelendirdiği mucize ile ispatlanırken, peygamberin getirdiği mesaja kendi istek ve arzularını karıştırmadığı, ismet ile belirginlik kazanır.
İsmet; Allah’tan gelen mesajın peygamber tarafından doğru uygulandığı ve insana doğru rehberlik edildiğini garanti eder. “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.” (Hakkâ, 69/44-47) şekliyle ismetle din, peygamberin müdahalelerine karşı da koruma altına alınmıştır.
Zellelerin Kulluk Fiilleri Açısından İfade Ettiği Değer
İslâm geleneği içinde Hariciler, küçük ve büyük her türlü günahın küfrü gerektirdiğini varsaymıştır. Peygamber zelleleri yoluyla Haricilerin bu teolojik algılarında yanıldıklarını ortaya koymak mümkün olmuştur. Zira küçük günah kişiyi küfre sokuyor olsaydı, peygambere itaat zorunlu olmaz, söyledikleri ve yaptıkları hüccet olmazdı. Oysa durum söylenildiği gibi değil, peygamber dinde hüccettir.
Peygamber zelle sebebiyle nedamet duyar pişman olur. Bu pişmanlığın verdiği ıstırap ile tevbe ve istiğfarda bulunarak, mü’min ve mükelleflere ilham kaynağı olur. Tevbe-istiğfar ve duanın adâp ve edebini bu yönüyle insanlık peygamberlerden öğrenir. Peygamberler zelle işlemiyor olsaydı tevbe istiğfara ihtiyaç duymayacaktı.
Peygamber sehiv, yanılma ve zelleler yoluyla, özellikle ibadetler konusunda şaşıran, unutan, yanılanın hangi durumda ne yapması gerektiğine ilişkin de ümmetine ilham kaynağı ve mikyas olur. Namazın herhangi bir rüknümü geciktiren, bir sünnetini unutarak terk edenin sehiv secdesi ile eksiğini giderebileceğini peygamberin ibadetler konusundaki sehivleri sebebiyle bilmekteyiz. Bu açıdan bakınca peygamberin sehvi bile ümmet için bir rahmet ve kulun eğitiminin bir parçasıdır. Esasen öğreticinin yanılgısı bile öğrenici açısından eğitici bir materyaldir. İnsan hatalardan hareketle yeniden nasıl kendine gelerek kulluğunu sürdürme motivasyonu yakalayabileceği konusunda, peygamberlerden ilham alır.
Zelleler aracılığıyla birey, insanın peygamber olsa bile bir abd-i aciz olduğunu, tevbeleri kabul eden ve hataları bağışlayanın Rabb-i Rahîm olduğunu daha yakından görme fırsatı yakalar. Zelleler, “insanın korku ile ümit arasında bulunması” deyimini daha yakından anlamasına imkân verir. Korkulardan emin olmak ile kulluk felsefesi arasındaki çelişki dikkatlere sunularak hem kulun her daim hataya düşme ihtimali olduğunu hem de hataya düştüğünde kurtulmak için Allah’a niyaz makamında bulunması gerektiğini hatırlatır.
Peygamberlerin zelleleri sebebiyle bir yandan Allah’tan af dilemeleri ve bağışlanma istemeleri diğer yandan, suçluluk duymaları onların kulun fiilinin kaynağına dair de bir iması vardır. Zira peygamber kendi kusuru olduğunu düşünmüş olmalıdır ki Allah’tan af dilemekte ve bağışlanma beklemektedir. Şayet, bir icbar olduğu zehabında ya da fiilin Allah’a aidiyetine ilişkin bir kanaate sahip olsa, bir af talebi bağışlanma isteğinin gündeme gelmemesi gerekirdi. Bu, Cebrî kader algısının sağlıklı bir bakış açsı olmadığına ilişkin de bize bir kanaat sunar.
Peygamberin, bir kul olarak sorumlu tutulacağına dair teorik bütün ifadelerin yanısıra, zelleler yoluyla da bu durumun pratik örnekliliği gösterilmiştir. Zira “ismet mihneti gerektirmez”, peygamberin masum olması asla onun sorumlu olmadığı anlamına gelmez.
Zelle, peygamberin kul olduğunu unutmayan, fakat onun dinin önerdiği ideal insan tipi olduğunu ihmal etmeyen bir perspektif çizilmesine imkân verir ve aynı zamanda bu durum, peygamberin sıradan insan tarafından takip edilebilir olduğu şuuruna kaynaklık eder. Yanılmaların kulluğun bir parçası olduğu, asıl olanın yanılmamak değil yanıldığı zaman kurtulma çabası göstermek olduğu zelle üzerinden insana hatırlatılır.
Peygamberin ismeti çerçevesinde hata olarak görülen fiil ve uygulamalarının vahiy tarafından düzeltilip yerlerine doğrularının ikame edilmesi, peygamberin sadece bir mesaj taşıyıcısı ve bazılarının dediği gibi -hâşâ- bir “postacı” olmadığı, aksine onun dinin nasıl hayata geçirildiğini gösteren ideal model olarak “üsve-i hasene/en güzel örnek” olduğunu görmemize de olanak verir.
Gelmiş ve gelecek günahları affedilen ve bağışlandığı kendisine haber verilen bir bireyin iki büklüm yakarışlarını, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” ile ifadesini bulan mükemmellik algısından başka izahı yoktur. Peygamber bu tavrıyla ideal kulun nasıl olması gerektiğine ilişkin bir sunum yapar.
Peygamberin ismetle donatılmasıyla, Allah peygamberlerine bir ayrıcalık sunmamış, aksine insan ile yaptığı kulluk mukavelesini teminat altına almış, insana ilâhî rehberlik va’dini yerine getirmiştir. Mucize yoluyla Allah, peygamberine kefil olmuştur, ismet ise bu kefaletin bir sonucudur.
Dinî olarak peygamber, sair kullar için de bir kıstas ve ölçüdür. Terazi bozuk olursa insanın doğru ölçüm yapmasına imkân yoktur. Allah kulundan doğru ölçüm yapmasını istemiştir, bu durumda ona yanlış terazi vermesi beklenemez. Terazinin (peygamberin) bozuk olması (hatalarının düzeltilmemesi) durumunda ise insan mükellef tutulamaz, dolayısıyla kulluk sakıt olur. Mesajın güvenliği peygamberin tashihi ile ismet çerçevesinde sağlanmıştır.