“Beş parmağın beşinden hangisini kessen canın acımaz?” diye tarif eder babam sevgisini… Muhakkak hepsi yakar insanın canını fakat başka bir denge var âlemde, düşün ki ortada çok canını yakan bir yara var ama o yaranın ev sahibi senin bedenin değil. İnsan, kendi acılarına, yaralarına bir şekilde tahammül ediyor da canının canı yanınca, üstelik o can masumsa yara katlanılmaz olabiliyor. “Kopsun parmağım acısı geçer ama canımın canı yanarsa o acı nasıl diner?”
Tam olarak böyle bir hikâyeye şahit olacağız bu yazımızda. Asr-ı Saâdetin çok kederli bir aşkına tanıklık edeceğiz. Şehit eşinin bedeni ve onu korumaya çalışırken kopan parmaklarıyla aynı odada kalmak zorunda kalan, eşinin bedenini toprakla kavuşturmak için dahi mücadele vermek zorunda kalan, görünmez kahramanımız, sadık eş Nâile bint. Ferâfisa’nın (r.anha) hüzünlü ama dimdik aşkı ile tanışacağız.
Kahramanımız, Benî Kelb kabilesinden Hristiyan bir babanın Hristiyan kızıdır. Hz. Osman ile halifeliğinin beşinci senesinde evlenmişlerdir. Nikâhları kıyıldıktan sonra Müslüman olmuştur. Hz. Osman’ın (r.a) öldürülmesi üzerine yaptığı konuşmalardan ve Muâviye’ye yazdığı mektuptan evlendikten sonra Medine’de iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Kaynaklar ayrıca Nâile’nin şairliğine, zeki ve olgun bir şahsiyete sahip olduğuna işaret eder ve söylediği şiirleri nakleder. [Savaş, “Nâile bint. Ferâfisa”, DİA, 32\314-315]
İslâm tarihçileri Hz. Osman’ın hilafet yıllarını ilk altı ve son altı olmak üzere iki kısma ayırırlar. İlk altı yıl oldukça bereketliyken son altı yıl sıkıntıların yoğun olduğu bir süreçtir. Nâile tam da bu zorluk yıllarında eşinin yanında durmuştur. Hem siyâsi konularda hem de akrabalarını göreve getirmesinin olumsuz anlamda dikkat çekeceği hususunda Hz. Osman’ı uyardığı bilinmektedir. Fakat Nâile’nin uyarıları o sıkıntılı günlerin yaşanmasına engel olamamıştır. Âsiler kapıya dayanmıştır ve istedikleri şey çok açıktır. Hz. Osman’ın şehadetini hazırlayan süreç artık başlamıştır. Âsiler, muhasaranın ilk günlerinde Hz. Osman’ın vakit namazları için evden çıkmasına müsaade ediyorken, sonraki günlerde zulümleri şiddetlenmiş ve artık evden çıkmasına bile izin vermez olmuşlardı. Eşinin canı için davası için endişe içinde olan Nâile, bu sürecin hayırla sonuçlanması ve ortalığın yatışması için güvendiği insanlarla istişare edip türlü yollar denemiştir. Bu insanların başında Hz. Ali yer almaktadır. Nâile Hanım ve Hz. Ali (r.a) Efendimiz halifeye, halka bir özür konuşması yapması hususunda tavsiyede bulunmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Osman mescidde Medineliler’e ve muhaliflere karşı bir özür konuşması yapmıştır; konuşmasının sonunda hatalarından pişman olduğunu söyleyerek icraatıyla ilgili eleştirilerin kendisine iletilmesini istemiş, böylece lehine bir hava oluşmuştu. Nâile’nin gönlünde ise günlerdir belki de ilk defa bir ferahlık vardı. Mescidden evlerine doğru yola çıktılar. Nâile bu yürüyüşün eşiyle yaptığı son yürüyüş olduğunu nereden bilebilirdi ki?
Evlerine döndüklerinde orada bu konuşmayı dinlememiş olan Ümeyyeoğulları’nın ileri gelenleriyle karşılaştılar. Bu sırada konuşmayı önemli siyasî bir hata olarak gören Mervân b. Hakem ile konuşmayı yerinde bir davranış olarak gören Nâile arasında sert bir tartışma geçti. Olaylar yeniden alevlenince, eşine Mervân’ı yanından uzaklaştırıp Hz. Ali’yi yardıma çağırmasını tavsiye etti fakat o sıralarda âsiler içeri girmeye başlamışlardı bile. Nâile’nin bir şekilde onları dışarıya çıkartması gerekiyordu. Bunu nasıl yapabilirdi ki? Aklına bir çözüm geldi, belki kendisine saygı gösterip dışarı çıkacakları umuduyla başını açarak saçlarını dağıttı; neticede onlar da Müslümandı, tesettürsüz olan bir kadının evinden ona hürmeten çıkabilirlerdi fakat yine işler Nâile’nin umduğu gibi gelişmedi. Âsiler eşine doğru yürümeye başlayınca Nâile, kendisini biricik eşinin önüne attı ve eliyle durdurmaya çalıştığı kılıç darbeleri altında iki parmağını kaybetti. [Savaş, “Nâile bint. Ferâfisa”, DİA, 32\314-315] Fakat kuvvetle muhtemel eşinin acısından parmaklarının acısını duymamıştı. Eşine bu zulmü yapan âsiler onun cansız bedenine bile zulmediyor, evden çıkmasına izin vermiyorlardı. Böylesi bir eziyet böyle bir adama reva mıydı? Eşi için son görevini hakkıyla yerine getirmek istiyordu fakat nâsibine şehit eşinin naaşını onun bir iki dostuyla birlikte gizlice Baki Mezarlığı’na defnetmek düşmüştü.
Hz. Muâviye, Hz. Osman’ın kanlı gömleğini ve Nâile’nin parmaklarını Dımaşk Camii’nde teşhir ederek Suriyeliler’i kendi siyasetinin doğruluğuna inandırıp desteklerinin sürmesini sağladı.
Hz. Osman’ın şehid edilmesinin ardından Nâile, Suriye bölgesinde yaşayan Kelb kabilesine akrabalarının yanına döndü. Bundan sonra kendisine yapılan evlilik tekliflerini geri çevirdi ve bu hususta aşırı ısrarcı davranan Hz. Muâviye’ye de ön dişlerinden ikisini söküp göndererek cevap verdi. Hayatının geri kalan kısmını kabilesi arasında sakin bir hayat sürerek geçirdi. [Savaş, “Nâile bint. Ferâfisa”, DİA, 32\314-315] Ömrünün sonuna kadar bu buruk aşk hikayesini sadakatle gönlünde taşıdı.
Nâile eşini çok iyi tanıyordu. Onun şehâdetinden, cennetliklerden olduğundan, çok özlediği Resulûllah’a kavuştuğundan emindi. Bu güzelliklere tutunabiliyordu ama yine de âsilerin bunu neden yaptıklarını anlayamıyordu. Hatta bu olaydan bahsederken hep “Onu neden öldürdüler ki o çokça Kur’ân okuyan biriydi.” cümlesi kopuyordu yüreğinden. Tek bir cümle fakat dev bir çelişki. Onu neden öldürdüler ki o çokça Kur’ân okuyan biriydi.