7 Ekim’den bu yana nefes almanın bile ağır geldiği sürecin içinde olmak. Gündemi takip etmekte zorlanmak ve acziyet duygusunun en derinlerde hissedildiği zamanlara şahitlik etmek. Ne kadar kaçsa da insan bulunduğu yerin varlığını inkâr edemeyeceği gibi katliamın gerçekliği tüm çıplaklığıyla elimizin altında bulunmaktadır ne kadar kaçsa da zihnin köşesinde bir yerinde tahta kurtları gibi ya vicdanı ya da insanlığımızı kemirmeye devam etmektedir. Zombiyi andıran fiiliyatlar ne kadar acı olsa da artık geri dönüşü olmayacak bir geleceğe kapısını aralamıştır. Bu kapıda “iyi” ve “kötü” kavramlarının tezahürü tüm yalınlığıyla yol ayrımına girmiştir ya Nûh’un (as) gemisinde devam edeceksin ya da Mûsâ’nın (as) denizinde ortada tufana kapılandan olacaksın.
Gözümüzü açtığımız 7 Ekim gününde Aksa Tufanı hareketinin başlaması ile zafer kırıntıları ile mutlu olan bizler ilerleyen günlerde acı tabloları adeta acı sergisinde sergilenen tablolar gibi izlemek durumunda kaldık. Sanki zeytinin diyarı o topraklar ilk defa betonla kaplanmayla yüzleşiyormuş gibi tepki verdik. 1948’den bu yana bu tehditle yüzleşen toprakları, aynı rahmet çatısı altında olduğumuz o dirayetli insanları aslında nasılda unuttuğumuzu kendimize itiraf edemedik. Her yıl belli zulümlere maruz kalan o insanları sadece o zamanlarda hatırladığımızı kendimize itiraf edemedik. Her ne kadar aynadaki yansımamızdan korksak da şu arz da insan dediğimiz karmaşık yapıdan ve milyonlarca hücreden oluşan bu canlılığın tamamen kanserleşmediğini gördük. ABD’de ve nice ülkelerde neredeyse her gün akıllıca düzenlenen protestolara şahit olduk. “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” diyen Rachel Corrie’nin ses dalgalarını yayan Aaron Bushnell gibi insanlığı hatırlatan gerçekleri de gördük. Girdiğimiz her yerde zulüm kalıntılarını taşıyan ürünlerden kaçmaya başladık. Bu sefer birleşmenin fikir ve yaşam tarzlarının bile ayıramadığı noktada olduğunu gördük. ‘Free Palestine’ ile ‘Özgür Filistin’ gibi farklı dillerin bir olduğuna şahit olduk. Aslında gücü kazanmanın birbirinin insan olduğunu hatırlamakta ve adalet kavramının ne demek olduğunda olduğunu gördük. Tembelliğin sonuçlarını yaşadığımızın farkına varılması gerektiğinin kanaatine vardık. En acı olanda paranın bu farkındalıkların da önüne geçtiğini gördük. Bizden bize seslenen seslerin “iyi” ve “kötü” seçimlerin ne olduğunu bilmemize rağmen bundan vazgeçemeyenlerin olduğunu gördük. Kedere kapılmaman işimizi halletmemiz gerektiğini ve olduğumuz yerde sağlam bir toprak olmanın ne demek olduğunu gördük. O sağlam topraktan nasıl başarılı ekinler çıkacağını da ümit etmekteyiz ancak hala tam sağlam toprak olmanın yollarını bulabilmiş de değiliz ve bu bilinmezliğin bedelini de ödemeye devam etmekteyiz.
Resûlullah’ın (sas); “Allah’ım! Başa gelen ve gelecek olan üzüntüden ve kederden, âcizlikten ve tembellikten, korkaklıktan ve cimrilikten, borç altında ezilmekten ve zâlimlerin başa geçmesinden sana sığınırım.” (M. Yaşar Kandemir, el-Edebü’l-Müfred Tercüme ve Şerhi, 644) duasının önemini tekrardan görmekteyiz. Bu dua da olan tüm eksikliklerin insanlığın başına ne getirebileceğini canlı şahitliğini yapan bizler bunun acısı içerisinde bunu iyileştirmenin yolunu aramalıyız. Arayan ilelebet bulur. Arayan ilelebet kendini görür. Hepimiz ilk önce kendimiz sağlam toprak olmalıyız. Farklı türlerde olmamızın nimetini çeşitlilik olarak görerek gayret etmeliyiz. İşgalin sadece fiziki değil başka yönlerle de olduğu görüp kendimizi bir çınar ağacı gibi dimdik tutabilmeyi öğrenmeliyiz. Aksa Tufanı’nın açtığı farkındalık devrinde gemide olanlardan olabilmeliyiz.