Menü
İslam Can
İslam Can
Sağlığın İki Göstergesi: Beslenme Kültürü ve Hareketsiz Yaşam
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Sağlık; aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve din gibi geçmişten günümüze insanların temel toplumsal ihtiyaçlarını karşılayan, ayrıca bu sosyal kurumlarla da yakından ilişkili olan bir kavramdır. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı “yalnızca hastalık ya da sakatlıkların yokluğu olmayıp bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içerisinde olma durumu” şeklinde tanımlasa da esasında sağlık, “çevredeki değişimlere uyum sağlayabilme, büyüyebilme ve yaşlanabilme, zarara uğradığında iyileşebilme, acı çekebilme ve ölümü huzurlu bir şekilde bekleyebilme yeteneğidir.” (bk. Adak, 2002: 22). Zira DSÖ’nün tanımlaması, günümüz toplumlarında birçok yönden “tam bir iyilik hali” içerisinde olan insanların çoğunlukta olmadığı dikkate alındığında, insanların çoğunu sağlıksız olarak değerlendirme motivasyonuna sahiptir.

Modern dönemle birlikte toplumların yapısı büyük ölçüde dönüşüme uğradı. Bu süreçte modern dönemin önemli göstergelerinden biri olan sanayi devriminin şüphesiz büyük bir etkisi bulunmaktaydı. Sanayileşme 19. ve 20. yüzyıllarda kasaba ve kentlerin devasa biçimde sayılarının artmasına, kırdan kente doğru yapılan yoğun göç hareketlerine, çalışma hayatının evden fabrikalara taşınmasına, ailenin ve üyelerinin rollerinin değişmesine, gündelik yaşam pratiklerinin farklılaşmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, hava ve su kirliliklerinin yaygınlaşmasına ve bunun gibi birçok sosyal problemin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimlerle birlikte sağlık ve hastalığın nedenleri de önemli ölçüde farklılaşmaya başladı. Dolayısıyla bugünün toplumlarında insanların yakalandığı birçok hastalığın temelinde, sanayileşmeyle birlikte oluşan yeni yaşam formlarının ürettiği pratikler ve alışkanlıklar yatmaktadır. Modern dönem bir yandan tıp alanında gerçekleştirilen yeni icat ve teknikleri insanlığa armağan ederken, diğer taraftan aynı insanları da birçok hastalığa maruz bırakmıştır.

Bu yeni yaşam formu, bir yandan insanların gündelik işlerini kolaylaştıran birçok yeni makinenin hayatımıza girmesini sağlarken diğer yandan bu makinelerle insanların hareketlerini olabildiğince sınırlayan, böylelikle birçok hastalığın oluşmasına neden olan bir süreci de başlatmış oldu. Sanayileşme ve sonrasında kentleşme süreciyle birlikte oluşan bu “hareketsizlik” hali, özellikle gelişmiş ve nüfusu giderek yaşlanan ülkelerde kanser, obezite, koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, diyabet, amfizem ve birçok kronik ve dejeneratif hastalıkların bedenlerde yerini almasını beraberinde getirdi. Ayrıca daha çok Batılı yaşam tarzlarıyla ortaya çıkmaya başlayan sigara, alkol, yağlı yiyecekler, fast food ve uyuşturucular, ekonomik olarak gelişmekte ya da gelişmemiş ülkelerde de görülmeye başlanmış, böylelikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde bu tür hastaların sayısı giderek artış gösterdi (Porter, 2016: 34). Bu durum ise sağlık risklerinin daha da görünür hale gelmesinde önemli bir yardımcı oldu.

Günümüz toplumlarında sağlık ve hastalık algısı, hareket ya da hareketsizlik biçimleri üzerinden de tesis edilir oldu. Zira yakın dönemlere kadar sağlık; hastaneler, doktorlar, ilaçlar, hemşireler, eczaneler gibi kişi, nesne ve mekanlarla birlikte tahayyül edilmekteydi. Ancak bugün sağlık; spor salonları, yürüyüş ayakkabıları, estetik, terapi merkezleri, vitamin hapları, diyetler, alternatif tıp gibi kavramlarla açıklanır oldu. Dolayısıyla bugünün sağlık anlayışında hareketsizliğin getirmiş olduğu sağlık problemleri, yaşanan kültürün gittikçe büyüyen bir parçası haline geldi (Elmacı, 2013: 17). Ayrıca bu süreç, sağlığa yönelik anlayışların olabildiğince değişmesine de neden oldu. Bugün sağlık, bireyin 7/24 her an dikkat etmesi gerektiği ve nerdeyse tüm davranış biçimleriyle ilişkilendirilen bir “ilmihal” gibidir. Yeme-içme, uyku, yürüme, oturma, çalışma, cinsellik, kadın ya da erkek olma, çocuk, genç ya da yaşlı olma kısacası bireyin sahip olduğu bütün statü ve rollerin gerçekleştirimiyle ilişkilendirilmektedir.

Beslenme ve Hareket: Sağlıklı Olma(ma)nın Anahtar Kavramları

Müslüman hekimler, sağlığın temin edilmesinde altı dış faktörün (altı gereklilik/sitte zaruriyye) gerekli olduğunu ileri sürmekteydiler. Bu faktörler;

1. Hava (çeşitli iklim ve arazi şartları da dahil)

2. Yiyecek ve gıdalar (öğün zamanları ve ne kadar gıda alınması gerektiği)

3. Dinlenme ve hareket (spor, jimnastik)

4. Uyku (hangi vakitlerde ve ne kadar uyunacağı)

5. Sinirlerin rahatlaması (stres, duygu yoğunlukları, gerginlik gibi nörolojik durumlar)

6. Bedenin cinsi münasebetinin düzenlenmesi (Nasr, 2006: 162).

Sağlığı temin eden bu altı faktör, “sağlıklı yaşam tarzı”nın reçetesini sunmakla birlikte aynı zamanda koruyucu hekimliği yani insanın kendi sağlığını korumasını ve sürdürmesini de kapsamaktadır.

Bu altı gerekliliğin her biri sağlığımızın sürdürülmesi açısından kuşkusuz ayrı bir öneme sahiptir. Zira günümüzde bireylerin karşılaştığı sağlık problemleri ya da hastalıklar dikkate alındığında, yiyecek ve gıdalar, dinlenme ve hareket faktörlerinin daha fazla öneme sahip olduğu görülmektedir. Çünkü kronik hastalıkların önemli bir kısmı, genetik faktörler dışarıda bırakıldığında, beslenme, hareket ve dinlenme pratikleriyle doğrudan ilgilidir. Örneğin hekimlerin kalp sağlığının korunması için düzenli yürüyüş, egzersiz ve doğal beslenme tavsiyeleri, ayrıca tansiyon ve diyabet sağlığı için yağlı, tuzlu ve şekerli gıdalardan uzak durulmasını ve spor yapılmasını teşvik etmeleri şüphesiz önem taşımaktadır. Ancak bugünün toplumlarında gerek aşırı ve sağlıksız gıda tüketiminden, gerekse de hareketsizlik ve dinlenme kültürümüzdeki değişimlerden dolayı önemli sağlık problemleri yaşanmaktadır.

İslâm’a göre beslenme ve perhiz, sağlığın korunması ve sürdürülmesinde önemli bir işleve sahiptir. Zira İslâm tıp anlayışında beslenme, sağlığın tesisinde olduğu gibi hastalığın tedavisi için de gereklidir. Müslüman hekimlere göre yiyeceğin türü ve tüketilme tarzı, sağlıkla doğrudan ilişkili olup beslenme, sağlık ve hastalık konusunda doğal yoldan yapılan ilaçlardan (drog) bile daha güçlü bir etkiye sahiptir (Nasr, 2006: 166). Ayrıca İslâm öğretisi sağlık açısından sadece alkollü içki ve domuz etinden uzak durmayı değil, aynı zamanda oruç tutmayı, karnı tıka basa doldurmamayı, yavaş yemeyi, çok uyumamayı ve daha pek çok sağlık uygulamalarını emretmektedir (Nasr, 2006: 166; Bk. Rahman, 2016: 108). Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Yiyiniz, içiniz, fakat (yemede içmede) israfa kaçmayınız!” (A’raf Suresi/ 31) âyeti, Nebevi Tıp eserlerinin neredeyse tüm yazarları tarafından alıntılanarak hastalıkların engellenmesinde en önemli tedbir/ilke olarak kabul edilmiştir (Rahman, 2016: 107).

İslâm tıbbı sağlığın korunması ve sürdürülmesinde iki ilkeyi önemli görür. İlki, bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak için diyete ve genel temizlik kurallarına riayet edilmesi, ikinci olarak ise hastalığın geçici bir süre de olsa yavaşladığında, bu hastalığı vücuttan tümüyle atmak için bedenin takviye edilmesi ve bağışıklığın güçlendirilmesidir (Rahman, 2016: 107). Bu ilkeler, hastalandığında daha iyi bir tedaviyi tahvil eden uygulamalardan ziyade, gündelik yaşamı “sağlık” formuna göre inşa eden ve “hastalanmama”yı tedarik eden bir yaklaşıma dayanmaktadır.

Kültürel Bir Gösteren Olarak Beslenme ve Hareket

Kültür, bütünsel bir yapıdır. Kültür, her sosyal kurumu etkilediği gibi diğer kurumlardan da etkilenmektedir. Bu etkileşim bir toplumun beslenme kültürünü de anlamlandırmamızda önemli bir ölçüttür. Bir toplumun beslenme kültürü, o toplumun ekonomisi ve ekolojisinin yanı sıra dinsel, toplumsal, estetik, dinsel ve eğitimsel yönleri tarafından da belirlenir (Elmacı, 2013: 43). Örneğin Amerika toplumunda yaygın olan fast food gıdaların aşırı tüketimi, insanlarda obezite (şişmanlık) sorununu ortaya çıkarmaktadır (Adak, 2002: 77). Dolayısıyla toplumun beslenme alışkanlıkları ya da belirli gıdalara yönelik uyguladıkları perhiz, kültürün belirlenimleri çerçevesinde şekillenir.

Beslenme, fizyolojik olarak sadece karın doyurma işlemi değil aynı zamanda gündelik hayatın sosyal, dinsel, ekonomik görünümlerini de etkileyen birçok özelliğe sahiptir (Adak, 2002: 80-82). Toplumumuzun beslenme kültürüne bakıldığında, dinimizin yasaklarına ve tavsiyelerine çoğunlukla riayet edildiği görülmektedir. İslâm’a göre beslenme biçimi, haram olarak belirtilen gıdalardan uzak durulmasına, helal olarak ifade edilen gıdaların da tüketilebilmesine işaret eder. Sağlıklı olmayan herhangi bir besinin tüketilmesi hoş görülmez. Bunun yanı sıra helal besinler tüketilirken aşırıya kaçılmaması gerektiği vurgulanmakta ve sağlıklı beslenmenin gerekliliği hatırlatılmaktadır. Ancak toplumumuz özellikle haram olarak belirtilen gıdaların alınmaması konusunda daha dikkatli davranırken aşırı gıda tüketimi konusunda ise pek dikkatli değildir. Çünkü toplumumuzda obezite ciddi bir sağlık sorunu haline gelmiş ve aşırı tüketim sonucunda kolesterol, karaciğer yağlanması, hipertansiyon, diyabet ve dengesiz beslenmeye bağlı birtakım hastalıkların görülme oranı yükselmeye başlamıştır.

Sağlıkla ilgili yapılan birçok araştırma göstermektedir ki, insan sağlığı üzerindeki en önemli belirleyici etmenler, beslenme ve hareket kültürüdür. Z. Bauman (2011: 163), Amerika’da en çok satan kitapların her hafta hızlı bir şekilde değiştiğini, bu anlamda “raf ömürleri”nin kısa olduğunu belirtir. İlginçtir ki en çok satan bu kitapların ana teması, çoğunlukla değişmeyen ve iki konu etrafında yazılan kitaplardır. Bunlar, yeni diyet kitapları ve değişik yemek reçeteleri sunan yemek kitaplarıdır. Beslenme davranışı, sağlık ve hastalığa doğrudan etki etmektedir. Her ne kadar aşırı gıda tüketiminin çeşitli hastalıklara yol açması konusu çokça tartışılsa da yetersiz beslenme de birçok hastalığa neden olmaktadır. Dolayısıyla dünyada beslenmeye yönelik sağlık riskleri iki şekilde açıklanabilir. İlki, yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşılamamaktan kaynaklanan açlık ve güvencesizlik riski, ikincisi ise tüketilen gıdaların dengeli olmaması veya ihtiyaçtan fazla gıda tüketiminden kaynaklanan sağlık riskleridir (Adak, 2016: 26-27).

Yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşamamaktan kaynaklanan açlık ve güvencesizlik riski, dünyadaki gelir eşitsizliklerine ve gıda üretiminde insan sağlığını bozan genetiği oynanmış, zehirli veya toksin maddelere referans etmektedir. Öyle ki gıda üretiminde gereğinden fazla verim alınabilmesi veya gıdaların bozulma süresinin olabildiğince uzatılabilmesi için büyük oranda tarım ilaçları kullanılmaktadır. Ayrıca genetiği oynanmış besinler de bir sağlık riski oluşturmaktadır. Örneğin Avrupa Birliği, genetiği değiştirilen, modifiye edilen veya biyo-teknolojik yöntemlerle üretilen her türlü gıdalara karşı radikal önlemler almasına karşın ABD’de çeşitli ürünlerin genetik tekniklerle üretilmesinin onaylanmış (Adak, 2016: 27) olması, bu risklerin boyutunu gözler önüne sermektedir. Bu riskle ilgili diğer bir husus da sağlıklı gıdaya erişimde dünya ülkeleri arasında yaşanan eşitsizliklerdir. Çünkü özellikle Afrika ülkelerinin birçoğunda, sağlıklı gıdaya ve içilebilir temiz suya erişim önemli bir problemdir. Dünya, bir taraftan aşırı tüketim sonrasında obezite sorunuyla mücadele eden ülkelerin, diğer taraftan açlık sorunuyla karşı karşıya kalan ve açlık nedeniyle birçok hastalığa yakalanan fakir ülkelerin olduğu bir yer haline gelmiştir.

Beslenmeye yönelik ikinci risk, tüketilen gıdaların dengeli olmayışı ve ihtiyaçtan fazla tüketimi kapsayan sağlık riskidir. İçinde yaladığımız tüketim toplumu, beslenme alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Yemek şirketleri, fast-food tüketim, yağ oranı yüksek gıdalar, gıdalarda zararlı maddelerin kullanımı ve yeme alışkanlıklarının değişimi, bu tür risklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Zira Adak’a göre bugünün toplumlarında beslenme davranışına yönelik yaklaşım değişmiştir. Beslenme biliminde “dengeli beslenme” kavramı, yerini “uygun (optimum) beslenme” kavramına bırakmıştır (2016: 27). Ne var ki insanlar, doğal besinlerden ziyade gıda boyası bulunan, asitli, sentetik, raf ömrü uzatılmış, koruyucular bulunan, biyolojik sistemin dengesini bozan, vücuttaki istenmeyen birtakım hormonları harekete geçiren, şeker ve yağ oranı yüksek besinleri tercih eder hale gelmiştir. Reklam ve pazarlama yöntemleriyle insanlara sunulan bu gıdalar, sağlığı önemli ölçüde tehdit emekte ve birçok hastalığa neden olmaktadır. Dolayısıyla günümüz toplumlarında besin tüketimi, başlı başına bir sağlık riskiyle karşılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz dünyadaki kaynaklar, tüm insanların sağlıklı bir beslenme düzenini karşılayabilecek yeterliliktedir. Ancak dünya nüfusunun dörtte biri gerek nitelik gerekse de nicelik bakımından zayıf bir beslenme neticesinde açlıkla pençeleşirken, diğer dörtte birlik kesim ise gereğinden fazla gıda tüketmekte ve bu fazla tüketim, şeker hastalığını ve obezitenin ürettiği çeşitli kronik rahatsızlıklarını/hastalıklarını hızla arttırmaktadır (Albritton, 2014: 205).

Sonuç Yerine

Günümüz toplumlarının beslenme kültürü ve hareketsiz yaşam formları, başka meseleleri de gündeme taşımaktadır. Bu meselelerden biri de, aşırı ve sağlıksız beslenmenin ve hareketsiz yaşamın bir çıktısı olarak şekilsiz “beden” imajıdır. Kuşkusuz modern kapitalist sistem, bu probleme çözüm üretme (!) konusunda da pek mahirdir. Kişinin bedenini şekillendirmesi için diyet ya da rejim yapma gibi uygulamaların çeşitli sektörlerle desteklenmesi, sağlıksız beslenmeyi ve hareketsiz yaşamı perdelemenin farklı bir biçimi olarak görülmektedir. Çünkü bugünün toplumlarında beden, Batı kültürünün de etkisiyle, güzel, atletik ve hatta ideal olarak kabul edilen vücut ölçütleriyle gündemdedir. Daha çok kadın bedeni üzerinden üretilen bu anlayış, estetik, bakımlı, zayıf, ince gibi niteliklerle, kapitalist ekonominin beklentileri çerçevesinde bedeni kurgulamaktadır. Öyle ki Orta Çağ resimlerinde ideal kadın bedeni, bugünün ince ve zayıf bedeninin aksine “kilolu” bir yapıya sahiptir (Cirhinlioğlu, 2001: 96). Zira kadınlarda zayıflık, güzellik göstergesi olarak sunulmakta, hatta birçok kadında “şişmanlık” ya da “kilolu olmak” bir kâbus gibi çepeçevre etrafını sarmaktadır. Bundan dolayı kadınların bir kısmı şişmanlık korkusuna bağlı olarak anoreaksiya nevroza ve bulimia gibi beslenme hastalıklarına maruz kalmaktadır (Timurturkan, 2016: 97). Çünkü medya aracılığıyla sunulan beden imajları, sahip olduğu bedenden hoşnut olmayan kadınların sayısını gün geçtikte arttırmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalara bakıldığında, kadınların kilolarından, yüz çevresi organlarından, dış vücuttaki organ ve dokulardan ve yaşlılık belirtileri gibi birçok fiziksel niteliklerinden memnun olmadıkları anlaşılmaktadır (Eryiğit-Günler, 2016: 108).

Yaşadığımız toplum; çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı, hangi kategoride olduğu fark etmeksizin beden politikalarına yeni bir “rejim” getirmenin arayışı içerisindeler. Zira Cederström ve Spicer’ın da vurguladığı gibi diyet yapmak, gündelik yaşam formu içerisinde bir mikro-disiplin ve öz gözetim gerektirmektedir. Kaldı ki kalori hesabı yapmak, öğünlere dikkat etmek, beden kitle endeksini sürekli takip etmek, diyet yapan diğer insanlarla bir nevi günah çıkarma niteliğindeki düzenli toplantılara katılmak, diyet koçları tutmak ve günlük besin tüketimini bilgisayar temelli bir uygulamaya kaydetmek ve sonrasında bunu sosyal medyada paylaşmak (2017: 55) gibi tüm çabalar, bedenlerde hüküm süren rejimlerin “gönüllü vatandaşlık” ödevleridir.

Kaynakça

Adak, Nurşen (2016). “Günümüz Toplumlarında Sağlığa İlişkin Riskler”. Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar. Ed. N. Adak. Ankara: Nobel Yayıncılık; Adak, Nurşen (2002), Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, Birey Yayıncılık, İstanbul.; Albritton, Robert (2014). “Obezite ile Açlık Arasında: Kapitalist Gıda Endüstrisi”. Kapitalizmde Sağlık Sağlıksızlık Semptomları (Socialist Register 2010). Haz. L. Panitch & C. Leys. 2. Baskı. Çev. U. Haskan. İstanbul: Yordam Kitap; Bauman, Zygmunt (2011). Yaşam Sanatı. Çev. A. Sarı. İstanbul: Versus Kitap; Cederström Carl & Spicer Andrê (2017). Sağlık Hastalığı: Güncel Bir Sendrom. Çev. E. Gökyaran. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; Cirhinlioğlu, Zafer (2001). Sağlık Sosyolojisi. Ankara: Nobel Yayınları; Elmacı, Nuran (2013). Sağlık Antropolojisi: Diyarbakır Örnekleri. Ankara: Siyasal Kitabevi; Eryiğit-Günler, Oya (2016). “Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Hastalık”. Sağlık Sosyolojisi Yazıları. Ed. E. Tecim. İstanbul: Açılım Kitap; Nasr, S. Hüseyin (2006). İslâm ve Bilim, İslâm Medeniyetinde Pozitif Bilimlerin Tarihi ve Esasları. Çev. İ. Kutluer. İstanbul: İnsan Yayınları; Porter, Roy (2016). Kan Revan İçinde, Tıbbın Kısa Tarihi. 2. Baskı. Çev. G. Koca. İstanbul: Metis Yayınları; Rahman, Fazlur (2016). İslâm Geleneğinde Sağlık ve Tıp (Değişim ve Kimlik). 2. Baskı. Çev. Adnan B. Baloğlu & A. Çiftçi. Ankara: Ankara Okulu Yayınları; Timurturkan, Meral (2016). “Yeni Bir Tüketim Alanı Olarak Tıbbileştirme: Beslenme Rejimlerinin Tıbbileşmesi”. Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar. Ed. N. Adak. Ankara: Nobel Yayıncılık.

Sağlığın İki Göstergesi: Beslenme Kültürü ve Hareketsiz Yaşam

Doç. Dr. İslâm CAN

Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Sağlık; aile, eğitim, ekonomi, siyaset ve din gibi geçmişten günümüze insanların temel toplumsal ihtiyaçlarını karşılayan, ayrıca bu sosyal kurumlarla da yakından ilişkili olan bir kavramdır. Dünya Sağlık Örgütü sağlığı “yalnızca hastalık ya da sakatlıkların yokluğu olmayıp bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içerisinde olma durumu” şeklinde tanımlasa da esasında sağlık, “çevredeki değişimlere uyum sağlayabilme, büyüyebilme ve yaşlanabilme, zarara uğradığında iyileşebilme, acı çekebilme ve ölümü huzurlu bir şekilde bekleyebilme yeteneğidir.” (bk. Adak, 2002: 22). Zira DSÖ’nün tanımlaması, günümüz toplumlarında birçok yönden “tam bir iyilik hali” içerisinde olan insanların çoğunlukta olmadığı dikkate alındığında, insanların çoğunu sağlıksız olarak değerlendirme motivasyonuna sahiptir.

Modern dönemle birlikte toplumların yapısı büyük ölçüde dönüşüme uğradı. Bu süreçte modern dönemin önemli göstergelerinden biri olan sanayi devriminin şüphesiz büyük bir etkisi bulunmaktaydı. Sanayileşme 19. ve 20. yüzyıllarda kasaba ve kentlerin devasa biçimde sayılarının artmasına, kırdan kente doğru yapılan yoğun göç hareketlerine, çalışma hayatının evden fabrikalara taşınmasına, ailenin ve üyelerinin rollerinin değişmesine, gündelik yaşam pratiklerinin farklılaşmasına, ekolojik dengenin bozulmasına, hava ve su kirliliklerinin yaygınlaşmasına ve bunun gibi birçok sosyal problemin ortaya çıkmasına neden oldu. Bu değişimlerle birlikte sağlık ve hastalığın nedenleri de önemli ölçüde farklılaşmaya başladı. Dolayısıyla bugünün toplumlarında insanların yakalandığı birçok hastalığın temelinde, sanayileşmeyle birlikte oluşan yeni yaşam formlarının ürettiği pratikler ve alışkanlıklar yatmaktadır. Modern dönem bir yandan tıp alanında gerçekleştirilen yeni icat ve teknikleri insanlığa armağan ederken, diğer taraftan aynı insanları da birçok hastalığa maruz bırakmıştır.

Bu yeni yaşam formu, bir yandan insanların gündelik işlerini kolaylaştıran birçok yeni makinenin hayatımıza girmesini sağlarken diğer yandan bu makinelerle insanların hareketlerini olabildiğince sınırlayan, böylelikle birçok hastalığın oluşmasına neden olan bir süreci de başlatmış oldu. Sanayileşme ve sonrasında kentleşme süreciyle birlikte oluşan bu “hareketsizlik” hali, özellikle gelişmiş ve nüfusu giderek yaşlanan ülkelerde kanser, obezite, koroner kalp hastalığı, yüksek tansiyon, diyabet, amfizem ve birçok kronik ve dejeneratif hastalıkların bedenlerde yerini almasını beraberinde getirdi. Ayrıca daha çok Batılı yaşam tarzlarıyla ortaya çıkmaya başlayan sigara, alkol, yağlı yiyecekler, fast food ve uyuşturucular, ekonomik olarak gelişmekte ya da gelişmemiş ülkelerde de görülmeye başlanmış, böylelikle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde bu tür hastaların sayısı giderek artış gösterdi (Porter, 2016: 34). Bu durum ise sağlık risklerinin daha da görünür hale gelmesinde önemli bir yardımcı oldu.

Günümüz toplumlarında sağlık ve hastalık algısı, hareket ya da hareketsizlik biçimleri üzerinden de tesis edilir oldu. Zira yakın dönemlere kadar sağlık; hastaneler, doktorlar, ilaçlar, hemşireler, eczaneler gibi kişi, nesne ve mekanlarla birlikte tahayyül edilmekteydi. Ancak bugün sağlık; spor salonları, yürüyüş ayakkabıları, estetik, terapi merkezleri, vitamin hapları, diyetler, alternatif tıp gibi kavramlarla açıklanır oldu. Dolayısıyla bugünün sağlık anlayışında hareketsizliğin getirmiş olduğu sağlık problemleri, yaşanan kültürün gittikçe büyüyen bir parçası haline geldi (Elmacı, 2013: 17). Ayrıca bu süreç, sağlığa yönelik anlayışların olabildiğince değişmesine de neden oldu. Bugün sağlık, bireyin 7/24 her an dikkat etmesi gerektiği ve nerdeyse tüm davranış biçimleriyle ilişkilendirilen bir “ilmihal” gibidir. Yeme-içme, uyku, yürüme, oturma, çalışma, cinsellik, kadın ya da erkek olma, çocuk, genç ya da yaşlı olma kısacası bireyin sahip olduğu bütün statü ve rollerin gerçekleştirimiyle ilişkilendirilmektedir.

Beslenme ve Hareket: Sağlıklı Olma(ma)nın Anahtar Kavramları

Müslüman hekimler, sağlığın temin edilmesinde altı dış faktörün (altı gereklilik/sitte zaruriyye) gerekli olduğunu ileri sürmekteydiler. Bu faktörler;

1. Hava (çeşitli iklim ve arazi şartları da dahil)

2. Yiyecek ve gıdalar (öğün zamanları ve ne kadar gıda alınması gerektiği)

3. Dinlenme ve hareket (spor, jimnastik)

4. Uyku (hangi vakitlerde ve ne kadar uyunacağı)

5. Sinirlerin rahatlaması (stres, duygu yoğunlukları, gerginlik gibi nörolojik durumlar)

6. Bedenin cinsi münasebetinin düzenlenmesi (Nasr, 2006: 162).

Sağlığı temin eden bu altı faktör, “sağlıklı yaşam tarzı”nın reçetesini sunmakla birlikte aynı zamanda koruyucu hekimliği yani insanın kendi sağlığını korumasını ve sürdürmesini de kapsamaktadır.

Bu altı gerekliliğin her biri sağlığımızın sürdürülmesi açısından kuşkusuz ayrı bir öneme sahiptir. Zira günümüzde bireylerin karşılaştığı sağlık problemleri ya da hastalıklar dikkate alındığında, yiyecek ve gıdalar, dinlenme ve hareket faktörlerinin daha fazla öneme sahip olduğu görülmektedir. Çünkü kronik hastalıkların önemli bir kısmı, genetik faktörler dışarıda bırakıldığında, beslenme, hareket ve dinlenme pratikleriyle doğrudan ilgilidir. Örneğin hekimlerin kalp sağlığının korunması için düzenli yürüyüş, egzersiz ve doğal beslenme tavsiyeleri, ayrıca tansiyon ve diyabet sağlığı için yağlı, tuzlu ve şekerli gıdalardan uzak durulmasını ve spor yapılmasını teşvik etmeleri şüphesiz önem taşımaktadır. Ancak bugünün toplumlarında gerek aşırı ve sağlıksız gıda tüketiminden, gerekse de hareketsizlik ve dinlenme kültürümüzdeki değişimlerden dolayı önemli sağlık problemleri yaşanmaktadır.

İslâm’a göre beslenme ve perhiz, sağlığın korunması ve sürdürülmesinde önemli bir işleve sahiptir. Zira İslâm tıp anlayışında beslenme, sağlığın tesisinde olduğu gibi hastalığın tedavisi için de gereklidir. Müslüman hekimlere göre yiyeceğin türü ve tüketilme tarzı, sağlıkla doğrudan ilişkili olup beslenme, sağlık ve hastalık konusunda doğal yoldan yapılan ilaçlardan (drog) bile daha güçlü bir etkiye sahiptir (Nasr, 2006: 166). Ayrıca İslâm öğretisi sağlık açısından sadece alkollü içki ve domuz etinden uzak durmayı değil, aynı zamanda oruç tutmayı, karnı tıka basa doldurmamayı, yavaş yemeyi, çok uyumamayı ve daha pek çok sağlık uygulamalarını emretmektedir (Nasr, 2006: 166; Bk. Rahman, 2016: 108). Kur’ân-ı Kerim’de geçen “Yiyiniz, içiniz, fakat (yemede içmede) israfa kaçmayınız!” (A’raf Suresi/ 31) âyeti, Nebevi Tıp eserlerinin neredeyse tüm yazarları tarafından alıntılanarak hastalıkların engellenmesinde en önemli tedbir/ilke olarak kabul edilmiştir (Rahman, 2016: 107).

İslâm tıbbı sağlığın korunması ve sürdürülmesinde iki ilkeyi önemli görür. İlki, bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak için diyete ve genel temizlik kurallarına riayet edilmesi, ikinci olarak ise hastalığın geçici bir süre de olsa yavaşladığında, bu hastalığı vücuttan tümüyle atmak için bedenin takviye edilmesi ve bağışıklığın güçlendirilmesidir (Rahman, 2016: 107). Bu ilkeler, hastalandığında daha iyi bir tedaviyi tahvil eden uygulamalardan ziyade, gündelik yaşamı “sağlık” formuna göre inşa eden ve “hastalanmama”yı tedarik eden bir yaklaşıma dayanmaktadır.

Kültürel Bir Gösteren Olarak Beslenme ve Hareket

Kültür, bütünsel bir yapıdır. Kültür, her sosyal kurumu etkilediği gibi diğer kurumlardan da etkilenmektedir. Bu etkileşim bir toplumun beslenme kültürünü de anlamlandırmamızda önemli bir ölçüttür. Bir toplumun beslenme kültürü, o toplumun ekonomisi ve ekolojisinin yanı sıra dinsel, toplumsal, estetik, dinsel ve eğitimsel yönleri tarafından da belirlenir (Elmacı, 2013: 43). Örneğin Amerika toplumunda yaygın olan fast food gıdaların aşırı tüketimi, insanlarda obezite (şişmanlık) sorununu ortaya çıkarmaktadır (Adak, 2002: 77). Dolayısıyla toplumun beslenme alışkanlıkları ya da belirli gıdalara yönelik uyguladıkları perhiz, kültürün belirlenimleri çerçevesinde şekillenir.

Beslenme, fizyolojik olarak sadece karın doyurma işlemi değil aynı zamanda gündelik hayatın sosyal, dinsel, ekonomik görünümlerini de etkileyen birçok özelliğe sahiptir (Adak, 2002: 80-82). Toplumumuzun beslenme kültürüne bakıldığında, dinimizin yasaklarına ve tavsiyelerine çoğunlukla riayet edildiği görülmektedir. İslâm’a göre beslenme biçimi, haram olarak belirtilen gıdalardan uzak durulmasına, helal olarak ifade edilen gıdaların da tüketilebilmesine işaret eder. Sağlıklı olmayan herhangi bir besinin tüketilmesi hoş görülmez. Bunun yanı sıra helal besinler tüketilirken aşırıya kaçılmaması gerektiği vurgulanmakta ve sağlıklı beslenmenin gerekliliği hatırlatılmaktadır. Ancak toplumumuz özellikle haram olarak belirtilen gıdaların alınmaması konusunda daha dikkatli davranırken aşırı gıda tüketimi konusunda ise pek dikkatli değildir. Çünkü toplumumuzda obezite ciddi bir sağlık sorunu haline gelmiş ve aşırı tüketim sonucunda kolesterol, karaciğer yağlanması, hipertansiyon, diyabet ve dengesiz beslenmeye bağlı birtakım hastalıkların görülme oranı yükselmeye başlamıştır.

Sağlıkla ilgili yapılan birçok araştırma göstermektedir ki, insan sağlığı üzerindeki en önemli belirleyici etmenler, beslenme ve hareket kültürüdür. Z. Bauman (2011: 163), Amerika’da en çok satan kitapların her hafta hızlı bir şekilde değiştiğini, bu anlamda “raf ömürleri”nin kısa olduğunu belirtir. İlginçtir ki en çok satan bu kitapların ana teması, çoğunlukla değişmeyen ve iki konu etrafında yazılan kitaplardır. Bunlar, yeni diyet kitapları ve değişik yemek reçeteleri sunan yemek kitaplarıdır. Beslenme davranışı, sağlık ve hastalığa doğrudan etki etmektedir. Her ne kadar aşırı gıda tüketiminin çeşitli hastalıklara yol açması konusu çokça tartışılsa da yetersiz beslenme de birçok hastalığa neden olmaktadır. Dolayısıyla dünyada beslenmeye yönelik sağlık riskleri iki şekilde açıklanabilir. İlki, yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşılamamaktan kaynaklanan açlık ve güvencesizlik riski, ikincisi ise tüketilen gıdaların dengeli olmaması veya ihtiyaçtan fazla gıda tüketiminden kaynaklanan sağlık riskleridir (Adak, 2016: 26-27).

Yeterli ve sağlıklı gıdaya ulaşamamaktan kaynaklanan açlık ve güvencesizlik riski, dünyadaki gelir eşitsizliklerine ve gıda üretiminde insan sağlığını bozan genetiği oynanmış, zehirli veya toksin maddelere referans etmektedir. Öyle ki gıda üretiminde gereğinden fazla verim alınabilmesi veya gıdaların bozulma süresinin olabildiğince uzatılabilmesi için büyük oranda tarım ilaçları kullanılmaktadır. Ayrıca genetiği oynanmış besinler de bir sağlık riski oluşturmaktadır. Örneğin Avrupa Birliği, genetiği değiştirilen, modifiye edilen veya biyo-teknolojik yöntemlerle üretilen her türlü gıdalara karşı radikal önlemler almasına karşın ABD’de çeşitli ürünlerin genetik tekniklerle üretilmesinin onaylanmış (Adak, 2016: 27) olması, bu risklerin boyutunu gözler önüne sermektedir. Bu riskle ilgili diğer bir husus da sağlıklı gıdaya erişimde dünya ülkeleri arasında yaşanan eşitsizliklerdir. Çünkü özellikle Afrika ülkelerinin birçoğunda, sağlıklı gıdaya ve içilebilir temiz suya erişim önemli bir problemdir. Dünya, bir taraftan aşırı tüketim sonrasında obezite sorunuyla mücadele eden ülkelerin, diğer taraftan açlık sorunuyla karşı karşıya kalan ve açlık nedeniyle birçok hastalığa yakalanan fakir ülkelerin olduğu bir yer haline gelmiştir.

Beslenmeye yönelik ikinci risk, tüketilen gıdaların dengeli olmayışı ve ihtiyaçtan fazla tüketimi kapsayan sağlık riskidir. İçinde yaladığımız tüketim toplumu, beslenme alışkanlıklarını kökten değiştirdi. Yemek şirketleri, fast-food tüketim, yağ oranı yüksek gıdalar, gıdalarda zararlı maddelerin kullanımı ve yeme alışkanlıklarının değişimi, bu tür risklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Zira Adak’a göre bugünün toplumlarında beslenme davranışına yönelik yaklaşım değişmiştir. Beslenme biliminde “dengeli beslenme” kavramı, yerini “uygun (optimum) beslenme” kavramına bırakmıştır (2016: 27). Ne var ki insanlar, doğal besinlerden ziyade gıda boyası bulunan, asitli, sentetik, raf ömrü uzatılmış, koruyucular bulunan, biyolojik sistemin dengesini bozan, vücuttaki istenmeyen birtakım hormonları harekete geçiren, şeker ve yağ oranı yüksek besinleri tercih eder hale gelmiştir. Reklam ve pazarlama yöntemleriyle insanlara sunulan bu gıdalar, sağlığı önemli ölçüde tehdit emekte ve birçok hastalığa neden olmaktadır. Dolayısıyla günümüz toplumlarında besin tüketimi, başlı başına bir sağlık riskiyle karşılaşmayı da beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz dünyadaki kaynaklar, tüm insanların sağlıklı bir beslenme düzenini karşılayabilecek yeterliliktedir. Ancak dünya nüfusunun dörtte biri gerek nitelik gerekse de nicelik bakımından zayıf bir beslenme neticesinde açlıkla pençeleşirken, diğer dörtte birlik kesim ise gereğinden fazla gıda tüketmekte ve bu fazla tüketim, şeker hastalığını ve obezitenin ürettiği çeşitli kronik rahatsızlıklarını/hastalıklarını hızla arttırmaktadır (Albritton, 2014: 205).

Sonuç Yerine

Günümüz toplumlarının beslenme kültürü ve hareketsiz yaşam formları, başka meseleleri de gündeme taşımaktadır. Bu meselelerden biri de, aşırı ve sağlıksız beslenmenin ve hareketsiz yaşamın bir çıktısı olarak şekilsiz “beden” imajıdır. Kuşkusuz modern kapitalist sistem, bu probleme çözüm üretme (!) konusunda da pek mahirdir. Kişinin bedenini şekillendirmesi için diyet ya da rejim yapma gibi uygulamaların çeşitli sektörlerle desteklenmesi, sağlıksız beslenmeyi ve hareketsiz yaşamı perdelemenin farklı bir biçimi olarak görülmektedir. Çünkü bugünün toplumlarında beden, Batı kültürünün de etkisiyle, güzel, atletik ve hatta ideal olarak kabul edilen vücut ölçütleriyle gündemdedir. Daha çok kadın bedeni üzerinden üretilen bu anlayış, estetik, bakımlı, zayıf, ince gibi niteliklerle, kapitalist ekonominin beklentileri çerçevesinde bedeni kurgulamaktadır. Öyle ki Orta Çağ resimlerinde ideal kadın bedeni, bugünün ince ve zayıf bedeninin aksine “kilolu” bir yapıya sahiptir (Cirhinlioğlu, 2001: 96). Zira kadınlarda zayıflık, güzellik göstergesi olarak sunulmakta, hatta birçok kadında “şişmanlık” ya da “kilolu olmak” bir kâbus gibi çepeçevre etrafını sarmaktadır. Bundan dolayı kadınların bir kısmı şişmanlık korkusuna bağlı olarak anoreaksiya nevroza ve bulimia gibi beslenme hastalıklarına maruz kalmaktadır (Timurturkan, 2016: 97). Çünkü medya aracılığıyla sunulan beden imajları, sahip olduğu bedenden hoşnut olmayan kadınların sayısını gün geçtikte arttırmaktadır. Bu konuda yapılan araştırmalara bakıldığında, kadınların kilolarından, yüz çevresi organlarından, dış vücuttaki organ ve dokulardan ve yaşlılık belirtileri gibi birçok fiziksel niteliklerinden memnun olmadıkları anlaşılmaktadır (Eryiğit-Günler, 2016: 108).

Yaşadığımız toplum; çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı, hangi kategoride olduğu fark etmeksizin beden politikalarına yeni bir “rejim” getirmenin arayışı içerisindeler. Zira Cederström ve Spicer’ın da vurguladığı gibi diyet yapmak, gündelik yaşam formu içerisinde bir mikro-disiplin ve öz gözetim gerektirmektedir. Kaldı ki kalori hesabı yapmak, öğünlere dikkat etmek, beden kitle endeksini sürekli takip etmek, diyet yapan diğer insanlarla bir nevi günah çıkarma niteliğindeki düzenli toplantılara katılmak, diyet koçları tutmak ve günlük besin tüketimini bilgisayar temelli bir uygulamaya kaydetmek ve sonrasında bunu sosyal medyada paylaşmak (2017: 55) gibi tüm çabalar, bedenlerde hüküm süren rejimlerin “gönüllü vatandaşlık” ödevleridir.

Kaynakça

Adak, Nurşen (2016). “Günümüz Toplumlarında Sağlığa İlişkin Riskler”. Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar. Ed. N. Adak. Ankara: Nobel Yayıncılık; Adak, Nurşen (2002), Sağlık Sosyolojisi Kadın ve Kentleşme, Birey Yayıncılık, İstanbul.; Albritton, Robert (2014). “Obezite ile Açlık Arasında: Kapitalist Gıda Endüstrisi”. Kapitalizmde Sağlık Sağlıksızlık Semptomları (Socialist Register 2010). Haz. L. Panitch & C. Leys. 2. Baskı. Çev. U. Haskan. İstanbul: Yordam Kitap; Bauman, Zygmunt (2011). Yaşam Sanatı. Çev. A. Sarı. İstanbul: Versus Kitap; Cederström Carl & Spicer Andrê (2017). Sağlık Hastalığı: Güncel Bir Sendrom. Çev. E. Gökyaran. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; Cirhinlioğlu, Zafer (2001). Sağlık Sosyolojisi. Ankara: Nobel Yayınları; Elmacı, Nuran (2013). Sağlık Antropolojisi: Diyarbakır Örnekleri. Ankara: Siyasal Kitabevi; Eryiğit-Günler, Oya (2016). “Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Hastalık”. Sağlık Sosyolojisi Yazıları. Ed. E. Tecim. İstanbul: Açılım Kitap; Nasr, S. Hüseyin (2006). İslâm ve Bilim, İslâm Medeniyetinde Pozitif Bilimlerin Tarihi ve Esasları. Çev. İ. Kutluer. İstanbul: İnsan Yayınları; Porter, Roy (2016). Kan Revan İçinde, Tıbbın Kısa Tarihi. 2. Baskı. Çev. G. Koca. İstanbul: Metis Yayınları; Rahman, Fazlur (2016). İslâm Geleneğinde Sağlık ve Tıp (Değişim ve Kimlik). 2. Baskı. Çev. Adnan B. Baloğlu & A. Çiftçi. Ankara: Ankara Okulu Yayınları; Timurturkan, Meral (2016). “Yeni Bir Tüketim Alanı Olarak Tıbbileştirme: Beslenme Rejimlerinin Tıbbileşmesi”. Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar. Ed. N. Adak. Ankara: Nobel Yayıncılık.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x