“Şarki Türkistan’ın Millî İnkılabı Bitti mi? Yoksa Devam mı Ediyor?
Şarki Türkistan halkının ruhaniyâtını tetkik etmiş ve halkın inkılap döneminden itibaren ortaya çıkan milletseverlik duygusunu ve bugünlerde düşmanın zulüm ve korkutmaları sonucunda sağlamlaşan düşmanlık ve nefret duygusunu tarih ve siyaset gözüyle düşünen kişiler, bu soruya gayet ciddi bir şekilde, “Kesinlikle bitmedi ve kesinlikle bitmeyecek!” diye cevap veriyorlar ve bu cevaplarında son derece haklıdırlar.”
Şarkî Türkistan Tarihi, Doğu Türkistan’ın millî bağımsızlık savaşının liderlerinden Mehmet Emin Buğra tarafından 1940’ta yazılmıştır. Eserde kısa bir genel dünya tarihi, Türk tarihin başlangıcı fasıllarından sonra Doğu Türkistan tarihi başlangıcından 1940 yılına kadar anlatılmaktadır. Doğu Türkistan’da yaşayan hiç kimsenin kendi tarihini millî bir bakış açısıyla ya da en azından objektif kriterlere bağlı bir kaynaktan öğrenme imkânı yoktu. Kabil’de, Çinlilerin ideolojik bakışıyla yazılanlardan başka kaynaklardan tarihini okuma imkânı bulan Mehmet Emin Buğra, uzun zamandır ihtiyaç olarak gördüğü vatanının tarihini millî bir bakış açısıyla telif etmek üzere Şarkî Türkistan Tarihi’ni kaleme almaya başlamıştır.
Bir Doğu Türkistanlı tarafından Çağatay Türkçesinin edebî diliyle yazılan bu ilk ve alanında hâlâ en hacimli çalışma, 1940 yılında tamamlanıp kamuoyunun dikkatine sunulduğu andan bugüne kadar bölgeyle alakalı bütün tarafların dikkatini çekmiş ve Doğu Türkistanlılar arasında büyük bir heyecan uyandırmış, Doğu Türkistan tarihi konusunda Çin tezlerinin üzerine bomba gibi düşmüştür. Öyle ki Şarkî Türkistan Tarihi, Çinlilerin gözünde o günden sonra Çin işgal rejimine karşı yapılan bütün millî ve dinî hareketlerin ideolojik kaynağı olarak görülmüştür. Çinli yetkililer tarafından varlığı öğrenilir öğrenilmez yasaklanmış, bulunduran, okuyan, çoğaltan ya da hakkında olumlu fikir beyan edenler ağır cezalara çarptırılmıştır. Müellifin çizdiği 24 ayrıntılı haritanın eşlik ettiği Şarkî Türkistan Tarihi, insan haysiyetine düşman Çin işgali altındaki ata topraklarımızı gündeminde bulunduran her Türk evladının elinin altında olması gereken bir tarih ve mücadele abidesidir.
Bu şaheser niteliğindeki eser, müellifin vefatı sonrası hem Uygurca hem de farklı dillerde neşirleri yapılmıştı. Bununla birlikte müellifle bir nesep bağı da bulanan Abdullah Oğuz tarafından günümüz Türkçesine ilk kez aktarılan bu neşir, günümüze kadar ulaşabilen tek nüsha olan müellif yazması esas alınarak yapılmış olması bakımından da önemli bir husus olarak kayda değerdir.