Çocuk sesi duyunca, çocuk görünce insanın içi ısınır. Çocukla muhatap olan yetişkin yüzü yumuşayıverir. Çoğunlukla yüzünde gülümseme oluşur farkına bile varmaz. Çocuk evlere ailelere neşe ve mutluluk getirir. Çocuklara bakınca enerji dolar yaşama devam edebilmek için motive olursunuz. Çocuk çoğunlukla ilham kaynağıdır. Uyurken masumiyeti anlatır oyun oynarken yaşadığı coşku etrafa yayılır. Dünyanın geri kalanında çocuklar çocuk olurken Filistin’de çocuklar çocuk olarak kalamazlar. Onlar çoğunlukla ölmeye doğar ölmeye diye büyürler…
Filistin, tüm dünyadan dışlanmış olarak yersiz yurtsuz kalmış olan soykırım mağdurlarına kapılarını açtığından beridir kurtarıcılığın mağduriyetini yaşamaktadır. Her kurtarıcı gibi kollarını açıp sarıp sarmaladığı mağdurun kurban tuzağına düşmüş olup kendi yurdunda yuvasında mağdur olmuştur.
Kurban, kurtarıcı ve zorba üçlemesi meşhurdur. Bununla birlikte hikâyeden değil gerçektir. Küçük ve bireysel hayatlarımızda yaşadığımız bu üçlemenin sarmalı bir kenarda dururken Filistin’de yaşananlar üzerinden değerlendirmek daha açıklayıcı olabilir. Her kurtarıcı muhatabı tarafından kurban tuzağına düşürülmek istense de başarılı olması ilk kurtarıcının duruşuna bağlıdır. İlk kurtarıcı her zaman iyi niyetle yola çıkar. Kurtardığı mağdurun kurbanı olmamak için iyi niyetin yanında aklını da kullanması zihnini açık tutması gerekir. Yanısıra eşyanın tabiatını da kabullenmiş olması gerekir. “Belki de bu defa olmaz.” dememesi gerekir. “Herkese olmuş olabilir lakin bana olmaz.” diye düşünmemesi gerekir. Bir zamanlar bir yerlerde olan her şeyin her yerde her zaman olma ihtimali vardır. İnsan psikolojisini en iyi Yahudiler bilir. Psikolojiyi bilim yapan teorisini oluşturmakla kalmayıp teoriden pratiğe de ilk taşıyanlar çoğunlukla Yahudi kökenlidir.
Mağdur kurtarıcısını iyi hissettirerek başlar işe. Bunun için özel bir şey yapmasına gerek yoktur. Onu kurtarmasına izin vererek özel hissettirir. Kurtarıcı artık bir kahramandır. Kendisini kahraman yapan mağdurun kurban tuzağı işlemeye başlamıştır. İyi niyet suistimal edilirken kurtarıcı bu durumu fark etmek istemez. Maazallah kahramanlık yolculuğu yarıda kalır. Kurtarıcının kahramanlık sarhoşluğunu gören mağdur hiç acele etmez. İçten, derinden ve yavaş yavaş işgale başlamıştır. Önce hücrelere girerek içeriye nüfuz eder. Normalde kurnaz mağdur anlık gözlem yaparak ilerler. Kurtarıcıya baktıkça mağduriyetini hatırlamak istemeyen eski mağdur minnet duygusundan hoşlanmamıştır! Zaten kendisini mağdur edenlere olan öfkesini de bu kurtarıcıda sembolleştirmiştir. Artık o alacaklıdır. Dünyanın geri kalanı tarafından mağdur edilmenin bu dünyaya bir bedeli elbette olacaktır. Alacaklı alacağını doğrudan muhatabından talep etmez. Belki de edemez. Çünkü mağdur kendini alacaklı hissetse de onları mağdur edenlerin borçlanmakla ilgili bir hissi yoktur. Olsa da bir özürle geçiştirilmekle yetinebilirler.
Mağdur her zaman tahsilatı iyi niyetten yapar. İyi niyet de ne hikmetse hep zayıf ve güçsüzlerde olur. Mağdur da ilk palazlanmada bu iyi niyetli zayıf ve güçsüz kahramanını kurban tuzağına düşürerek kendisini mağdur edenlerden intikam alır. Bu hikâye burada biter mi? Hayır bitmez. Tahsilat asıl muhatabından alınmadığı sürece devam eder. Devam ettikçe tahsilata çıkan mağdur bu işin piri olur. Artık işgal etmek için nüfuz etmenin kitabını yazabilir. Çünkü o artık bir işgalcidir. Kendisi mağdur olan soykırıma uğrayan insanlar nasıl olur da bir başkasına bunu yapar? iyi niyetli Müslümanın ilk düştüğü tuzak her zaman burasıdır. “O çok çekmiş bana çektirmez.” diye düşünerek çileli insanla hayatını birleştirir. Çileli insan açısındansa saf ve iyi niyet suistimal edilmek için kullanılması gereken bir özelliktir. Mağduriyetle büyümüş olan anne baba bile saf ve iyi niyetli çocuğunu suistimal ederek hayatın öcünü alır. Bir defa da doyum vermeyen iyi niyet istismarı süreklilik kazandığında artık bir alışkanlık bir huy ve meleke haline gelir. Bir zamanların mağduru olan kişi artık bir işgalci bir zorba olmuştur.
Dünyanın geri kalanında her şeyin çocuklar adına düzenlendiği ailelerin çocuklarının mutluluğu ve geleceği için gecesini gündüzüne katarak çalışıp çabaladığı fiziksel ihtiyaçlarının yanı sıra ruhsal ihtiyaçlarını gidermek, eksik bırakmamak için çırpındığı bir dönemde yaşıyoruz. Çocukların özne olduğu bir dünyada yetişkinlerin çocukları öldürmesinin şaşkınlığı hâlâ üzerimizde. “Nasıl olur? Bunu nasıl yaparlar?” demekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü masum yetişkinler bir yana çocuğa yapılanı kabul etmek insan için her zaman her koşulda çok zor. Savaşlar artık sıcak değil soğuk olur diye bekliyoruz. Halbuki insan hiç değişmiyor.
İnsan kendi hayatı söz konusu olduğunda kimseyi tanımıyor. Ahlâkî kurallar etik değerler yok oluyor. Kendi kurallarını kendisi hunharca koyuyor. Bir de kural koyucu işgalciyse her hakkı kendine veriyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırması gerektiğinde ne yapıyorsa onu yapıyor. İnsan hakkı olanı alırken her şey daha sakin görünür. Lakin hakkı olmayana talip olunca bastırmak nefes aldırmamak üste çıkmak gerekir.
Yavuz hırsızın tek derdi alacağını alıp yakalanmadan ortadan kaybolmaktır. Bu savaşta yavuz hırsız kendini göstermek istiyor. Çünkü o psikolojiyi çok iyi biliyor ve psikolojik baskıyı kullanıyor. Bunu yaparken hiç geri adım atmıyor. Evrensel değerleri tanımadığını başkasının belirlediği hiçbir değeri kabul etmeyeceğini değerin merkezine kendisini koyduğunu asıl değerlinin kendisi olduğunu acımasızca zulmederek anlatıyor. Çocuklara kıyarak korku salıyor. Fakat bu çocuklar korkmuyor ölüme yürüyor. Bu durum zalimi etkilemiyor. Çünkü zalimin tek isteği mekânı boşaltıp oraya konmak. Hedeften sapmıyor. Hedefe kilitlenmiş görünüyor. Hedefe kilitlenen insan hedeften çıkaracak caydıracak hiçbir çeldiriciye bakmadan ilerler. Yolda olacakları baştan göze almıştır. O artık duymuyor görmüyor. Çünkü bakmıyor!
Savaştan daha büyük travma olmaz. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı ve psikolojik tedavi II. Dünya Savaşı sonrası görülen post-travmatik stres bozukluklarının savaştan dönen askerlerde görülmesiyle birlikte başlamıştır. Savaş sonrası görülen birtakım semptomların savaştan dönen askerlerde ortak olarak görülmesi üzerine psikoloji bir bilim dalı olarak yerini almıştır. Savaştan dönen askerler için normal yaşam yoktur. Onlar hayatın normaline ayak uyduramamış olup acı çekmişlerdir. Bu acı onları gece uyutmayan gündüz bir yere sığdırmayan psikolojik bir acıdır.
Bomba sesleri altında yaşam mücadelesi veren çocuklardan hayatta kalanlar ilerde tedirgin ürkek her an bomba sesine hazır bir bekleyişle aynı şeyi yaşarken yanlarında kim olacak? Onları saracak sarmalayacak anne babası olacak mı? Bu soykırımdan geriye kalanlar yeniden soylarını sürdürme çabası içinde yaşarken bu hayatı nerde devam ettirecek?
Kim aksini iddia ederse etsin coğrafya kaderdir. Aile bu kaderi paylaşır. İnsanın soyu ırkı doğduğu ve yaşadığı topraklar ailesinden önceki gerçeğidir. Yaşadığı topraklarda sürekli devam eden bir savaş varsa insan yozlaşır. Haklı da olsa haksız da olsa savaş insanı bozar. Savaşa doğmuş savaşla büyümüş insanlar barışta yaşamayı bilmezler. Hoş, ölmeye doğan insan yaşamayı nasıl bilsin. Kuşaklar boyu devam eden ve güven ortamından uzak tedirgin geçen hayatın sonunda insan en iyi kaygılı olmayı öğrenmiş olur. En iyi bildiği şey tedirgin ve şüpheyle yaşamak olmuştur. Her an hayati tehlike algısıyla yaşamaya devam etmek insanın dayanma gücünü aşar. Gerçek tehlike halinde yaşanan kaygı da gerçek olduğu için insan buna dayanabilir. Lakin sürekli hayati tehlike hissiyle yaşamak pek insana göre değildir. İnsan güvenli bir ortamda huzur ve sükûnet içinde yaşamak ister.
İnsan ve insanlık huzur ve sükûnet ararken bazı insanlar huzurdan ve sükûnetten rahatsız olur. Hatta huzurun varlığına huzurlu ortama dayanamaz, tahammül edemez ve müdahale eder. Huzurdan rahatsız olan insan grubu huzuru gördüğü yerde bozar. Çünkü onlar kaostan beslenir. Kaostan beslenen insan ortamın huzurunu bozarak bir adım dışarı çıkar ve keyifle izler. İnsanlar üzerinde başka türlü planları olanlar ise bu durumu kendi emellerine hizmet etmesi için kullanırlar. İnsanların belki de insanlığın dünyasına hayati bir dert salarak kendi dertlerine düşmesini sağlarlar. Bu dert gerçek bir yaşam mücadelesi olduğunda derdi salanın eli daha da kuvvetlenir. İnsanın güçlü olmaktan önce var olmaya ihtiyacı vardır.
Fiziksel varlığını sürdürme mücadelesi veren insan için başka hiçbir şeyin değeri ve önemi kalmamıştır. Uzun süren ölüm kalım mücadelesi sona erdiğinde geriye kalan tek şey hayatta kalmak yaşamak olur. Uzunca bir süre ölmek ve yaşamak arasında kalan insanın sadece yaşamaya adapte olması ölümü ensesinde hissetmekten vaz geçmesi birkaç nesil sonraya kalabilir. İnsan barış içinde güvenli bir ortamda gelişebilir. Savaş ortamı insanı geriye götürerek fiziksel olarak hayatta kalma mücadelesi içine hapseder.
İnsanın en ilkel hali yaşam mücadelesi verdiği halidir. Savaşta güçlü olan hayatta kalır. Bu bizim insanlıkta yol almadan önceki halimizdir. Savaş, konuşarak müzakere etmeyi bilmediğimiz zamanlarda kalmış olması gerekir. Fiziksel olarak güçlü olanın hayatta kaldığı ya da fiziksel gücün yeterli olduğu döneme ait bir çözümdür. İnsanlık II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok alanda hızla gelişirken araya savaşların girmemesi önemli bir etkendir. Savaş, insanı ve insanlığı geriye götüren, ilkelleştiren, vahşileştiren belki de hayvanileştirerek ilerlemenin önünde duran insanın kendi eliyle kendine yaptığı en büyük ve yegâne kötülüktür.