Menü
Ahmet Dağ
Ahmet Dağ
Semavî Olandan Kopuşun Ağır Faturası: Kulluğun Tasfiyesi
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

İnsan, maddeyle girmiş olduğu ilişkiyi derinleştirdikçe yaratıcısından, tabiattan ve kendi tabiatından kopmaktadır. İnsanın maddeyle ilişkisinin primitif olduğu zamanlarda maddeyle kurmuş olduğu ilişki; aklî olmaktan daha çok muhakemesiz salt inanç olduğu için fetişist bir sonuç meydana gelmiştir. Putlara olan inanç yani pagan inanış biçimi, insanın kamil hâle gelmesine vesile olan Allah inancından kopmasına neden olmuştur. İnsanı hem yaratıcısına hem de kendisine yabancılaştıran pagan inanış,  insanın barbar hâle gelmesine neden olmuştur. Yaratısına yabancılaşan insan; hem yaratıcısından hem tabiattan hem de kendi tabiatından koparak yaratıcısına, içinde yaşadığı habitata ve kendi tabiatına yabancılaşmıştır.

Pagan dönemden modern döneme geçişte ise eşyayla olan ilişkisi farklılaşmıştır. Modern dönemde eşyayla olan ilişkisinin farklılaştığının ilk teorik göstergesi Francis Bacon tarafından 17. yüzyılda yazılmış olan “Yeni Atlantis” kitabıdır. İnsanı, içinde yaşadığı dünyayı ve içinde olan diğer varlıkları da mükemmelleştirmek isteyen modern bir bakışa sahip olan Bacon, insana -adeta- yarım kalmış yaratma işinin devamını sağlayacak olan bir varlık olarak bakar. Bacon’un ilerlemeci anlayışı, 18. yüzyılda asli bir bakış haline gelmiştir. Madde temelli ve ilerlemeci bakış açısı olan Aydınlanma, 19. yüzyılda ete kemiğe bürünerek Sanayileşme Dönemi olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşme dönemi ile kentleşme süreci birbirini besleyerek gelişmiştir. Doğal tabiattan kopan insanlar, matematiksel ve mekaniksel düşünme biçimine sahip olmasından dolayı inşa ettiği mekanik kurguya sahip olan fabrikalarda çalışırken yine mekanik düşünüş biçiminin bir sonucu olan betondan olan apartman katlarında ev hayatı sürmüşlerdir.

İnsan, kadim bir gerçeklik olarak neyle meşgul oluyorsa ona benzemektedir. Yani bir anlamda insan, dokunduğu ve yediği şeylere benzeşmeye başlamıştır. Sanayileşme döneminde makineyle yaşayan insan, teknolojikleşme evresinde teknolojiyle yaşamaya başlamıştır. Topraktan beslenen insan, makinelerin işlediği sanayi temelli gıdadan beslenmeye başlamıştır. Tabiatı müşahededen ve onu yaşama tecrübesinden çok uzak kalan insan, yaratıcısından da uzaklaşmıştır. Böylesi bir düzlemde tıpkı Teoman Duralı’nın dediği “Hayatında bir fidanın olgunlaşmasını izlememiş, bir kuzunun doğumuna şahit olmamış çocuklara Allah’ı anlatmaya çalışıyoruz.” bir durum ortaya çıkmıştır. Allah’ın yaratmış olduğu güzelliklerin yerine yapay güzellikler inşa ederek aslî olan güzelden ve iyiden uzaklaşan insan, kopuş yaşamıştır.

Maddeyle sıkı bir ilişki içerisine girmiş olan insan, her şeyi maddi boyutta dönüştüreceği güce sahip olduğu zannını kendinde bulundurmuştur. Hem bu zan hem de doğanın ve insanın “eksik” yaratıldığı düşüncesi, önce doğa üzerinde değişim ve dönüşümü meydana getirmiştir. Doğal düzlemden çıkarılan tabiat, yapay bir düzlemde düşünülerek yeniden “mükemmelleştirme” iddiasıyla yeniden tasarımlamışlardır. Şimdilerde ise insan bedeninin nasıl değiştirileceği fikirlerini taşıyan transhümanizm vb. akımlar ortaya çıkmıştır.

İnsan, konacağı ağaç bulamayan kuşların sesini duyamamaktadır, gündüz yüksek binaların kapattığı Güneş’i gece ise Ay’ı görememektedir. Yer’e ve Gök’e şahitlik yapamayan insan ekonomi-politik düşünerek yaşadığı için de hem cinsi olan insanla olan muhataplığı ve muhabbeti yapmacıktır. Mabedin yerini AVM’lerin aldığı, “ibadet” huşusunun yerini “tüketme” sarhoşluğunun aldığı yeni bir düzlem meydana gelmiştir. Artık insanın aslî var olmasının nedeni; inanmaktan tüketmeye doğru evrilmiş olmasıdır. Yani modern kapitalist düzende “inanıyorum, o halde varım” önermesi “tüketiyorum, o halde varım” önermesine dönüşmüştür. İbadethanede aranan huzur, artık AVM’de, ibadette aranan huşu ise tüketimde aranmaya çalışılıyor.

Kendine, doğaya ve insana yabancılaşan insan zamanla kul olduğunu unutarak yaratanına da yabancılaşmıştır. Sanayileşme ve kentleşme ile yaşadığı yabancılaşma, teknolojikleşmeyle daha da üstel bir seviyeye taşınmıştır. İnsan, sanallığı metafizik haline getirdiği bilişim teknolojisi düzleminde Tanrı’yı da manayı da sanal düzleme dahil etmiş ve varlığını orada aramaktadır. Hususiyetle Batı Uygarlığı’nın inşa ettiği yeni düzende tanrısız bir dünya tasavvuru ortaya çıkmıştır. Tanrı’yı enkarne ederek yani cisimleştirerek görünür kılmak isteyen Batılı-Hristiyan düşünce, Tanrı’yı görünür kılmanın yol açtığı sorunlar nedeniyle şimdilerde ise sanallıkta yeni inanış biçimleri oluşturmuştur. Fransız Filozof Baudrilliard, bu durumu şu cümlelerle ifade eder;

Eskiden Tanrı’yı kurtarmaya çalışan ama fazla da başarılı olamayan insanlık şimdi tüm gücüyle bu evren içindeki kurmacayı/düşselliği kurtarmaya çalışıyor. Eskiden her yerde olduğu söylenip hiçbir yerde karşımıza çıkmayan Tanrı günümüzde bilgisayarlara özgü atar damar ağların içinde dolanıp durmaktadır.

Peter Gay’in “modern paganizm” adını verdiği bir süreç yaşanmaktadır. Böylesi bir süreçte imge, gerçekliğin yerini almıştır. İmgenin gerçekliğin yerini aldığı düzende varlığın esas nedeni olan Tanrı da ona olan inanç da buharlaşmıştır. “Kul olmak” yerine “birey olmanın” daha önemli olduğunu ifade eden Aydınlanmacı yaklaşım, daha da radikalleştirilerek yeryüzünde yaşayan üstün varlığın insan yani antroposen olduğu yaklaşımını da kusurlu ve sorunlu bulunmuştur. İnsanın yeryüzünde olan konumunun yersiz bir güce sahip olduğunu, bu gücün sonlandırılması gerektiği evresine gelmiştir. Önce Tanrı’dan vazgeçen insan şimdilerde insandan vazgeçme eğilimi içindedir. İnsanın tahtından indirmek gerektiğini iddia eden posthümanizm,  mevcut insanın eksik var edildiği veya olduğu onun daha da geliştirilmesi gerektiğini söyleyen transhümanizm gibi yeni hümanizm çeşitleri ortaya çıkmıştır. Kadim hümanizmin insanı hurafenin zincirlerinden kurtardığı, posthümanizmin insanı ona yüklenen gereksiz yükten (üstünlükten), transhümanizmin ise insanı biyolojik zincirlerinden kurtaracağı iddia edilmektedir.

Varoluşçu felsefinin ortaya koyduğu “insanın atılmışlığı veya sürülmüşlüğü” söylemi insanın yüce olandan koğuşunu sağlayan felsefi bir söylem olmuştur. Tanrı’dan bağı koparıldıkça daha da özgürleşeceği iddia edilen insanın, semavî olandan koparak arzî olana düşüşüne şahitlik edilmektedir. Hem yeni kulluk yapacağı mekanizmalar üretmesi hem de yaratılışa meydan okuyarak yeni tapınası varlıklar (metalar-fikirler vs.) yeni öğretiler oluşturan insanın Tanrı’dan kopuşu semavî olandan koparak ve savrularak doğadan yani arzdan da daha aşağıya doğru düşmektedir. Bu düşüş; insanın kendi doğasını yitirmesine yani kendinden kopuşuna yol açmıştır. Kendi bedenini ve zihnini beğenmeyen insan, organik organlarını biyonik organlarla değiştirerek bedenini güçlendirmeyi, zihnini makineye bağlayarak daha zeki olmayı tasarlamaktadır. Prometevari bir maceraya sürüklenen insan, yeni mecralarda sürüklenmeyi bilgilenme ve ilerleme olarak görmektedir.

İnsanın yaratılışından beri aslî hakikati olan yaratılış dualitesini (kadın-erkek) bir kötülük olarak görmektedir. Oysa bu dualite; “dünya-ahiret”, “yer-gök”, “mekan-zaman” dualiteleri gibi bir hakikattir. Böylesi bir hakikati yani kadın-erkek gerçekliğini ortadan kaldırmaya çalışmak; insan ırkına yapılan acımasız bir soykırımdır. Oysa kadın-erkek dualitesi ve birlikteliği, insanlık için hem bereket hem de bir güzelliktir. Ormanları, denizi kirleten mekanikleşmiş zihne sahip olan insan, homojenlik yani farklılığı ortadan kaldırıp aynılık üretmek için  cinsiyetleri öldürmeyi veya yok etmeyi kişinin kendi bedeni üzerinde olan karar özgürlüğü ile ilişkilendirerek makul göstermeye çalışılıyor. Oysa ekonomik olarak  ciddi biçimde desteklenen bilişim ve tüketim çağının imkanlarını da kullanan LGBT vb. fraksiyonlar transgenderizmi veya postgenderizmi bir dayatma olarak propagandalaştırmaktadır.

Sanalın gerçekliği yuttuğu imajinatif çağda sürekli manipülasyona maruz bırakılan çocukların ve gençlerin dünyası bu taife tarafından istismar edilmektedir. Çok büyük şirketler tarafından sübvanse edilerek kapitalizmin bir dayatması olan LGBT’ye destek veren sosyal medya vasıtaları sadece totaliter değil aynı zamanda mevcut cinsel kimliğini terk etmesi gerektiği telkininde bulunduğu için manipülatiftir. Ortaya koyduğu dil ve üslup açısından son derece totaliter olan LGBT’nin kadın-erkek farklılığını tasfiyeyi kendisine amaç edinmesi onun “hegomonik” ve “yıkıcı” bir hareket olduğunun göstergesidir.

Sırasıyla Tanrı’dan, Doğa’dan ve cinsiyetinden kopuş, zamanla insandan kopuşu meydana getirecektir. Tanrısız bir dünya, zamanla insansız dünyaya yani insanın değer olarak görülmediği bir dünyaya yol açacaktır. Oysa Yaratıcı-Yaratılan dualitesi bir hakikat olarak hayatı anlamlı kılan bir unsurdur. Yaratıcının yarattığı hakikati buharlaştıran modern ve postmodern söylemler insanın duruşunu da bozmuştur. Yaratıcıdan kopan insan, kulluğun gerekliliklerini de zamanla terk etmektedir. İnsanın düşünüş biçimi onun duruş biçimini de dönüştürmektedir. Allah’a kulluk etmediğinde her kişiye, her öğretiye veya her düzene boyun eğeceği için istenilen şekilde kullanılmaya müsait bir aparat haline gelir. Kulluktan kopan kişi “kul”lanılmaya müsait bir varlık haline gelir. Kötü olana çabuk ikna edilebilir bir zihne sahip olacağı gibi sürüklenmek istenen mecralara ve maceralara da kolaylıkla savrulabilir. Kulluğun yitirilmesiyle cool/kayıtsız hale gelebilir. Kayıtsızlık hâli her işi meşrulaştırmaya yol açar. “Meşrulaştırılmış” bir zemine helal-haram kategorileri tasfiye edilir, hukuka, ahlâka ve dine sığmayan ölçüsüzlükler meydana gelir.

Kulluğun yitimi, ölçüsüzlüğü meydana getirir. İsmet Özel’in dediği gibi “Kulluk bilincine ermek, başlı başına bir zenginliği elde tutar hale gelmek demektir. …Saman bulan inek mesuttur.” Böylesi önemli bir zenginliğin ehemmiyetinin farkında olmayan, her geçen gün müphemleşen insan başka zenginliklerin (samanların) peşinde koşarak hem vaktini kaybeder hem de başka zenginliklerin kendini mutlu edeceği zannıyla yaşar. Bu zenginliğe ulaşmak onu pragmatist yaparak Allah’a kul olmaktan çıkarır. Sadece kula kul olmaz, Allah’tan başka ne varsa her şeye kulluk yapar. Kelime kökü itibariyle (terbiye) aynı menşeiden gelen Rabbiyle terbiye olmayan insanı Rabbi dışında kulluk yaptığı her neyse o terbiye eder. Meta yani madde dünyasından terbiyelenmiş olan insan ise “dünyevi, maddeci, bencil, pragmatist, küstah, pervasız” bir varlık haline gelir. Böylesi bir yapıya sahip insan, içinde yaşadığı doğadan ve kendi doğasından kopararak hem tahrip hem de tahripkâr olmuştur. Bununla yetinmeyen insan; bitkileri, hayvanları ve insanı teknolojik müdahalelerle mükemmelleştirmek iddiasıyla dönüştürmek istemektedir. İnsanın hem doğa hem de canlılar üzerinde yaptığı ve yapacağı dönüşümler, geri dönüşü olmayan büyük yıkımlar getirebilir.

Semavî olandan kopuş ve semavî olana yönelik duyarsızlaşma, zamanla insanın metafizik düşünüş biçimini de iptal etmiştir. İnsan, olgusuz düşünemez ya da olgu düzeyine indirgemediği takdirde şeyleri algılayamaz bir varlık hâline gelmiştir. Metafizik düşünüşü iptal olan insan, yaratıcısına kul olmanın imkanlarından yoksun kalarak insan olma sürecinden beşer olma sürecine düşer. Olgusal olan beşere tekabül ederken metafiziksel olan ise insana tekabül eder. Beşerlik olgusal olanla insanlık ise metafiziksel olanla ilişkilidir. İnsan, semadan koparak metafiziksel olandan kopup olgusal olana düşmüştür. Olgusal olanda mana bulamayan insan, enformasyon teknolojisinin inşa ettiği sanal dünyada metafiziksel bir anlam arayışı içerisine girmiştir. Nitekim metaverse, olgusal olandan sıkılan insanın metafiziği sanallık düzlemine taşıma teşebbüsünün bir neticesidir.

Semavî olandan koparak ruhunu zihnî bir işlem mekanizması olarak gören insan, zekayı mekanik olarak gördüğü için mekanik olanda yaşamanın daha matah olduğunu düşünür. Ruhu, zihin derekesine indirgeyerek algılama biçimini dönüştüren fakat varlığını silemeyen hiper-modern insan, metafiziksiz yaşayamamış yeni bir metafizik dünya olan sanal dünyayı veya metaverse dünyasını inşa etme teşebbüsünde bulunmuştur. Mekanik dünyada yaratıcısından kopan insan, sanal dünyada ise yaratılmış olanlardan kopmaktadır. “Kulluk” konumunu yitiren insan, hakiki varlık düzleminden kopup sanal düzleme girerek insanlık düzleminden de çıkmıştır.

İnsanın kulluk sürecine tekrar girebilmesi için öncelikle semavî olanla ilişkisini yeniden kurmalı ve ruha dair algısını zihin veya zeka olmaktan çıkarıp tekrar Nefs’ine yani Ben’ine dönmesi gerekir. Ben’ine döndüğü takdirde yaratıcısına dönmesi de kolay olacaktır. Sadece mekanik bir düzende değil aynı zamanda metafizik anlamı olan bir dünyada yaşadığının farkında olmalıdır. Ancak  bu farkındalık sayesinde dünyevi olan kadar uhrevi olanın da bir gerçeklik olduğunun farkına/bilincine varabilir. Uhrevi olan ile dünyevi arasında denge kurulduğunda insanın hem kendine hem de yaratıcısına kavuşarak, hem kendini hem de doğayı tahrip etmekten kurtulabilir. Kendini ve doğayı imar etmesi, kulluk bilincinin artırılmasıyla bağlantılıdır.

Kulluk bilincini yitiren insan “bozguncu”, “yağmacı”, “zalim”, “adaletsiz” kul hakkı yiyen ahlâksız biri haline gelebilir.  Böylesi bir varlığın yaşadığı alem de huzursuz bir alemdir.

Huzur kul olmakta ve kulluk bilincinde yaşamakla bulunur. Bu bilinç; var olmanın ve insan olmanın ne anlama geldiğini farkına vardırarak YaratıcıTabiat ve İnsan’ın kendisiyle olan ilişkisini sıhhatli bir dengeye oturtur.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x