Menü
Ramazan Akkır
Ramazan Akkır
Suriyeli Sığınmacılar, Türkiye’nin İmtihanı mı?
Eylül 25, 2023
Yazarın Tüm Yazıları

Şöyle bir soru ile başlamak istiyorum: Siz ana dilinizi konuşurken etrafınızı kontrol etmek zorunda kaldınız mı hiç? Bu sorudan daha can yakıcı olan ise şudur: Karnınızda bebeğinizle tecavüze uğradınız mı, sonra başınız taşla ezilerek öldürüldünüz mü? Bu sorular, içinde bulunduğumuz küresel göç çağında yaşanan trajik olaylardan sadece birkaçı… Göçe sahne olan bu acınası dünyada her geçen gün bu ve benzeri yüzlerce trajik hadise yaşanıyor. Tecavüz, işkence, dışlanma, ötekileştirilme… Ölüm; acı, kan ve gözyaşı ile demlenmeye devam ediyor.

Aylan bebeği hatırlıyor musunuz; ailesiyle Suriye’deki savaştan kaçıp daha iyi bir yaşam umuduyla çıktıkları yolculukta teknenin batması sonucu cesedi kıyıya vuran kırmızı elbiseli o bebeği… Ya da karlı bir kış günü soyularak işkenceye maruz kalan, çırılçıplak denize itilen ve donarak can verenleri… Aslında göçmek eylemi, “Kendi ülkesinden ayrılarak yerleşmek için başka bir ülkeye gitmek” ve “Ekonomik, toplumsal, siyasî sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitmesi” gibi oldukça masum anlamlara geliyor. Göç, insanlık tarihi boyunca yaşanmış bir gerçeklik. Sosyal, ekonomik, siyasal gerekçelerle insan bir yerden başka bir yere göç eder. Zor bir süreçtir; gariptir, hüzünlüdür. Son dönemde göçün toplumlar için olumsuz taraflarını çokça konuşmaya; olumlu taraflarını, göçenlerin ev sahiplerine yaptığı katkıyı ise görmezden geliyoruz. Olumsuzlukları biriktirip kusarak, olumlu yanları hiçe sayarak göçteki masumiyeti biraz da biz öldürdük. Masumiyet terk edildi. Göç Aylan bebektir; donarak ölmektir, işkenceye maruz kalmaktır; dışlanmak ve ötekileştirilmektir.

Müslümanlığımız, Medeniyetimiz Bize Ne Söyler?

Türkiye, Mart 2011 yılından itibaren komşusu Suriye’de başlayan iç savaştan ve uygulamış olduğu açık kapı politikasından dolayı yoğun bir biçimde göç almaya başlamıştır. On bir yıldan beri dört milyondan fazla Suriyeli bu ülkede hayata tutunmaya çalışmaktadır. Türkiye açısından dört milyonu aşan Suriyeli nüfusu büyük bir sosyolojik problemdir. Entegrasyon, toplumsal uyum, sosyalleşme ve ötekileştirme gibi başlıklar bu problemin çözüm yollarından sadece bazılarıdır. Türkiye, göz ve sığınmacı meselesini ahlakî, insanî ve hukukî zeminde çözmeye çalışıyor. Ancak bu süreçte küresel ölçekte yaşanan ve Türkiye’yi de etkisi altına alan Covid-19 salgını, Ukrayna-Rusya savaşı ve tüm bu gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan ekonomik türbülans, çözümünü aradığımız Suriyeli sığınmacıların durumunu daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Dünyada ve Türkiye’de yükselen mülteci karşıtlığı da problemi daha da zorlaştırdı. Tüm bu olumsuz gelişmeler, siyasetin ve toplumun belli kesimlerinde akıl tutulmasına yol açtı. Öyle ki, hayat pahalılığının ve enflasyonun, ev kiraları ve gıda fiyatlarının, artan işsizliğin, yoksulluğun ve yoksunluğun nedeni olarak Suriyeli sığınmacılar gösterilir oldu. Ancak şu hatırlatmayı yapmak mecburiyetindeyiz; bizler insanî bir medeniyetin yani fıtrat medeniyetinin mensuplarıyız. Aynı kutsal inancın fertleriyiz. Muhacire Ensar olmak, zalimin karşısında ve mazlumun yanında durmak bu medeniyetin düsturlarındandır. İnancımız, kültürel değerlerimiz, geleneğimiz bütün politik değerlendirmelerin ve dünyevi çıkarların üzerindedir. Zalimlerin gadrine uğramış, zulmün tüm çeşidine maruz kalmış, mazlum sığınmacılara karşı ahlakî siyasetin güdülmesi inancımız ve medeniyetimizin gereğidir. Göçmenleri tehdit olarak değil, yardıma muhtaç insanlar olarak görmemiz ve onları misafir etmemiz kültürel ve dinî değerlerimizin bize emrettiği erdemli bir harekettir. Aynı coğrafyada yaşadığımız Suriyeli sığınmacılara düşmanca davranmak, onları düşmanlaştırmak, kötülüğün kaynağı olarak görmek insanlıktan sapmadır. Evet, büyük bir kararın arefesindeyiz… Dünyayı mı tercih edeceğiz yoksa medeniyetimizin bize yüklemiş olduğu irfanı mı sırtlanacağız? Tüm mesele bu.

Suriyeli Sığınmacıların Karşı Karşıya Kaldığı Temel Problemler

Ülkemiz, insanlığın son adasıdır. Bu ülkede yaşayan Suriyelilerin son dönemde karşı karşıya kalmış oldukları sorunlardan bazıları; ötekileştirilme ve dışlanma, durumlarının net olmaması, intibak ve dil eğitimindeki yetersizliktir.

Bu sorunların ilki, ötekileştirilme veya dışlanmadır. Ötekileştirme, ait olmadığımız kişi veya gruplara yönelik tutum, kanaat, inanç, anlam ve stereotipler gibi farklı bilişsel ögelere işaret etmektedir. Hedef kişi ve grupların toplumun gözünde ‘haksız’, ‘meşruiyet dışı’ veya ‘eksik’ hale gelmesi/getirilmesine vurgu yapan ötekileştirme süreci; kabul gören normatif sınırların dışında kalan grup veya kişilerin olumsuz kategorilerle işaretlenmesini ve şeytanlaştırılmasını ifade etmektedir. “Suriyeli hırsız”, “Suriyeli dilenci”, “Suriyeliler mahallesi” gibi etiketler olumsuz özelliklerin Suriyeli sığınmacılarla ilişkilendirilmesini kolaylaştırmakta ve Suriyelilerin “öteki” olarak işaretlenmesini meşrulaştırmaktadır. Ev kiralarının yükselmesinin, hayat pahalığının ve işsizliğin artmasının nedeninin Suriyeliler olarak görülmesi, bu ötekileştirme anlayışının dışavurumdur. Suriyeli bir akademisyene ait olan şu cümle ötekileştirmenin açık bir örneğidir; “İstanbul’da Suriyeli olduğumuzu anladıkları an insanlar farklı davranmaya başladı. Mesela ev kiralamak istiyoruz, Suriyeli olduğumuzu öğrenince kirayı artırıyorlardı. Emlakçılar telefonda konuşurken ‘tabii, gelin’ diyorlar. Sonra Suriyeli olduğumuzu öğrenince evi vermekten vazgeçiyorlardı. Oysa başlangıçta gayet iyiydi. Arkadaş canlısı tepkilerle karşılaşıyordum. Ama değişti. Eğer sokakta Arapça konuşuyorsam etrafıma bakmam gerekiyor. Öyle ki, kötü bir şey olduğunda hemen Suriyeliler suçlanıyor.” Kötü bir şey olduğu zaman nefret oklarının Suriyelilere dönmesi başlı başına bir sapma değil midir?

Suriyelilerin karşı karşıya kalmış olduğu bir diğer problem de durumlarının net olmamasıdır. Ülkemizde yaşayan Suriyeliler hangi statüye sahiptir; sığınmacı mı, mülteci mi, göçmen mi, misafir mi? Bu belirsizlik, Suriyeliler açısından sorun teşkil etmekte ve korkuya neden olmaktadır. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Türkiye’de kayıtlı Suriyeliler insanlar için “Geçici Korumamız Altındaki Suriyeliler” tanımını kullanmaktadır. Geçici koruma, “Ülkesinden zorla ayrılan ve geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırları geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma” olarak da tanımlanıyor. Ancak bu tanımlamalar, sorunu netleştirmiyor veya çözmüyor. Sorun, tıpkı bir kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Yanı sıra, son dönemde bazı siyasi parti liderlerinin ve temsilcilerinin sarf etmiş olduğu Suriyeli karşıtı sözleri veya ırkçılığa varan ifadeleri ciddi korkuya neden olmaktadır. Özellikle ekonomik olarak alt sınıfa mensup olan sığınmacılarda korku derinleşmektedir.

Bir diğer problem de yeterli düzeyde intibak ve dil eğitimi verilmemesidir. İntibak eğitimi, iç savaş dolayısıyla ülkemize gelen Suriyeli sığınmacıların neyi, nasıl yapacaklarını göstermeyi amaçlayan bir süreçtir. Dil eğitimi de sığınmacıların Türk toplumuna kabulünü, entegrasyonunu veya toplumsal uyumunu kolaylaştırmayı amaçlayan sürecin bir parçasıdır.  Dil, insanlar arasında duygu ve düşüncelerini anlatmaya yarayan, bireyin sosyal ve bilişsel gelişiminde etkili olan; aynı zamanda zihinsel gelişimin göstergesi ve anlaşmanın aracıdır. Sığınmacılar, gündelik ihtiyaçlarını karşılamak ve iki halk arasındaki toplumsal uyumu kolaylaştırmak için içinde bulundukları toplumun dilini, değer yargılarını ve normlarını öğrenmeleri gerektiğinin farkındadır. Ancak yeterli düzeyde ve planlı-programlı bir eğitimin veya intibak sürecinin olmaması, Suriyelilerin toplumsal uyumunu zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte yabancılar için hazırlanan Türkçe öğretimi programlarının öğrencilerin ana diline, yaşına, eğitim düzeyine ve kültürüne göre hazırlanmayışı da onların Türkçe öğrenememelerinin nedenleri arasındadır. Yeterli düzeyde dil eğitimi vermek, onların toplumsal uyumunu kolaylaştıracaktır, hiç şüphesiz. Bu konu ile yakından ilişkili bir uyarıyı da yapmak isterim; Türkiye Millî Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) Mart 2022 raporuna göre, eğitim çağında bulunan bir milyon 124 bin Suriyeli çocuğun ancak yüzde 65’i, yani 730 bini okula giderken, yüzde 35’i herhangi bir eğitim almamaktadır. Okula gidemeyen Suriyeli çocuk sayısı 393 bin 547’dir. Okula gitmeyen çocuk, hangi toplum içinde olursa olsun, o toplumun geleceği için bir tehdittir. Bundan dolayı Suriyeli sığınmacıların dil eğitimine ve intibak sürecine ağırlık verilmelidir.

Algı Geçici, İnsanlık ve İnsaf Kalıcıdır

Sonuç olarak Türkiye en uzun sınır komşusu olan Suriye’deki iç savaşta göçe maruz kaldı. 11 yılda milyonlarca insanı ağırladı. Suriyeli misafirler ekonomik nedenlerin suiistimal edilmesiyle birlikte hedef haline getirildi. Her olumsuzluğun sebebi olarak onlar gösterildi. Ancak bunun bir algı olduğu, konjonktür değiştiğinde son birkaç yıldır oluşturulan kötücül atmosfer ortadan kalktığında daha iyi anlaşılacaktır. Hem mirasçısı olduğumuz medeniyet değerleri hem inancımız yüklediği sorumluluk hem de ülkemizin insanlığın son adası rolü gereği bu çaresiz insanları en iyi şekilde ağırlamanın imkanları oluşturulmalıdır. Bunun için de ötekileştirme ve düşmanlaştırma gibi bize asla yakışmayacak ırkçı yaklaşımları ortadan kaldıracak ve milletimizi de içine alacak şekilde bütünlüklü çalışmaların yapılması elzemdir. Ayrıca Suriyeli sığınmacıların başta dil öğretimi olmak üzere eğitimlerini ve intibaklarını sağlayacak projeler de hayata geçirilmelidir. Unutulmamalıdır ki algı ve konjonktür geçici, insanlık ise kalıcıdır. İnsanlığımızı da insafımızı da elden bırakmayalım.

0 0 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x