Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan-ı Basrî Beyza Durna “Sonsuz olan Cennet, dünyada yapılan birkaç günlük amelin değil, hâlis bir niyetle yapılanların karşılığıdır.” Bu sözlerin sahibi ve âmili Hasan-ı Basrî, Ömer’in (ra) halifeliği zamanında, hicretin 21. yılında Medine’de dünyaya gelmiştir. Rivayet olunduğuna göre Ümmü Seleme annemiz onu emzirmiş ve Ömer (ra) başta olmak üzere birçok sahabenin hayır dualarını almıştır. Ömer (ra) onun için şöyle dua etmiştir: “Ya Rabbi, onu dinde fakih kıl ve insanlara sevdir.” Hasan-ı Basrî, hayatının ilk yıllarında, Medine’de Resûlullah’ın ehlinin yakınlarında yer almış, Ümmü Seleme annemize hizmet etmiş ve böylece ehl-i beytin ve sahabe büyüklerinin elinin altında yetişme imkânı bulmuştur. Yetmişi Bedir ashabından olan yüz yirmiye yakın sahabe ile görüşmüştür. Hasan-ı Basrî sahabeden en çok Enes b. Malik’ten etkilenmiştir. Aslen Basra’lı olan Hasan-ı Basrî’nin babasının, Irak’ın fethi sırasında Basra yakınlarındaki Meysân kasabasından Medine’ye getirilen esirlerden olduğu söylenir. Müslüman olduktan sonra Yesâr adını alan babası, oğlunun şöhretinden ötürü “Ebu’l Hasan” olarak tanınmıştır. Hasan-ı Basrî’nin tam adı ise “Ebû Saîd el-Hasen b. Yesâr el- Basrî”dir. Hasan-ı Basrî, Medine’de bulunduğu sürece Arapça’yı güzelce öğrenmiş ve on iki, on üç yaşlarındayken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiştir. Onun Medine mescitlerinde Osman (r.a)’ın hutbelerini dinlediği rivayet edilir. On beş yaşında iken Basra’ya giden Hasan-ı Basrî, orada da Ashâb-ı kiramdan mübarek isimlerle görüşmüş, onlardan dersler almıştır. İbn Abbâs, Enes b. Mâlik, Semura İbni Cündeb gibi sahabîlerin sohbetlerine devam eden Hasan-ı Basrî sadece ilim yolunda bulunmakla yetinmemiş, fetih ordularına da katılmıştır. Abdurrahmân İbni Semura komutasındaki Sicistan’a giden orduya iştirak etmiş, İbni Ziyad Horasan’a vâli olunca onunla birlikte Horasan’a gitmiştir. On sene kadar, süren faaliyetleri sırasında da birçok sahâbî ile görüşmüştür. Tekrar Basra’ya döndüğünde derslerine devam etmiş böylece rivâyetlerine çok başvurulan âlimlerden olmuştur. Hasan-ı Basrî, ashaptan aldığı ilimler, dualar, Ümmü Seleme annemizin sütünün bereketi ve Allah’ın izniyle kendinde bulunan meziyetler sebebiyle ilimde çok yüksek bir mertebeye ulaşmıştır. İlminin yanı sıra ahlâkı, dildeki fesâhati ve belâğati, güçlü ve etkili hitabeti, güzel ve akıcı üslûbu ile şöhreti her yere yayılmıştır. Onun hocaları ashaptan meşhur kimseler olduğu gibi, talebeleri de Tabiîn’den tanınmış kimseler olmuştur. Hadîs naklinde “hüccet” derecesine gelen Yunus bin Ubeyd, İbni Ebû Temime, Hişam İbni Hassan ve Katâde onun öğrencilerindendir. Hasan-ı Basrî, Basra’ya geldiğinde Arap olmayan bir kadınla evlenmiş ve ondan bir kızı ve iki oğlu olmuştur. Basra Valisi Süleyman b. Harb’in verdiği kadılık görevini bir süre ücret almadan yaptıktan sonra istifa etmiş ve zamanını evi ile mescit arasında geçirmiştir. O, dünya malına rağbet etmemiş, elinde bulunan şeyleri daima infak etmiştir. Kendisi alimliği ile beraber zâhidliği ile de tanınmış, onun hâkimâne sözleri özellikle zâhidler, sûfîler ve vâizleri etkilemiştir. “Dünyada zühd, kalbi ve bedeni rahatlatır.” ve “Dünyada fakih olan zahid kimse, ahireti isteyen kimsedir.” gibi sözleri, onun yıllar sonrasına ulaşan nasihatleri gibidir. O, Basra zühd okulunun temsilcisi ve önderi sayılmıştır. İbadetlerinde özenli ve devamlı olmuştur. Gece namazını, orucu, infakı devamlı tavsiye etmiştir. Ayrıca Müslüman kardeşlerine çok değer vermiş, “Benim öyle kardeşlerim var ki onları annem doğurmamıştır.” diyerek, İslam bağının, kan bağından öte oluşunu bize göstermiştir. Müslümanların birbirlerine karşı güzel muamelerinin de kulluğun bir parçası olduğunu birçok sözüyle ortaya koymuştur. “Bir Müslim kardeşimizin ihtiyacı olan şeyi yerine getirmek, bana bir ay i’tikafa girmekten daha hayırlıdır.” diyerek kendinin bu konudaki hassasiyetini ispatlamıştır. Hasan-ı Basrî, devlete isyan edenlerden olmamış, fakat yanlış gördüğü şeyi, devlet ricalinde bile olsa açıkça eleştirmiştir. Ömer bin Abdülazîz (r.a) halife olduğunda Hasan-ı Basrî’ye mektup yazıp, âdil devlet reîsinin nasıl olması gerektiğini kendisine yazmasını istemiş, bunun üzerine Hasan-ı Basrî ona bir mektup yazmıştı. Mektubunda şöyle diyordu: “Ey Mü’minlerin emîri! Bilmiş ol ki, Allahü teâlâ âdil devlet reîsini, zulme, haksızlıklara mâni olucu, zayıflara yardımcı, darda kalanlara destek olarak yaratmıştır. Âdil devlet reîsi, kendi malını nasıl korur ve evlâdına nasıl şefkatli davranırsa, teb’asına da öyle davranır. O bedendeki kalb gibidir. Uzuvlar onun iyi olmasıyla iyi olur. Bozulmasıyla da bozulur. …Ey mü’minlerin emîri! Ölümü, ölüm ânında yakınlarının sana yapacakları yardımın azlığını ve ölümden sonrasını düşün. Ölüme ve ondan sonrasına hazırlık yap. İyi bil ki, şimdi bulunduğun makamdan başka, senin başka bir makamın daha vardır. Orada uzun müddet kalacaksın. Dostların seni orada yalnız bırakacak tek başına (kabir) içinde kalacaksın. Kişinin kardeşinden, anasından, babasından, hanımından ve çocuklarından kaçacağı günde, sana yardımcı ve dost olacak şeyi hazırla. Kabirdekilerin diriltileceği, gizli olan şeylerin ortaya çıkarılacağı zamanı hatırla. Artık o zaman bütün sırlar açılmış olacaktır. Büyük küçük ne varsa hepsi amel defterine yazılmıştır. …Ey mü’minlerin emîri! Sana şefkat edip, elimden gelen nasîhati yaptım. Sana yazdığım bu mektûbumu dostunu tedâvi eden tabibin ilâcı gibi kabûl et. O, dostunu şifâya kavuşturmak için acı ilâç içirir. Allahın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey mü’minlerin emîri.” Hasan-ı Basrî mübarek topraklarda başlayan seksen sekiz yıllık ömrünü çok bereketli geçirmiş hem kendi zamanında yaşayan insanlara hem de asırlar sonrasına güzel bir örneklik bırakmıştır. Onun ölümü de yaşamı gibidir. Vefatından önce “Size haram edilen şeylerden, insanların en çok sakınanı olunuz. Emredildiğiniz şeyleri de en iyi şekilde amel etmeye çalışınız. Yapacağınız işler zararlı ve faydalı olmak üzere iki kısma ayrılır. Siz faydalı olanına yönelerek bu husûsta kendinizi iyi kontrol ediniz.” şeklinde nasihat etmiş, ölüm anında devamlı olarak “Biz Allah’ın kuluyuz ve (öldükten sonra) yine ona döneceğiz, derler.” mealindeki âyet-i kerîmeyi okumuştur. Vefatından hemen önce, bir müddet kendinden geçip tekrar ayılmış ve “Beni Cennetlerden, pınarlardan ve güzel konaklardan uyandırdınız” buyurmuş, bundan sonra da vefat etmiştir. Onun bizi sarsıp kendimize getirmesi gereken nasihatlerinden biri şudur: “Yetmiş Bedir gazisine yetiştim… Siz onları görseydiniz deli sanırdınız; onlar da sizin iyilerinizi görselerdi artık ahlâkın kalmadığına hükmeder, kötülerinizi görselerdi bunların hesap gününe bile inanmadıklarını söylerler.