Amasya küçük şirin bir şehir ama her yanından tarih kokan nadir Anadolu şehirlerinden bir tanesi. Helenistik dönemi, Roma dönemini Danişmentlileri, Selçukluları, İlhanlıları ve Osmanlıları gören şehrin, Osmanlı açısından şehzade eğitim merkezi olarak özel bir öneme sahip olması bizi yanıltmıyor.
Şehri gezerken Kral Kaya Mezarları bambaşka bir tarih yolculuğu yaptırırken Ferhat ve Şirin destanına hamledilen suyolu sizi bir masalın içine doğru çekiyor. Eski medreseler dergâhlar Bimarhane darüşşifa ve tarihi camiler ziyaretçilerine enfes bir tarih molası imkânı sunuyor.
Şehzade konaklarından çıkan muhteşem Osmanlı ihtişamına şehrin küçük şirin kucaklayıcı samimi manzarası da eklenince turistik anlamda Anadolu’nun en güzel uğrak yerlerinden bir tanesi oluyor Amasya.
Kitaplarda okuduğum ve duyduğum kadarıyla bir bilgiye sahiptim Bimarhane ile ilgili. Bimarhane müzikle tedavi merkezi diye biliyordum. Bilgim bu kadardı. Ama bir gün bir Amasya gezisi esansında bu şehirde Bimarhane olduğunu duyunca merak ve heyecan akışım değişiverdi. Sadece müzik eğitimi verilen bir yer değil hasta psikolojisi konusunda ecdadın ne denli muhteşem bir tarihe not düşüldüğünü öğrenmiş oldum. Hayatımda ziyaret ettiğim en enteresan mekânlardan birisi olarak kayıtlarıma geçti.
İlhanlı eseri bir yapı. İlhanlılar malum Moğolların Müslüman olup Anadolu’ya yerleşenleri tarafından kurulmuş bir devlet. 1308 tarihli bu yapıdan Evliya Çelebi, Miskinler Tekkesi diye bahseder. Çünkü Evliya Çelebi zamanında burası akıl hastalarına tahsis edilmişti. Aslında bir tıp merkezi olarak yapılmış talebeleri sonraki dönemlerde tıp tahsili görmüşlerdir.
Yapının şimdiki adı Sabuncuoğlu Şerafeddin Tıp Tarihi ve Cerrahi Müzesi olarak geçmektedir. Ve aslına uygun şekilde restorasyonu yapılarak müzeye çevrilmiştir. Bimarhane kısmını da içine alarak bir külliyeyi andırmaktadır.
Özellikle, kulak-burun-boğaz ameliyatları ve diş tedavilerinin yanı sıra müzikle tedavi uygulamaları da yapılmış. Ruh ve sinir hastalıklarının tedavisinde müziğin teskin ve tedavi edici etkisi bilindiği için, ten rengine uygun makamlar belirlenerek tedavi uygulanmış. Yapı tarihleme itibariyle Anadolu’daki ilk ruh ve sinir hastalıkları hastanesi mesabesindedir. Aynı zamanda ilk orkestra niteliğindeki müzik topluluğu da burada kurulmuştur. Musikiyle akıl hastaları tedavi edilmeye çalışılmıştır. Müzik ruhun gıdasıdır anlayışının mücessem yansımadı bir şaheser olarak ziyaretçilerini beklemektedir.
Osmanlı zamanında ise Darüşşifa özelliği kazanınca da normal birçok hastalığa çare ve derman üretilmeye çalışan bir cerrahhane mesabesine yükselmiştir. Medrese kısmında tıp talebeleri barındırılarak hastane eğitimleri burada verilmiştir. Yapı Osmanlı zamanında şimdiki şehir hastaneleri formatının 1300’lü yıllardaki karşılığı ifadesinin kullanırsak sanırım abartmış olmayız.
Sabuncuoğlu Şerafeddin, Fatih Sultan Mehmet döneminin Amasya’daki başhekimidir. Sabuncuoğlu Şerafeddin şifalı bitkilerden elde ettiği ilaçları önce hayvanlarda, daha sonra da kendi üzerinde denemiş. Yılan zehrine karşı geliştirdiği panzehiri, test etmek üzere kendini zehirli bir yılana bile ısırtmış.
Yapı Amasya’da şehzadelerin varlığı ve şehzade eğitim merkezi olan bir şehir olması hasebiyle önem arz etmektedir. Bakımları en üst düzeyde sağlanan şehzade ve tebaası için özel bir darüşşifanın olması bu anlamda bir tesadüf değil özel bir tasarrufun mahsulüdür.
İlhanlılar zamanında yapının ortasındaki şadırvan usulü bir avlu olduğu için şadırvan etrafında toplanan akıl hastaları su sesi ile tedavi edilmiştir. Daha sonra Osmanlı zamanında hastalar makamsal müzik ile tedavi edilmeye başlanmıştır. Burada musiki aletlerini çalanlarla söyleyenler birlikte haftanın üç günü hastalara fasıllar vermişlerdir. Fiziki hastalıkların tedavisinde morali yüksek tutmanın ya da ruhu felaha kavuşturmanın öneminin yüzyıllar öncesinden kavrayan ecdadın Bursa, Amasya, Kayseri’de ve birçok şehirde kurulan tıp merkezleri bünyesinde yer alan bimarhanelerde kuş sesleri ve su sesleri ile tedavi yöntemleri uygulanmıştır
Sabuncuoğlu Darüşşifasında hastaların tedavisi için birçok yöntem kullanılmış ayrıca cerrahi, kırık-çıkık hastalarının çoğuna dağlama tedavisi uygulanmıştır. Dağlama tedavisi, tedavi edilecek bölgenin yakarak iyileştirilmesidir. Bu ağrılı işlemlere tahammül edemeyenler için özel hazırlanan merhemlerle yaranın üzeri kapatılarak tedavi uygulamıştır. Ve medresede kalan talebelere de tüm bu tedavi usulleri uygulamaları olarak şimdiki tıp fakültesi formatında öğretilmiştir.
Zaman içerisinde sadece akıl hastaları için değil diğer hastalar için de müzikle tedavinin kullanıldığını görüyoruz. Kemane, rebab, mızraplı tanbur, santur, kanun, ney ve ritim aletleri çokça kullanılmıştır.
Müzikle tedavide kesinlikle şarkılar, ilahiler, kasideler, naatlar gibi sözlü müzik kullanılmamıştır. Mutlaka enstrümantal müzik kullanılmasına özen gösterilmiştir. Musiki ile tedavide Osmanlı döneminde makamlar da kullanılmaya başlanmış, baş ağrısı için buselik makamı, ateşli hastalıklarda Irak, tehlikeli ağrı ve sancıda Hicaz, uykusuzluk, ayak ağrısı ve gut hastalığı için Uşşak makamı kalp ve ciğerde oluşan iltihaplar ile mide rahatsızlıklarına Hüseyni makamının kullanıldığını kayıtlarda görüyoruz.
Musiki ile müzik arasındaki farkın tartışmasını bu yazının haricinde tutuyorum. Ama şurası bir gerçek ki Sünnetullah dairesi içinde seslerle insan ruhu arasındaki senkronizasyonu çok iyi yakalayan ecdat, insan ve tabiat arasındaki bağı keşfederek bimarhaneler kurmuştur.
Müzik ruhun gıdasıdır tabirinin ev sahibi bimarhaneler ve dönemimin en gözde şehir hastaneleri darüşşifalar müzik ve tıp geleneğimizin altyapısını en güzel şekilde oluşturmuşlardır.