Sayısız canlıya mekân olan kâinatta büyütülmesi en çetin varlık insan yavrusudur. Soğuktan, sıcaktan korunması, beslenme ve temizliği, özenli bakımı gerektirir. Yetişkin olduktan sonra da insan bünyesi çeşitli nedenlerden dolayı hastalığa açıktır.
İslâmî yaklaşım açısından hastalık günümüz anlayışı ile insan tanımı üzerinden başlayan farklılıklar arz eder. Kur’ân kimi peygamberlerin hastalıkları üzerinden anlattığı kıssalarda ele alır. Hastalığın bir mü’min için sabrı gerektiren bir imtihan vesilesi olması yanında, şifa aranması da beraberinde zikredilir. Şâfî olan Allah (cc) şifaya vesile olacak nimetleri tabiata dağınık olarak var ederek insanın arayışına, tecrübe edinmesine açık hale getirmiştir. Hastalık insanın rahatsızlığı çeşidine göre değişik duyguların yaşanmasına imkân hazırlar. Genel ifade ilen “sağlığın kıymetini” ortaya çıkarır. Yine şifa arayışı da insanın yapısını, ilacın oluşumundaki hikmeti anlama ve idrak etme açısından önemlidir. İnsanı insafa taşıma, derdi ve dermanı tanıma, Allah’ın yüceliğini idrakte çıkılacak tefekkür yolculuğunda kişiye has imkân olarak tebarüz eder.
İnanç ikliminde hasta “nazlı” bir konumdadır. Akraba, komşu ve dostların ziyaret görevinin ecirle karşılık bulması, bunun ilk akla gelen örnekleri sayılabilir. Günahların erildiği, sabır erdeminin kazanıldığı hastalık durumunda, her hastanın “nevi şahsına münhasır” olduğu gerçeğinden hareketle, “derdi verenin dermanı da verdiği” bilinci büyük önem arz eder. Bir başka ifade ile; şifaya vesile olan ile şifanın sahibini karıştırmamak elzemdir.
Tarihin her döneminin kendine has ilave hastalık türleri olduğu gibi, farklı tedavi usulleri de mevcuttur. Hastalığı ilgilendiren konularda insanın yeme-içme ve çalışma durumu da dikkate değerdir. Toprağa bağlı devirlerde tabiatla haşır neşir olanın çalışma ve beslenme ilişkisi doğal bir seyirde kendini gösterirdi. Kılıç, ok, kargı ile yapılan savaşların tedavileri de ona uygun bir tarz oluşturmaktaydı. Çeşitli kültürlerin karşılaşması, tedavi ve ilaç konusunda tecrübe aktarımı açısından zengin iletişim imkânı vermekteydi. Ruh ve beden sağlığının, teknolojinin devreye girmediği devirlerde daha az sorunlu olduğunu, kâinatın henüz kirletilmemiş ve değişime zorlanmadığı bilgisinden yola çıkarak anlamak mümkün. Tıp tarihi de tedavi ve ilaç zenginliği açısından bunu önümüze koymaktadır. Tedavi ve ilacın tekelleşmediği, her türlü farklılığı dikkate alan sivil mecrada sağlığın ele alınması açısından geleneksel yaklaşım insanı merkeze almaktaydı.
Endüstriyel süreçle birlikte devlet yapılarından başlayan hayatı tüm kurucu unsurlarında değişim başladı. Ortaya çıkan her “yeni”nin tahlile tabi tutulmadan önemli görülmesi ile sağlık alanında da pek çok değişim insan tasavvuru üzerinden değişikliğe uğradı. Kentlerin ortaya çıkması, motorun teknoloji hayatın öncüsü olarak yeni çalışma alanları oluşturması, beslenme ve sağlık üzerinde yeni etkilere neden oldu. Tüm vücuduyla çalışan insan artık tekdüze tek hareket üzerinden mesai yapınca meslek hastalıkları, beslenme tutumları önemli problem olmaya başladı. Düşünsel hayat irileşen kentlerde makineden ilhamla farklı bir insan tanımına evrildi.
Mekanik evren anlayışı doğrultusunda insanla madde arasındaki fark kalktı ve her şey bir başka şeye indirgenir hale geldi. Evrende kapladığı yere nispetle fark sadece atomların dizilişi ile sınırlı bir alana itildi. Nitelikten niceliğe taşınan modern yaklaşım için artık insan dizayn edilmesi gereken bir varlık olarak algılandı. Bu aynı zamanda sağlıklı insanın da müdahale ile belirlenen kalıba sığdırılması anlamına geliyordu. Obeziyeti oluşturan modern koşullarda diyet, spor ve estetik üzerinden üç yeni sektör sağlığa eklemlenmiş oldu. Hangi mesleğin ne kadar kalori alacağı ve ortaya konan “ideal” insan/manken bedenine kavuşması için hangi estetik müdahalelere uğrayacağı bir “bilim dalı” olarak ortaya çıktı. İnsanın erdemlerine göre kıymet bulduğu geleneksel algı, yerini moda ikonlarının bedenine taşınma ile önem bulan bir yaklaşıma evrildi. Ne yazık ki ruh ve beden hastalıkları eskiyle kıyas kabul etmez oranda artış gösterir oldu. Doğuya ait sağlık yaklaşımı bu süreçte çeşitliliği korurken, sivil karakterine alan tanırken, Batıda ortaya çıkan bağnazlık tekelleşme karakterini “derman” özelliğinden acımasız sektör özelliğine taşıdı. İlaç anlayışı hastanın “nevi şahsına münhasır” yapısını dikkate almadan bir makine tamiri anlayışı ile ele aldı. Bu durumda faydası kadar zararı olan ilaçların varlığı kimi hekimler tarafından tespit edildi.
İnsanlık tarihiyle yaşıt olan tıbbın günümüze uzanan öyküsünün aynı niyet içinde sadece sağlıkla ilgili kaldığını söyleyemeyiz. Günümüz dünyasında tıbbın insanı ve toplumu dizayn etmede geniş alanlara hitap ettiğine şahit oluyoruz. Dijital dönemin elektronik imkânlarıyla buluşan tıbbın önemli kazanımları da oldu. Ameliyatlarda kısalan süreler, cihazlardaki gelişme ve tahlillerin az sürede daha az hata ile devreye girmesi, önemli gelişme olarak görülebilir. Batı merkezli tıp anlayışı Asya’ya ait farklı kimi yöntemlere karşı olma sürecini uzun zaman sürdürdü. Buna rağmen kabul gören akupunktur, kupa tedavisi, biyoenerji vb. yöntemleri biçimsel değişiklikler sonucunda bünyesine aldı.
Dijital dönemin dünyasıyla bir süreç dahilinde farklılık ve karşılıklı etkileşim içine giren sağlık sektörü, artık kadim zamanlardaki sınırlarını hayli genişletip aşmış durumda. İnsanın her aşamasına müdahil bir konum elde eden tıp, “bilimsellik” zırhı ile kendi oluşturduğu ahlâkî temelleri de aşarak embriyodan ölüme uzanan süreçte farklı etkileme yöntemleriyle varlık alanını sürekli genişletmeye devam ediyor. Doğum kontrolü ile başlayıp tüp bebek uygulamalarının verdiği cesaretle tıp ahlâkını zafiyete uğratan taşıyıcı annelik pratikleri devreye girdi. Sorun burada da kalmadı, “tasarım bebek” tanımıyla doğacak bebeklerin cinsiyetini, özelliklerini belirleme olumlu gelişme olarak lanse edildi. Akabinde “tasarım bebek”lerin hastalıklara karşı dayanıklı ve fizikî gücü daha yüksek olsun diye “ebeveyn sayısının artırılması” bilimsellik şemsiyesi altında ele alındı. İngiltere’de ilk denemeleri 2017 yılında başlatıldı. Anne ve babanın araçsallaştırıldığı, laboratuvarların merkeze yerleştiği bu yaklaşımın fıtrata uygun olduğunu söylemek mümkün değil. Genetik müdahale ve klonlama yöntemlerini de göz önüne aldığımızda doğacak bebeğe/insana doğrudan müdahale görüyoruz. Cinsiyetin verili değil, seçilen olgu olarak görülmesi, yetmişli yılların başında tıbbî sebepler yerine sosyal baskılarla kabul edilmiş ve hastalık kategorisinden çıkarılmıştır.
Güzellik algısının modaya endeksli yapısıyla girdiği ilişki neticesinde, insanların sağlıklı fiziklerini ameliyata yatırmaları çağın çarpık bir anlayışıdır. Güzelliğin/Görünümün sağlığa tercih edilmesinin kendisi hastalıklı bir durumdur. İnsan kendini aşmak istiyor. Aslında insan erdemler üzerinden kendini aşma yolculuğuna girse bu mümkün. Ahlâkî değerler üzerinden kendini aşamadığı için, güç merkezli maharetler elde ederek kendini aşma serüvenine açılıyor. Genetik müdahaleler, klonlama, yapay zekâ ile insan kendi ruhi ve bedensel yapısına savaş açıyor; daha fazla güç ve daha fazla zevk alma adına. Günümüzde küresel yaklaşımın belirlediği anlayışta ölümün ertelenmesinin ve hatta yok edilmesinin mümkün hale gelebileceğinin sinyalleri veriliyor. “Trans-human” yapay olarak desteklenmiş “yeni insanı” tanımlayan ve beklentilerin oluşturduğu ölümsüzlük duygusunun desteğiyle fıtratı her türlü müdahaleye açık hale getiriyor. Şüphesiz cenneti dünyada arayan algı için kabul edilmeye yatkın bu durum, inanan insanlar için insanın insanlıktan çıkma, Yaratıcı’ya “baş kaldırma” anlamına geliyor.
İnsanın makine yerine konmasıyla başlayan sürecin bu yozlaşmayı “başaracağı!” kaçınılmazdı. Diğer yandan ötenaziyi serbest kılan ve teşvik eden aynı anlayışın çelişkisine ne demeli? Hastalığı iyileşmeyeceği “belli” olan ve özellikle kronik hasta ve yaşlıların kendilerini “öldürme isteğine” artık kimi Batılı devletler izin veriyor. Bunu masum görme eğiliminde olanların dikkat etmesi gereken önemli hususlar var. Öncelikle ağrıyı dindirmesi ve ilacı üretmesi gereken tıbbın misyonunu yaşatma vesilesi üzerinden kaldırıp öldürmeye yönelmesi tam bir amaç kaymasıdır. Diğer taraftan organ naklinin önemli bir oranın “illegal” boyutta yürüdüğü bir dünyada tıbbın ve hekimin ahlâkıyla sarsıcı bir ilişkiye girmesi ve aynı hekimin farklı bir uygulamaya bu örnekliğin rahatlığını taşıması olanak dahilinde değil midir?
Ötenazi açıkça, hekim adı altında bazı insanların, umutsuzluğa inandırılan hastaları dünyadan “yolcu” etmenin adıdır. Bu hal cinayete denk bir olaydır. Bir yandan insanı ölümden kurtarmaya çalışırken, diğer yandan ötenazi ile hasta ve yaşlıları dünyadan göndermenin anlamı; tıbbın ahlâktan koptuğunu ve küresel güçlerle ilişkili olduğunu gösterir. Araçsal aklın her gayeyi bir sonraki aşamada araca dönüştürdüğü düşünüldüğünde, ekonomiye yük olanların kefenlerini hazırlamaları gerektiği anlaşılır. Dünyanın en fazla altı yüz milyon insana yeteceğini ifade edenleri bu açıdan izlemek elzemdir. Tıbbın kirlenen ve bulanıklaşan niyeti bu güçlerin kullanımına hazır olması anlamına geliyor. Salgın hastalıkları da Dünya Sağlık Örgütü’nü de bu gözle izlemek zorundayız.
Yaratılıştan ölüme kadar insana müdahil olmayı kendine ödev bilen anlayış haddini aşmıştır. Kendini tanrı yerine koyarak insan olmanın özünü kaybetmiştir. İnsandan tapınan bu varlık trans-humandır. Batı’nın muhayyilesinde saklı duran süpermenin imalatı deneniyor. Gücü elinde bulunduran ve dünyayı her yönüyle tanzim edeceğine inanılan bu insan türünün kıyaslanacağı varlık insan olamaz. Tedavi ödevi ile yola çıkan tıbbın gelinen aşamada insan sağlığından öte fıtratı tehdit eden boyuta ulaşması, güçlü azınlığa umut, insanlığa korku üretiyor. Çünkü tıbbın niyeti kirli ve hedefleri “insan ötesine” taşmayı öngörüyor.