Hristiyanlığın şekillendirdiği Batı’da tarih algısı, belirli bir gaye yönünde çizgisel (lineer) ilerleyen bir yapıya sahiptir. Buna göre insanlık sürekli olarak daha iyiye doğru ilerlemektedir. Evrimle de irtibatlı olan bu anlayışa göre gelecek her zaman için geçmişten daha makbul ve muteberdir. Batının söz konusu ilerlemeci tarih anlayışı bugün hayatın hemen her alanına sirayet etmekte ve Batı-dışı toplumlara da dikte edilmektedir.
Müslümanların tarih algısı ise döngüsel (helezonik) bir anlayışa sahiptir. Kur’ân-ı Kerîm dünyanın, güneşin ve ayın döngüsel tekrarlarına atıflar yapmaktadır. Zaferler ve yenilgiler ise milletler arasında dönüp dolaşmaktadır. Müslüman tarih tasavvuru, iyi ve kötünün ölçütü olarak bilimsel/teknolojik ilerlemeyi değil; tevhit-şirk mücadelesinde ibrenin hangi taraftan yana olduğunu esas almaktadır. İnsanlığın şirk çukuruna düştüğü zaman dilimi, tevhidin hâkim olduğu dönemden zamansal olarak ilerde olsa da daha iyi ve makbul olarak kabul edilmez. Böyle olduğu içindir ki Müslümanların Asr-ı Saâdet olarak tanımladıkları dönem bundan yaklaşık 1400 sene öncesine aittir. Tevhidin içselleştirildiği söz konusu zaman dilimi, Müslüman tarih tasavvuruna göre insanlığın en iyi/ideal zamanlarını ifade etmektedir.
Mesele bu açıdan ele alındığında insanlık tarihinin esasında bir peygamberler tarihi olarak okunması mümkündür. İnsanların şirke bulaştığı ve tevhitten uzaklaştıkları her dönemde Cenâb-ı Hak onları düştükleri çukurdan çekip yükseltecek peygamberler göndermiştir. Zikzaklarla ilerleyen bu yapıda şirkin hâkim olduğu dönemler bütün maddi ilerlemelere rağmen zikzakın tabanını meydana getirirken; tevhidin hâkim olduğu dönemler ise tepe noktasını meydana getirmektedir. Her bir peygamber, halkını bulunduğu çukurdan alarak tepe noktasına ulaştırmaya çalışmaktadır. Ve insanlık tarihi bu maceranın tarihidir.
Mekke şehri, tevhit-şirk ekseninde okunan tarih anlayışının merkezinde yer almaktadır. Zira bu şehir hem tevhidin hem de şirkin en saf haline defalarca şahit olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’in yeryüzüne indirilmesinden başlanarak günümüze gelen süreçte Mekke’deki Kâbe, bu mücadelenin sembolü haline gelmiştir. Kur’ân’ın bildirdiği üzere âlemlere hidayet ve bereket kaynağı olarak insanlar için yapılmış ilk ev Mekke’deki (Bekke) Kâbe’dir. Dolayısıyla Hz. Âdem zamanında başlayan bu süreçte Mekke merkez olmak üzere insanlar tevhidi içselleştirmiş ve bir olan Allah’a kulluk etmişlerdir. Asırlar sonra Hz. İbrâhim’in, oğlu İsmâil ile Kâbe’yi yeniden inşa etmesi neticesinde Mekke bir kez daha tevhidin merkezi haline gelmiştir. Ne var ki aradan geçen asırlarda insanlar yoldan çıkmış ve şirk bataklığına saplanmışlardır. Tevhidin sembolü olan şehir artık şirkin en önemli şahidi haline gelmiştir. Kâbe’ye yerleştirilen 360 kadar putun varlığı bu sürecin en önemli sonuçları olarak kendilerine yer edinmişlerdir.
Hz. İbrahim’den yaklaşık 2300 sene sonra Cenâb-ı Hak, âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’i (sas), âlemlere hidayet kaynağı olsun diye inşa edilen Kâbe’nin bulunduğu Mekke’de peygamber olarak görevlendirmiştir. Hz. Muhammed, insanları içinde bulundukları şirk bataklığından alarak urûc ettirmiş ve Mekke’yi tekrardan tevhidin merkezi haline getirmiştir. Dârü’l-Erkâm’da yetişen ilk müminler, kendilerinden sonra gelenleri de İslâm ile mayalayarak insanlığa şahit (model) olacak nesiller haline gelmiş ve böylece insanlığın yeni çağı başlamıştır.
Mekke’nin şirkten temizlenmesi elbette sancılı bir sürecin sonunda ancak mümkün olabilmiştir. Hz. Peygamber’in çağrısının ilk muhatapları olan Kureyş kabilesi çeşitli sebeplerle İslâm’a karşı amansız bir mücadele içerisine girmiştir. Özellikle kabile liderlerinin başını çektiği söz konusu muhalefet tavrının çeşitli sebepleri vardır. Hz. Peygamber ve ona inanan müminler Mekke dönemi boyunca yaklaşık on üç sene Kureyşlilerin çeşitli tehdit ve işkencelerine maruz kalmışlardır. Bugün hac ve umre maksadıyla ziyaret edilen Mekke’deki kutsal mekanların hemen hepsi Hz. Peygamber’e yapılan eziyet ve işkencelerin şahitleridir. Mescid-i Harâm’da Hz. Peygamber’in üzerine deve işkembesi bırakılmış; Safa tepesinde tebliğ uğruna hakarete uğramış; Mina’da hacca gelen kişilere İslâm’ı anlatırken yalancılıkla itham edilmiştir. Mekke’deki zulüm ve işkencenin had safhaya ulaştığı esnada bir umut olarak Mekke’ye yaklaşık 90 km. mesafedeki Taif’e yapılan seferde ise Hz. Peygamber “Allah senden başka peygamber olarak gönderecek birisini bulamadı mı?” alayına maruz kalmıştır.
Şirkin bütün kılcal damarlarına kadar nüfuz ettiği Mekke artık Hz. Peygamber’e ve müminlere dar gelmiş bu sebeple Medine’ye hicret edilmiştir. Ne var ki Hz. Peygamber, bütün bir dünyaya yayılacak İslâm davasının ancak Mekke’nin tevhit yurdu haline getirilmesi ile mümkün olacağını bilmekteydi. Tarih boyunca tevhit-şirk mücadelesinin merkezinde yer alan bu şehir muhakkak İslâmlaşmalıydı. Nitekim Hz. Peygamber’in Medine döneminin önemli bir kısmı Mekke ve Mekkelilerle olan çeşitli hâdiseler üzerinden şekillenmiştir.
Fiili savaşlarla geçen beş senelik Medine dönemin ardından nihayet altıncı senede Mekkelilerle bir anlaşma zemini sağlanmış ve Hudeybiye Antlaşması imzalanmıştır. Şirkin merkezi olan bu şehrin İslâm’a girmemekle birlikte savaş halini terk etmesi bile İslâmlaşma açısından gözle görülür neticeleri doğurmuştur. Buna göre, Zührî’den nakledilen rivayete göre, Hudeybiye Antlaşması’ndan sonra iki sene içerisinde İslâm’a girenlerin sayısı, tebliğin başladığı on dokuz yıldan beridir Müslüman olanların sayısına denkti. Bu önemli gelişme Mekke’nin tevhit mücadelesindeki önemini de ortaya koymaktadır.
Nihayet hicretin sekizinci senesinde gerekli ortam ve şartların hazırlanmasıyla Mekke fethedilmiş ve Kâbe’nin bulunduğu bu şehir artık İslâm yurdu hâline gelerek Hz. Âdem’den beri icra ettiği asli fonksiyon ve misyonunu yeniden elde etmiştir. Hz. Peygamber’e ve müminlere yönelik çeşitli tehdit ve işkencelere şahit olan bu topraklar, artık İslâm’ın aydınlık ve evrensel mesajlarına tanık olacaklardır.
Mekke fethinden sonra Kâbe’nin etrafında toplanan Mekkelileri görünce Hz. Peygamber: “Vaadini yerine getiren, kuluna yardım eden ve tek başına Ahzâb’ı mağlup eden Allah’a hamdolsun. Şu an ne olacağını, size ne yapacağımı tahmin ediyorsunuz?” diye sormuştur. Mekkeliler ise “Hayır söylüyor ve senden hayır umuyoruz. Çünkü sen kerim bir kardeş ve kerim bir kardeşin oğlusun. İşte şu an galip olan da sensin.” demişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kendisine yıllarca eziyet eden, davasını tehdit eden, biricik ashabına söven, döven ve öldüren Mekkelilere ne kendilerinin ne de diğer insanların artık aşina olmadığı bir karşılık vermiştir. Onlara, Hz. Âdem’den beri aynı din olan İslâm’ın bir diğer peygamberi Hz. Yusuf’un söylediğini söylemiş ve Mekkelilere şöyle seslenmiştir: “Kardeşim Yusuf’un dediği gibi ‘Bugün size kınama yoktur. Allah sizi affetsin. O, merhametlilerin en merhametlisidir.’ diyorum.”
Mekke fethinden sonra Kâbe putlardan temizlenmiş ve Hz. Peygamber bütün insanlığa ulaşacak evrensel mesajlar vermiştir. Yeni başlayan bu çağda artık zulüm, intikam, haksız kazanç, faiz ve neseple övünme olmayacaktır. Bundan böyle, Âdem’in çocukları olan insanlar arasındaki üstünlük ancak takva ile mümkündür. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara karşı tek güçtürler ve kanları eşittir. Hz. Peygamber çok veciz bir şekilde, başlayan yeni çağın temel ilke ve esaslarını tevhidin kadim şahidi Mekke’den insanlığa duyurmuş ve görevini ifa ederek rabbine kavuşmuştur.
Aradan geçen asırlar neticesinde bugün Müslümanlar olarak Hz. Peygamber’in yükselttiği noktadan uzaklaştığımız bir vakıa. Bütün Müslümanların kıblesi ve tevhidin sembolü olan Kâbe’yi ziyaret etmek bile günümüzde artık belirli bir devletin iznine bağlı. Mekke, Hz. Peygamber’den kalan bütün maddi izlerin çeşitli gayelerle yok edildiği bir şehir haline dönüşmekte. Hz. Peygamber’in baş aşağı ettiği, Kâbe’nin hemen karşısındaki Hübel putunun yerine artık devasa kuleler inşa edilmiş vaziyette. Tevhide, Hz. Peygamber’e ve onun mesajlarına şahit olan o topraklar şimdilerde aslını inkâr eden uygulamalara şahit ediliyor.
Mekke’nin fethiyle İslâm’ın tüm cihana yayılmasının başlaması gibi, bugün de Gazze, Kudüs ve tüm mazlum coğrafyaların özgürlüğüne kavuşması ve tevhidin Müslümanların kalbinde kök salması için, öncelikle Mekke’nin tevhidin nuruna ve Hz. Peygamber’in adaletine yeniden şahit olması gerekmektedir.