Menü
Ahmet Mercan
Ahmet Mercan
Yeni Bir Dünya Öngörüsü
Mayıs 6, 2024
Yazarın Tüm Yazıları

Küresel dünya sistemi iflas etti. Ne zaman bir sistem varlığını tamamen güç ile var kılmaya çalışıyorsa çaresizliğe dûçâr olduğunu gösteriyor demektir. Küresel tek kutuplu dünya bunu açıkça ortaya koyarken son hamlelerini yaptığını belirgin bir biçimde hissettiriyor.

ABD öncülüğünde seksenli yılların sonunda tebarüz eden “Yeni Dünya Düzeni” adlandırmasıyla meydan okuyan sistem, otuz yıl içinde siyasi beklentilerini şiddet ile arzı kendi çiftliği bilerek gerçekleştirmeye kalkması, hukuku dikkate almadan namludan bakarak insanı kaybetmesi sonucunda son aşamasına geldi.
Filistin’deki saldırı karşısında küresel sisteme karşı ayaklanan insanlık vicdanı yeni bir dünyanın mümkün olacağını, dahası olması gerektiğini ifade ediyor. İnsanın varlığını merkeze alan ve tercihlerin yarışını öngören barışçıl bir yapının ortaya çıkmasını, aksi taktirde kimsenin kazançlı çıkılmayacağı üçüncü dünya savaşının fünyesinin ateşleneceğini işaret ediyor.
Küresel dünyanın egemenlerinin bu durum karşısında anlaşır, olumlu bir tavır içine gireceklerini güçlü bir özeleştiri ile dünyanın talebine karşılık vereceklerini beklemek imkân dahilinde gözükmüyor. Devlet yöneticilerine rağmen vicdanı ile dinleyecek halkların varlığı, yolu uzun ve çetin kılsa da sıhhat yönüyle daha verimli bir düzlemin oluşabileceği mümkün gözüküyor. Tabii burada “nasıl bir dünya?” sorusunu, nasıl bir yöntemle ele almanın verimli olacağı sorusu da asıl kadar önem taşımaktadır. Çözümü güce endeksli yapılardan beklemeden ele almanın önemi açıktır.
Dünyanın en acil ihtiyacı, uluslararası ayrımcı olmayan bir hukukun varlığı ve onu çalıştıracak uluslararası güvenlik kurumunun oluşmasıdır. Bu yapıyı oluşturmak için halktan başlayan, bir talebi STK’lar üzerinden kamuya mal ederek yola düşürmeden önce, genel yaklaşımlar ve öngörüleri ortaya koymak elzem hale gelir.
İnsanı aziz bilen, bir insanda insanlığı gören, varlığını dokunulmaz kılan anlayışların bütün argümanları seferber etmeleri gereklidir. Sayılmayacak kadar hak kategorisi oluşturup insana dayatıp yaşama hakkına son veren bir dünyadayız. İnsanı “temel haklarıyla” kabullenmek vazgeçilmez öncelik olarak ortaya çıkıyor. İnsanın canı, din ve vicdan özgürlüğünü, emeği/mülkü, ifade özgürlüğü, nesil emniyeti varlığın korunduğu ve hayatın devam ettireceği vasattır.
Uluslararası hukuk bu temel haklar üzerine küresel bir dayanışmayı kişi, toplum, devlet düzeyinde alt başlıklarıyla yaşanır ve denetlenir bir tarza dönüştürme çabası içinde olmak durumundadır. Tarihte bu hakların kâğıt üzerindeki varlığına rağmen her bir maddenin siyasetin malzemesi yapıldığına şahit olduk. Buradan yola çıkarak değerlerin yasa, kültür ve ibadet düzeyinde korunmasının ve geliştirilmesinin hayati derecede önemi ortaya çıkar. Bunu sağlamak için adil STK yapılarının BM’lere entegre olmaları dikkate alınabilir. Temel haklar insanlığın dayanıştığı haklardır/olmalıdır. Kimliğe bakılmadan mağdurun yanında zulmü yapanın karşısında yer almak kişi düzeyinde, toplumda bir yaşam tarzı olarak yasadan önce büyük işler görür.
İnsanın varlığını koruyan dayanışmacı hakların temel özelliği oylama dışı olmalarıdır. Bir başka ifade ile dünyada bulunan bir insanın ifade özgürlüğü, din seçme hakkını hiçbir kurum ve kitle onaylayamaz. Sadece özgürlüğü kötüye kullandığında, yargı yoluyla sorgulanabilir. Bir diğer önemli husus bu hakların insanın varlığıyla kaim oluşu olmasıdır. Yöntem olarak bir medeniyetin diğerlerine dayatması değil; her kültürün ve dinin kendi referansları ile ortaya koyduğu/koyacağı hakları ile diğerleri örtüştüğü oranda uygulanabilir olur ve sahici hale gelir. Referanslar farklı ve netice ortak olduğunda hakların yasa ve kültür boyutu ile yaşama şansı olur. Bu itibarla tarihte veya günümüzde değerini koruyan her argüman, insana/insanlığa hizmet etme potansiyeline sahiptir. Dünden biçim ve alışkanlıkları değil; değeri taşıyacak insanı aziz, zamanı nitelikli, mekânı estetik hale getirmiş oluruz. Güzel bir davranış zaman ve mekân ötesi işleve sahiptir.
Tarihin akışı içinde insanlığın bütün mirası bu bakış açısıyla önemli örneklerle doludur. Ortaya değerli olan çıktığında insanın vicdanı kabulden yana çalışır. İnsan fıtratındaki bu ortak tutum ahlaki tavıra dönüşerek ilke haline gelir. Ortaya çıkan ilkelerin ışığında yeni bir Birleşmiş Milletler Bildirgesi ve yapısı inşa olduğunda şiddet yanlıları ve silah tüccarları dışındaki insanlık güven iklimine girer ve dayanışmacı haklara yaslanarak yarışmacı haklar olan ekonomik ve siyasi haklarda güzeli, etkiliyi ortaya koyma yarışına girer. Çağımızın iletişim özellikli karakteri böyle bir yapıyı, icbar ediyor. Burada nasıl başlayacak ve hangi yol ve yöntemle, saboteye açık konu, neticeye ulaşacak kaygısı yerindedir.
Her kültürün insanlık sofrasına getireceği insanı güvenli ve huzurlu kılacak, teoriler, öneriler, yaşanmışlıklar üzerinden istifadeye açık tecrübe şüphesiz büyük önem arz eder. Bu akışın sivil toplum üzerinden kurtarılması sağlık açından yerinde bir tutum olarak tebarüz eder.
İnsanlık sofrasına İslâm medeniyetinin taşıyacağı önemli birikim, yaşadığımız edilgen konum üzerinden temsil edilemiyor. Değerlerin üzerinde uyuma işinde etkiliyiz. İslâm tarihindeki pek çok uygulama, anlaşma; âyetler üzerinden uyarılma önce kendi iç metinlerimiz ahdimiz olarak ortaya çıkmayı bekliyor. Elbette sorun karşısında adil bir çözüm, dikkat çekecek ve örnek olma bahsine konu olacaktır.
Bu bakış açısıyla insanı aziz kılan, şerefli konumunu açıkça ortaya koyan âyetleri dikkate alma durumundayız. Hayatın akışı içinde hikmetli söz, doğruyu tavsiye önemlidir, ancak davranışa dönüşen uygulama alanı bulan birikimin örneklik bahsinde etkili başka bir değeri vardır. Onlardan birkaçının tahliline yer verelim.
1- Hilfü’l-fudûl; Hz. Peygamber’in peygamberlik gelmeden önce içinde yer aldığı, bir anlamıyla “Erdemliler ittifakı” kurumu ki vahiy geldikten sonra da bu yapıya önemle atıfta bulunmuştur.
Birbirlerine bir yeminle bağlı olan tamamen gönüllü insanlar, Mekke pazarında bazı insanların güçlüler eliyle mağdur edilmelerine karşı kuruldu. İlkeleri hala geçerli ve daha da önem kazanan mağdura kimlik sormadan yanında yer almayı; yine zulmedenin kimliğine bakmadan karşısında yer almayı gerektiriyordu. Haksızlığı düzeltene kadar mücadele etmeye yeminli bu erdemliler, kimlik merkezli olmayan fiil üzerinden tavır geliştirmişlerdi. Dolayısıyla zulmeden yakınları, akrabaları dahi olsa ona karşı durmayı ve mağdur hiç tanımadıkları kişi için mücadele ediyorlardı.
Günümüzden baktığımızda, taşıdığı değer açısından büyük öneme haiz bir yapı ile karşılaştığımızı anlamış oluruz, faaliyet alanı çok çeşitli flu değil, net, sözle uyarının aşaması işi çözmediğinde fiil üzerinden haksızlığı giderme oldukça önemli. Tutarlı, işlevsel ve kalıcı kültür oluşturması açısından büyük öneme haiz bir çalışma günümüzde yeniden aynı ve geliştirilmiş ilkeler üzerinden inşa edilebilir.

2- Necâşî Ortamı
Mekke’de Müslümanlara işkence başlayınca Hz. Peygamber sahâbîlerin dayanılmaz koşullardan Habeşistan’a oradaki adil hükümdar Necâşî’nin ülkesine gitmelerini önerir. Ne var ki arkalarından Kureyşli müşrikler onları takip edip kralın huzuruna çıkarak sığınmacıların kendilerine verilmelerini isterler.
Necâşî’nin tavrı ve oluşturduğu meramı anlatma ve anlama ortamı tam bir ifade özgürlüğü örnekliğidir. Hristiyan olan Necâşî iki tarafı da söz kesilmelerine müsaade etmeden sonuna kadar dinler. Fitne suçlamasına konu olan muhacirleri de şikayetçi ile aynı mekânda dinleyip kararını verir. Ve neticede muhacirlerin misafirleri olduğunu belirterek geri göndermez. Aslında, bu ortam kökende aynı din olan İslam’ın Îsevî ve Muhammedî yorumunun ortak neticesi olarak Hristiyan dünya ile üzerinde mutabakat sağlama imkânı veren bir yapıya haizdir.
Günümüzden baktığımızda, şiddet kullanmadan iki tarafın meramını sonuna kadar ifade etme imkânı bulduğu, hakaret içermeyen bu ortam hala günümüze ışık tutmaktadır. Sözlerin sonuna kadar dinlenmesi, meramın şiddet ve hakaret içermeden her türlü yol ve yöntemle ortaya konması olumlu gelişmenin imkânı olarak ortaya çıkar.

3- Medine Vesikası
Hz. Peygamber’in öncülüğünde Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlar gittikleri mekânı güzelleştiren, zamanı bereketlendiren pek çok önemli yenilikle ilk ortak yaşam deneyimini gerçekleştirdiler.
Medine’de yaşayan kabilelerin aralarındaki sorunlar ve şehrin savunması önemli problem oluşturmaktaydı. Hz. Muhammed ortaya koyduğu hakkaniyet içeren elli küsur maddeden oluşan cazip bir anlaşma teklifi ile herkesin kazançlı çıkacağı bir ortamı işaret etti. Anlaşma bütün kabilelerin, Müslümanlar da dahil Medine’yi dış tehlikelere karşı ortak savunmasını talep etti. İçerideki sorunlarda her farklılığın inanç ve hayat tarzlarını kendi bildikleri gibi yaşamalarını ve hiçbir grubun diğerine müdahalesine izin vermeyen anlaşmayı “birlikte yaşamak” manifestosu olarak ortaya koydu ve kabul edildi. Maddelerin içeriğinden ziyade genel yaklaşım açısından çok dinli ve çok kültürlü yapıyı bir arada yaşatma çabası açısından büyük öneme sahip bir sözleşmedir Medine Vesikası.
Kendi içinde özek, dışarıya karşı üniter yapı günümüzde eyalet sistemi üzerinden kimi coğrafyalarda uygulama alanı buluyor. Ancak bu bir arada yaşama projesi belli bir ahlaki düzeyi ve anlaşmalara sadakati öngörür. Modern dönemde mekânın küçülmesi insan unsurunun çeşitlenmesi sonucu baskın çıkma, yaşam tarzı dayatma girişimleri insanın kendini, grubunu daha değerli ve doğruyu temsil ettiğinin ifadesi olarak görmesi Batı’da büyük problemlere yol açmaktadır. Endülüs ve Bosna örneklerinin ötesinde mülteciler karşısında Batı’nın tavrı Medine Vesikası’nın uygulamasının ne kadar uzağında olduklarını gösterir. Bu durum yeni bir soruyu görünür hale getiriyor; hangi dönem daha ileri?
İslâm’ın idari sistem açısından tarihi uygulamalarda pek çok örnek metinler mevcut. Bunlar içinde İslâm’ın savaş ahlakını ortaya koyan Hz. Ebû Bekir’in Halid b. Velid’e tembih ettiği savaşmayanlara, kadınlara, çocuklara, yaşlılara, ibadethanelere, sulara, ekinlere, meyve veren ağaçlara dokunma emrini bugünkü hedef seçmeyen silahlarla hastahane, okul bombalayan İsrail’in tutumuyla kıyaslamak bile başka bir cinayet olur. Hz. Peygamber’in Mekke fethindeki bağışlayıcılığı ve sayısız benzer örneği önce biz yaşayarak ortaya koymalıyız. Yeni bir dünyanın ilham olacağı pek çok tecrübe dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan bilgeliklerden de katkılarla elde edilebilir.
Hepsinden öte yeni bir dünyanın oluşmasına gölge etmemesi gereken küresel aktörlerin “iştahlarının” tedavi edilmesinin zorluğunu hesaba katmak ikincisi de Filistin’e duyarlı vicdanların sesinin adresi olacak birlikteliğin ortaya çıkması, ortak irade olarak belirmesi tepkisellikten uzak dünyanın yaşadığı birikim ve tecrübeyi ibretle inceleyip güven ve huzura ulaşmak adına vetosuz, ayrıcalıksız bir Evrensel Bildiri ve adil bir yapı içerikle yeni Birleşmiş Milletleri inşa etmek, yeni bir dünya için öncelikli yaklaşım olmalıdır.

4.5 2 Yorumlar
Puan
Bildir
guest

0 Yorum
Satır İçi Geri Bildirimler
Tüm yorumları görüntüle
DOSYA
Şahitliğin Hakkını Veren Şehir: Gazze...
Recep Songül
Şehit ve Şahit İlişkisi
İbrahim Hanek
Şahitlik ve İhsân
Murat Kaya
Seyr u Sülûk Bir Şehâdet Arayışı mıdır?...
Hamit Demir
İlâhî Şahitlik
Yavuz Selim Göl
RÖPÖRTAJLAR
“Gazze” demek şahitler diyarı demektir....
Muhammed Emin Yıldırım
“Şahitlik; her zaman ve zeminde hakkı söyleme, hak...
Şinasi Gündüz
“Doğu Türkistan Çin’in bir parçası değildir."...
Hidayet Oğuzhan
“Eğer insanım diyorsanız, Doğu Türkistan bir insan...
Seyit Tümtürk
“Gazze’de yaşananlar, Batı’nın dünya kamuoyundan, ...
Derda Küçükalp
SİRET-İ İNSAN
Savaşın Çocukları
Bahriye Kaman
Toplumun Kurucu Hücresi Olan Ailede Örneklik Vasfı...
Bahriye Kaman
Lider, Önder, Rehber!
Bahriye Kaman
Göçebe Ruhu
Bahriye Kaman
Nitelikler ve Roller
Bahriye Kaman
SİNEMA
Doğu Türkistan, Filistin ve Diğerleri: Sinemada Ek...
Abdülhamit Güler
Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak. Ama!...
Abdülhamit Güler
Bu Film, Böyle Devam Edemez!
Abdülhamit Güler
Göstermenin Mesuliyetinde Sinemanın Örnekliği...
Abdülhamit Güler
Perdedeki Kimin Afeti, Felaketi, Kıyameti!...
Abdülhamit Güler
GEZİ-YORUM
Doğunun Tüm Yolları Erzurum'dan Geçer...
Mikail Çolak
Mağrur Bir Tarih Ribatı Gibi Dimdik Ayaktadır Kâşg...
Mikail Çolak
Prizren’de Osmanlı Evladı Olmak
Mikail Çolak
Vakur ve Mahzun Bir Efsanedir: Kudüs...
Mikail Çolak
Habib-i Neccâr’ın Gözyaşları
Mikail Çolak
SAHABİ BİYOGRAFİSİ
Leyla “A” dır
Rumeysa Döğer
Son Dokunuş Sahibi: Kusem b. Abbas
Rumeysa Döğer
F Tipi Dünya
Rumeysa Döğer
Afrâ bint Ubeyd Yüzlü Kadınların Zamanından…...
Rumeysa Döğer
Bütün Şehit Annelerine: Sümeyra Bint Ubeyd Teselli...
Rumeysa Döğer
NEBEVİ VARİSLER
Ubey b. Kâ'b: Allah’ın Seçtiği Muallim...
Damla Mıdış
Ümmü Seleme
Hayrunnisa Duran
Allame Muhammed Salih Damollam
İkra Nur Demir
Mücâhid b. Cebr
Damla Mıdış
Takvâ Sahiplerinin Öncüsü Hasan Basrî...
Beyza Durna
Scroll Up
0
Düşüncelerinizi çok isterim, lütfen yorum yapın.x