Ramazan ayının gölgesinin üzerimizde olduğu bu günlerde mukaddes topraklarımızda, Gazze’de ve daha birçok İslâm diyarında akla hayale gelmez acılar yaşamaktayız. Yaşadığımız acıların maddi ve manevi birçok nedenleri vardır. Bazı nedenler; şahıs olarak bize, bazı nedenler yöneticilere, bazıları ise dünyayı kasıp kavuran zulüm çarkına yöneliktir. Sorunlarımızı başka taraflara atıp kendimizi temize çıkarmamak adına herkesin üzerine düşen kısmıyla ilgilenmesi ve elinden geleni yapması gerekmektedir.
“Her insanın sorumluluğunu omuzuna yükledik. Kıyamet gününde insana, açılmış vaziyette önüne konulacak olan bir kitap çıkaracağız. “Oku şimdi kitabını! Bugün kendini yargılamak üzere kendi nefsin yeter!” (İsrâ, 17/13-14) Çeşitli mazeretlerin ardına sığınarak; “Allah’ım yöneticilerimizin ihmallerini/ihanetlerini ve içinde bulunduğumuz acizliğimizi ve düşmanlarımızın zalimliğini/vahşiliğini sana şikâyet ediyoruz.” şeklindeki yakarışlarımızda sürekli gizli bir durum tespitinde bulunuyor, kendimize acizliği, yöneticilerimize ihaneti/ihmali yakıştırıyor, düşmanlarımızın da zalimlikle vahşet işlediklerini ve dolayısıyla yapabilecek bir şeyimizin olmadığını ifade ederek, konuyu direkt Allah’a havale ediyoruz. “İsrâiloğulları, “Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!” dediler.” (Mâide, 5/24) Ancak ciddi bir özeleştiri yaptığımızda ise durumun hiç de öyle olmadığı ve kendimizi anlamsız bir şekilde tatmin ettiğimizi görmekteyiz. Doğrusu, artık birçok alışkanlığımızın, normalleştirmelerimizin, algılarımızın ve belli kalıplara mahkûm ettiğimiz düşüncelerimizin etkisinden kurtulmamızın zamanı gelmiştir.
“İman edenlerin, Allah’ı anmak ve vahyedilen gerçeği düşünmekten dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilmiş ve üzerlerinden uzun zaman geçip kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmışlardır.” (Hadîd, 57/16)
Dünyaya, tevhid bakışı, haşyet duygusu, ahiret hazırlığı, uhuvvet anlayışı, adil duruşu, şefkat ve merhametiyle Müslüman kimliğinin hâkim olmasından başka çare/çaremiz yoktur. Bütün dünya ve insanlık huzura, adalete, sevgi ve merhamete muhtaç. İslâm’ın dışındaki bütün ideoloji, sistem ve yönetimlerin, insanlık tarihinde eşi ve benzerine az rastlanır ne kadar da büyük cürümler işlediklerini, işlemekte olduklarını ve işleyeceklerini çok iyi anladığımız bir zaman diliminde yaşamaktayız. Müslümanlar olarak imanımızın, ahlakımızın, zarif duruş ve duygumuzun ve gerektiğinde ise zulme, zalime ve canilere güçlü ve keskin bir adalet kılıcı olduğumuzu göstermemiz gereken bir dönemdeyiz. Bunun için hem fikri hem de pratik dağınıklığımızı toparlamaya, hayırlı ve güçlü bir liderlik/hilafet etrafında birleşmeye, sevgisizliğimizi, tahammülsüzlüğümüzü, şahsi hesaplarımızı ve iç çekişmelerimizi bir kenara bırakarak hepimizi taşıyan büyük geminin yönetimini ele geçirmek ve istisnasız bütün alanlarda çalışmak ve mücadele etmek zorundayız. Dünya bundan daha fazla bir zulmü kaldıramaz, Müslüman şahsiyet bundan daha fazla duramaz, karanlık çok daha fazla devam edemez. “Onlar için belirlenen zaman, sabah vaktidir. Sabah da yakın, değil mi?” (Hûd, 11/81) Müslümanlar sıradan bir nesil değil; beklenen bir nesildir. Yaşadıkları derin ve engin tecrübeleriyle onlar, beklenen Kur’ân neslidirler. Afrika’nın yetimleri, Arakan’ın evlatları, Kafkasya’nın yiğit kahramanları, Arap yarımadasının zeki evlatları, Endülüs’ün tertemiz iffetli kızları, Mezopotamya’nın Selâhaddînleri, Anadolu’nun yiğit boyları, Balkanlar’ın buram buram kokan dağları, Malezya-Endonezya’nın yumuşak huylu, tertemiz insanları … Müslümanların dünyaya hâkim olmalarını beklemektedirler.
Müslüman güçsüz, dağınık ve çaresiz olduğunda sonuç Endülüs’tür. Müslüman zayıf ve ihtilaf halinde olduğunda sonuç Osmanlı’dır. Müslüman kimsesiz, dayanaksız ve korunaksız olduğunda sonuç Bosna’dır, Balkanlar’dır. Müslüman gevşek, hedefsiz, sahipsiz, plansız ve projesiz olduğunda ise sonuç Anadolu, Hint Kıtası ve Arap Yarımadası’dır. Müslüman bilgisiz, silahsız, hazırlıksız ve tedbirsiz olduğunda ise sonuç Irak’tır, Suriye’dir, Filistin ve Gazze’dir. “Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman onlardan bir bölük seninle beraber namaza dursun, silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secde ettiklerinde ötekiler arkanızda olsunlar, sonra henüz namazlarını kılmamış bulunan (bu) bölük gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve bunlar da ihtiyat tedbirlerini ve silâhlarını alsınlar. Kâfirler isterler ki siz silâhlarınızdan ve eşyanızdan gafil (uzak ve unutmuş) olasınız da üzerinize ansızın bir baskın yapsınlar! Eğer yağmur yüzünden bir zarar görürseniz veya hasta olursanız silâhlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Yine de ihtiyat tedbirinizi alın! Allah elbette kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” (Nisâ, 4/102)
Müslümanlar olarak gönlümüzde inancımızı, bir elimizde Kur’ân’ımızı, diğer elimizde silahımızı, yanı başımızda ise mümin kardeşlerinin olduğunu hissederek, bilerek, anlayarak, planlı, programlı, hedeflerimiz net bir şekilde mücadelemize dört elle sarılmamız gerekmektedir. İslâm dünyasının fertlerinin yol, yordam, anlayış ve dünyevi aidiyet ve farklılıkları her ne olursa olsun; “asgari müştereklerinin; din, vatan, onur, haysiyet ve namusları” olduğunu bilerek hareket etmeleri gerekmez mi? Siyonist Yahudi’nin Müslüman bir kadının namusuna rahatlıkla el uzattığı bir dünyada biz hangi farklılıktan, ihtilaftan ya da ideolojiden bahsediliriz?
Müslümanların sustuğu, korktuğu, unuttuğu, çekindiği ve sorumluluklarını ihmal ettiği andan itibaren tehlikelerin çığ gibi üzerlerine akacağı manzara; aile fertlerine kadar ulaşacak bir yıkım, kutsallarına canice saldırılacak bir vahşet, kadınlarının namuslarının kirletileceği bir ar ve utanç, küçük yavruların hayat haklarının ellerinden alındığı bir Gazze, yer altı ve yer üstü kaynaklarının çalındığı sahipsiz bir Afrika, fakir bırakılan bir Asya, değerini yitiren bir Anadolu ve sömürülen bir Arap yarımadasıyla tüm bir İslâm coğrafyasıdır.
Tarihin kırıldığı ve tekerrür ettiği bir noktadayız. Moğol ve Tatar saldırılarına, İslâm’ı yok etmek için toparlanan Haçlı zihniyetine ve Çanakkale’ye saldıran Anzak kuvvetlere benzer bir saldırı altında olduğumuzu ne zaman anlayacağız? Gazze’de yaşananlar Endülüs’te yaşananlardan daha az değildir. Çanakkale’ye saldıran zihniyet ne ise Gazze’ye saldıran zihniyet odur. Bosna’da bize kalan acı her ne ise Filistin’de de bize kalan ve kalacak acı kesinlikle aynı acı ve elem olacaktır.
Zaman tam bir hazırlık ve topyekûn cihat zamanıdır. Zaman, siyasi, iktisadi, sosyal, toplumsal, sanat, spor, medya, kültürel ve özellikle askeri anlamda topyekûn safları sıklaştırma ve saldırı zamanıdır. “Müşrikler sizinle topyekûn savaştıkları gibi siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah buyruklarına karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe, 9/36) Dağ ve taşların konuşacağı zamanı beklemek, bir kurtarıcının gelmesi için sorumluluğu başkasına bırakmak ya da herkesin kendi sandalını kurtarma derdine düşecek bir zamanda değiliz, olamayız da. Akdeniz, Haçlı donanması ile dolmuş, etrafımız ABD üsleri ile kuşatılmış, dünyanın yöneten beynine Siyonizm hâkim olmuş bir dünyada Müslümana rahat olabilir mi? Zaman ya topyekûn mücadele ya da topyekûn bir ölümden başkası değildir. Bu tehlike sadece Müslümanları ilgilendirmemektedirler. Bu tehlike bütün mozaiği, rengi ve çeşitliğiyle bütün ırkları, bütün dinleri ve bütün mezhepleri hedeflemektedir. Siyonizm, Gazze’de sadece Müslümanları değil, Hristiyanları’da öldürmektedir. Sadece camileri değil, kiliseleri de bombalamaktadır. Bu saldırılar ne can emniyeti ne ırz emniyeti ne de nesil emniyeti bırakmıştır. Saldırılar topyekûn saldırılardır ve karşılığı da topyekûn bir saldırı ve cihad ciddiyeti ile karşılık bulmalıdır.
Bu yaşadıklarımız;
Nûh tufanıdır. Hazırlananlar gemiyle yol alıp Cudi’ye ulaşacaklardır.
Tih çölü yolculuğudur. Sabredenler, durumu iyi okuyanlar ve itaat edenler zafer nesli olacaklardır.
Mûsâ ve Hızır yolculuğudur. Olaylardan ders çıkaranlar, Allah’tan güçlü ve donanımlı bir ilim ve hikmetle döneceklerdir.
Tâlût ve Câlût mücadelesidir. Nehri geçmek için gözünü hedefe dikenler kutsal topraklara adalet getireceklerdir.
Zülkarneyn direnişidir. Direnişçiler dağları kapatarak Ye’cûc ve Me’cûc’un geliş yolunu kapatacaklardır.
Mekke ve Kudüs fethidir. Ne yaptığının farkında olan özgürlük sevdalılarının zulmü ve kötülüğü kökünden kazıdıkları yeni bir dönemdir.
Bu yaşadıklarımız; Allah’ın bizi sınaması, temizlemesi, uyarması, uyandırması ve mücadeleye layık olma/kalma hikayesidir.
Ey dünya!
Ey Müslümanlar!
Ey sesimizi duyurabildiğimiz herkes!
Zulüm sistemlerini yıkma zamanı gelmiştir. Duruşumuzu, alışkanlıklarımızı ve sorgulamalarımızı değiştirelim. Kıralım zincirlerimizi. Kaybedeceğimiz tek şey emperyalizmin bizi kilitlediği sistemler olacaktır. Yorulmaya, terlemeye, can ve malımızı feda etmeye hazırlanalım. Kaybedeceğimiz tek şey, bize yaşatılan alçak bir hayat olacaktır. Yıkalım korku duvarlarını. Yitireceğimiz tek şey ne yaşatan ne de öldüren bir dünya geçimi olacaktır. Şereflice kalkalım. Arkamızda kalacak tek şey çocuklarımızı esir alan zillet ve korku olacaktır. Allah için öfkelenmeyen, bedel ödemeyen, mukaddesat için direnmeyen, mazlumlar için yumruğunu sıkmayan ne bir inancı(!) istiyoruz ne de bir dünyayı. “(İnkarcı, nankör ve Allah’ı hesabının dışına çıkarmış adam mı,) yoksa âhiret kaygısıyla ve rabbinin rahmetine nâil olma ümidiyle gece vakitlerinde secde ederek, ayakta durarak kendini ibadete veren kişi mi (daha iyi)?” De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu!” Doğrusu ancak akıl iz‘an sahipleri bunu anlar.” (Zümer, 39/9)
Kur’ân (Tufan) Nesli, Zafer Neslidir
Bu Ramazan günleri derin ‘Bedir iklimi’yle, yaşadığımız dert ve acıları önümüze bırakarak Kur’ân ahlakını ve peygamberlerin direnişini bize öğretsin. Bu “manevi zafer havası” bize açlığı, sadeliği, gece ibadeti, gündüz ise cihadı öğretsin. Bu hayır mevsimi bize tefekkürü, toparlanmayı, hedef koymayı, yardım ve yardımlaşmayı, uhuvvet ve direnişi yaşatsın. “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân, 3/103) Kur’ân’ın kapsamlı, kuşatıcı ve insanı derinden değiştiren programı, İslâm dünyasına yeni ve kaliteli bir nesil sunsun. Sultan Selâhaddîn-i Eyyûbî, fetih gecesi askerlerini kontrol etmeye çıkmıştı. Bazı çadırlarda mücahitlerin ibadet, dua, zikir ve Kur’ân’la meşgul olduklarını gördü ve şöyle dedi: “İşte zafer buradan gelecektir.” Bazı çadırlarda da askerlerin uyuduklarını ve durumun ciddiyetini kavrayamadıklarından dolayı boş şeylerle uğraştıklarını görünce de “Hezimet ve yenilgi de buradan gelecektir” demişti. Her ne olursa olsun, ümitsizlik yok. Zafere inanamayanlarla yola çıkmak yok. Bedel ödemeyi bilmeyenlerle aynı safta durmaya gerek yok. Allah’ın vadini, kudretinin ve hükümranlığını bütün reel-politikaların üzerinde tutmayanlarla aynı mevzide mevzilenmeye lüzum yok.
Kuş ölmüşse, sen uçuşu hatırla.
Kapılar kapandıysa, sen ümidi hatırla.
Muhammed (sas) vefat ettiyse, sen Allah’ı hatırla.
Ebû Bekir ölmüşse, sen Ömer’i hatırla.
Kudüs esirse, sen Selâhaddîn’i hatırla.
Dünya karanlığa düştüyse, sen İslâm’ı hatırla
Kur’ân’ın elinden alındıysa, sen ezberindeki nida âyetlerini hatırla:
1- “Ey Müminler! İnkâr edenlerle savaşta karşı karşıya gelince onlara arkanızı dönüp kaçmayın.” (Enfâl, 8/15)
2- “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü’ne itaat edin, söylediklerini işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfâl, 8/20)
3- “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve şüphesiz bilin ki Allah kişi ile kalbinin arasına girer. Unutmayın ki O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” (Enfâl, 8/24)
4- “Ey iman edenler! Allah ve Resûlü’ne karşı hainlik etmeyin, size bırakılan emanetlere de bile bile hıyanet etmeyin.” (Enfâl, 8/27)
5- “Ey iman edenler! Allah’a saygıda (takvâ) kusur etmezseniz, O size bir temyiz kabiliyeti verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl, 8/29)
6- “Ey iman edenler! Bir düşman birliği ile çatıştığınız vakit sebat ediniz ve Allah’ı çokça anınız ki zafer sizin olsun. Allah ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız. Sabredin, kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl, 8/45-46)
Dikkat edelim! Âyetlerdeki nidaların/çağrıların muhatapları, “müminlerdir” Kur’ân’ın yetiştirdiği, yetiştireceği gerçek müminler! “Sabreden (mümin)leri müjdele.” (Bakara, 2/155) İman edelim, sabredelim ve ümitle hazırlanalım ki bu neslin tohumu filizlenmiştir ve bu nesil Beytü’l-Makdis çevresindedir. Tih çölünde yürüyüşünü tamamlamış bir nesil geliyor. Tavafını bitirmiş bir nesil ki şeytan taşlamak için gücünü/taşını toplamakla meşguldür. Sahurunu yapmış uzun bir müddet açlığa niyet etmiş bir tufan nesli geliyor. Zincirlerini kırmış, namazına kilitlenmiş, şehadete işaret parmağını kaldırmış, selamını ise meleklere vermek için sırasını bekleyen bir nesil geliyor. Bu nesil, Beytü’l-Makdis ve çevresinde, Kafkasya’nın dağlarında, Anadolu’nun bağrında, Ceziretü’l-Arab’ın vahalarında, Mağrib ve Maşrık’ın ufkunda derin bir huzurla, emin bir adımla, Allah’ın inayetiyle, adalet ve zaferin hasretiyle geliyor.
Abdullah b. Abbâs, bir gün aynı binit üzerinde Allah Resûlü’nün (sas) arkasındayken onun kendisine şöyle dediğini anlattı: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı (emirlerini) gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)